29 Aralık 2012 Cumartesi

Kulak Ağrısı ve Yine Soğan

Eylül ayı başlayınca bizim de KKB turlarımız başlıyor. İlaç olayından hazzetmiyorum ama söz konusu çocuk olunca mecbur kalıyoruz malesef.

Neyse ki sonunda soğan suyunu içirebildik küçük hanıma. Bunun kür tarifini daha önce vermiştim.

Soğanın bir kullanımı da kulak ağrısı için. Aklınızda olsun, ağrıyan kulağa bir damla soğan suyu. 15 dakika sonra geçmezse 1 damla daha. Hem iyileştirici, hem ağrı kesici özelliği var.

Değişim Bizdedir

Okuduğunuz kitapları yeniden okuyun. Belki farklı gelir. Kitap değiştiği için değil, kitap aynı. Sadece siz değiştiğiniz için. O zaman gerçekliğinizde olmayan şeyler artık gerçekliğinizde olduğu için. Daha da olgunlaştığınız için.

Kaçırdığınız noktaları farkedeceksiniz. Belki de çok şaşıracaksınız, kim bilir :)

sevgiler

Not: Tabi aynısı filmler vs için de geçerli.

Gün Kötü(?!) Giderken Bile Şükretmek

Dün aksilikler üst üste geldi :) Biraz canımız sıkılmadı değil. Ama, artık biliyorsunuz ki sıkıntı bizim için nimet. Olumsuz, bizi rahatsız eden duygularımız her zaman açığa çıkmıyor. Uygun ortam, uygun bir tetikleyici lazım. Hazır yakalamışken bu duygularımızı biz de hemen odaklandık tabi. Gün içinde arada unutur gibi olsak da hemen tetikleyici olayı hatırlayıp canlı tutmaya çalıştık. Niye? Çünkü, biz onlarla yüzleşmezsek onlar bizi yönetir de ondan. Allah'a şükrettik tabi. Bugünkü öğrenmemiz gereken şeylerden dolayı. Öğrenmek derken kendimizle yüzleşmek, kendimizi keşfetmekten bahsediyoruz. Sonra da her olayın arkasında bir hayır vardır dedik, yeniden yeniden şükrettik. Olana ve olacaklara....

Ve her zaman dediğimiz gibi inşallah hazır olduğumuz derslerle sınanırız. Mesela, bu sene kızımın başına gelen, fakat şükür ki çabuk atlattığımız talihsiz kaza, benim böyle bir derse hazır olmadığımı gösterdi. O anda dünyevi gerçekler, korkularım, önyargılarım daha ağır bastı.

İnsanız işte, hepimizin başına her an her şey gelebilir. Önemli olan bu olayı nasıl gördüğümüz, ele aldığımızdır. Yeter ki kendimize karşı dürüst olalım.

sevgiler

26 Aralık 2012 Çarşamba

Sabah Duası

Ya'rabbim, bu sabah da gözlerimi sağlık ve huzurla açtığım için şükürler olsun. Bugünü de bana armağan ettiğin için sana sonsuz teşekkür ederim. Bana her gün öğrettiklerine minnettarım. Bugünkü derslerime, öğreneceklerime de şükrediyorum. Rabbim, beni hazır olduğum derslerle sına. Diğer öğreteceklerine de hazırla. Gözümün önündeki perdeyi kaldır. Kaldır ki görmem gerekenleri bugün göreyim, öğrenmem gerekenleri bugün öğreneyim. Kendimi tanıyayım, sana daha da yaklaşayım. Bu anın huzurunu yaşat bana. Her şey için şükürler olsun. Amin.

25 Aralık 2012 Salı

Soğan Kürü-Üst Solunum Yolu Hastalıkları

Üst solunum yolu enfeksiyonları için Saraçoğlu'nun soğan kürünü anlatayım size. Ben denedim. 2 günde süper bir sonuç aldık. Doktor bile iyileşmeye şaşırdı. Kendisi Amerikan usulü bir prosedürle ilaçların etki ettiğini düşünüyor ama ben Türk usulü soğandan olduğuna eminim :) Şimdi:

1.5 su bağdağı klorsuz suyu kaynatın.
Orta boy soğanın sadece dış kahverengi kısmını soyup, 4'e bölün ve kaynamış suya atın.
Ağzını kapatıp, kısık ateşte 5 dakika kaynatın.
Süzüp, ılıdığı zaman için...

Bunu 15 gün boyunca, öğle yemeğin 15 dakika önce ve yemekten sonra.
Eğer çalışıyorsanız da akşam yemeğinden 15 dakika önce ve akşam yatmadan önce için.

Şunu baştan söyleyeyim ki tadı gerçekten çok kötü. Ama şifası??? İşte o tartışılmaz.

sevgiler

Not: Bu arada, eğer çocuğunuza yapacaksanız, ben bu kür tarifini 60kiloluk bir yetişkinlere göre diye düşündüm. Çocuğun kilosuna göre orantılayın, aşağı yukarı bir şey çıkar.



23 Aralık 2012 Pazar

Sıkıntınız Öğretinizdir

Hani hep diyorum ya sıkıntınız sınavınızdır, diye. Vazgeçtim bundan :) Daha doğrusu "sınav" demekten vazgeçtim. Sanki "öğrenilecek bir şey", "bir ders", "bir öğreti" desek daha hoş ve daha tam bir anlam ifade edip, istediğimiz duyguyu oluşturacak.

O zaman böyle diyelim: Sıkıntılarımızda öğreneceğimiz bir dersimiz vardır.

O yüzden, olumsuz bir durum yaşadığınız zaman, hep şöyle diyin: "Bunu yaşamamda mutlaka bir hayır vardır! Allah'ım sana şükürler olsun!". Ve şuna inanın ki siz bu dersinizi öğrendiğinizde artık her şey refaha kavuşacaktır, o olumsuz gibi görünen durumdan tam da hayırlısı olacak şekilde çıkmışsınızdır.

Yeter ki siz kalbinizi ferah tutun, güveninizi, inancınızı kaybetmeyin.

sevgiler :)

Varsayımla İlgili Güzel Bir Örnek

Cnbc-e'de "The Big Bang Theory" diye bir dizi var. Süper zeki 4 arkadaşın hikayesi. Bu diziden küçük bir bölüm yazmak istiyorum:

Sheldon, bütün gün kız arkadaşına ulaşmaya çalışmıştır ve merak içerisinde kalmıştır. O sırada Leonard, kız arkadaşının evine gidip bakmayı önerir ve konuşma şöyle devam eder:

S(telaşlı bir şekilde): Harika bir fikir, hadi gidip bakalım
L: Hadi
S: Bugün haberlerde o bölgede bir vaşak göründüğü yazıyordu
L: Nasıl yani? Kız arkadaşına bir vaşak saldırmış olabilir mi?
S: Ne alaka?
L: E evinin yakınlarında bir vaşak görünmüş, demedin mi? Ondan haber de alamayıp bu kadar endişenlenmenin sebebi bu değil mi?
S(Gayet şaşkın): Hayır, ben sadece bugün okuduğum bir haberi söyledim.
L(Bıkkın bir şekilde): Hadi çıkalım Sheldon!

İşte, dizinin abartısını saymazsak, Leonard varsayımda bulunmuştu, vaşağın o bölgede görünmesi, Sheldon'ın bunu Leonard'a söylemesindeki zamanlama tamamen bir tesadüftü ;)

sevgiler ve varsayımsız günler :)

22 Aralık 2012 Cumartesi

İnsan Kendi Sözlerinde Boğulur

Bu kadar uzun aradan sonra yeniden merhabalar :) Başlığımızdaki söz biraz ağır oldu ama hadi açıklayalım.

Sözlerimiz öyle etkilidir ki bazen kendi kendimizi zehirleriz. Bizim doğrularımız vardır, bizim kurallarımız vardır, bizim tarzımız vardır. Bunların dışında davrananları kabul etmeyiz, kabul etmemekle kalmaz bir de kötüleriz. O zaman ne olur? Onlar kötü mü olur? Hayır, onlar kötü olmazlar. Biz kendimizi başkalarına karşı doldurmuş oluruz. Doldurdukça soğuruz, soğudukça fesatlaşırız. Belki en sonunda basit bir bahanenin arkasına sığınıp uzaklaşırız.

Aslında burada bilinçaltımızın bir oyunu vardır. Amacı sizin gerçekliğinizi korumaktır. Güvenli kutunuzdur burası. Burada belirli kurallar vardır. Bu kurallara aykırı durumlarda tehlike sinyalleri çalar. Kendinizi rahatsız hissedersiniz. Halbuki bilseniz, o kuralları koyan zaten sizsiniz, kurallarınız zihninizdeki düşüncelerden ibaret, o zaman bu rahatsızlık hissini kendinizin yarattığını anlarsınız. Ama genelde böyle işlemez. Biz, karşı tarafa yükleniriz. Onun sözleri ve davranışları rahatsız edicidir, dolayısıyla siz de rahatsız olmuşsunuzdur. Sonrasında da bilinçaltınız sizi tehlikeden uzak tutmak için elinden geleni ardına koymaz.

Bilinçaltının çalışma mantığı basittir. Varolanı koru. Çünkü varolan kurallar, inançlar, düşünceler bugüne kadar kendini kanıtlamıştır, güvenlidir. Bunun dışında olanlar, farklılıklar risklidir. Risk tehlikedir. Tehlikeden uzak durmak lazımdır. Çoğu zaman da işe yarar. Yoksa bir bebek gibi savunmasız kalırız. Biz sadece artık işe yaramayanları elemeye çalışmalıyız.

Olay böyledir işte. Kendi kendimize koyduğumuz kurallarla kendi kendimizi zehirleriz, ama farkına bile varamayız. Halbuki bir gözlemci olabilsek, kendi kendimizi bir gözlemleyebilsek, aslında o düşüncelerin biz olmadığını bir farkedebilsek, ah bir farkedebilsek...

sevgiler

12 Aralık 2012 Çarşamba

Blog Hakkında-Hürrem

Hürrem, bizim bloğa da damgasını vurdu :)

Sürekli Top 10 listesinin 1 numarası. Bir kişisel gelişim bloğu da olsak ben bundan memnunum :)

sevgiler

11 Aralık 2012 Salı

Haberler

Size bir iyi, bir de kötü haberim var.

Önce kötü haber: Maalesef mutluluğun anahtarı yok :(

İyi haberse: Kapı zaten kilitli değil :)

(internetten)

sevgiler


10 Aralık 2012 Pazartesi

Ah Belinda!

Hatırlar mısınız? Bir film vardı: "Ah Belinda". Başrollerinde Müjde Ar oynuyordu: Belinda diye bir şampuan reklamı çekiliyor. Müjde Ar da tiyatrocu felan, çok ünlü bir aktrist. Başrolde de o oynuyor, 2 çocuk annesi bir kadın. Tam duşta saçlarını şampuanlıyor, gözlerini kapatıyor duruluyor, gözlerini bir açıyor ki. Ta ta ta taaaammmm. Zamanda bir kırılma olmuş. Reklam filmi gerçeğe dönüşmüş. Kadın çıldırıyor tabi. Set ekibi nerde? Yönetmen nerde? Birdenbire bir kocası ve iki çocuklu, memur hayatı yaşayan hatun oluyor. Meğersem de bankacıymış kendisi. Hiçbir işlemden anlamıyor. Bırakıyor bunları, tiyotrosuna gidiyor. Kimse bunu tanımıyor. Ama bu ezbere biliyorum rolü diyor, rolü oynuyor felan. Varolan o sahte hayatına direniyor da direniyor. Herkes bunu çıldırdı sanıyor, derdini kimseye anlatamıyor vs. Ama en sonunda pes ediyor. Memnun olmasa da kabulleniyor yeni hayatını. Sonrası mı n'oluyor? Heyecan kalmadığı için film bitiyor. Olayın heyecanı dirençte çünkü. Direnme bitince filmin ilginç yanı da bitiyor. Kadın eski hayatına dönüyor.

Niye anlattım bunu? Siz, varolan sizi, varolan hayatınızı reddettikçe, direndikçe ondan kurtulamazsınız. Ne zaman ki direnmeyi bırakırsınız, kendinizle ve hayatınızla barışırsınız, heyecan biter. Kabullenme olduğu anda, sınav süresinin bittiğini düşünün. Sınav kağıdıyla cebelleşmeniz bitmiştir. Artık ne yaptıysanız, kağıdınız okunacak, not alacaksınız. Kafanızdaki sınav stresinin bitmesi, bir rahatlama. İşte ancak o zaman yeniliklere yer açabilirsiniz.

Bir savaşta olmaktansa, bir barışta olmak her zaman daha fazla fırsat sunar size.
sevgiler :)

7 Aralık 2012 Cuma

Peki Ya Hayallerimiz N'olcak?

Varolanı kabullenmek dedik ya, işte varolan sıkıntınız sizin bu dünyadaki sınavınızdır. Şükretmeniz gereken bir durumdur.

Biraz daha açalım bunu. Hani hep hayallerinizi gerçekleştirin, diyoruz ya. Onları sadece siz gerçekleştirebilirsiniz, diye yazıyoruz ya. Ama öncesinde mevcut durumunuzu kabullenmeniz lazımdır. Nedir mevcut durumunuz? Bunu kabullenin. Hayallerinizi bunun üzerine inşa edemezsiniz.

Önce bu durumu neden yarattığınızı araştırın. Bilinçaltınızda mantık yoktur. Mantıkla bulmaya çalışmayın. Alıngan bir insansanız, ve eğer dışardaki insanları suçlamayı bırakıp da kendi içinize dönmüşseniz, "neden alıngan olmam gerekiyor?" diye sorun. Üzgünseniz, "neden üzgün olmam gerekiyor?", sınavda heyecanlanıyorsanız, ilişkileriniz kötü gidiyorsa, "neden böyle olmak zorunda" diye sorun. Öyle ya? Boşu boşuna kendinizi üzgün hissetmiyorsunuz, boşu boşuna kırılmıyorsunuz, heyecanlanmıyorsunuz, bozulmuyorsunuz, rahatsız olmuyorsunuz. Hep altında sizi bir şeylerden uzak tutmaya çalışan bilinçaltınız vardır. Ama niyeti tamamen iyidir. Size bir kastı yoktur :) Onun mantığı yoktur. Bozulursun ki, kendini değersiz hissettiğin anlaşılmasın, o ortamdan uzaklaş diye. Üzülürsün ki, belki üzülünce elde edersin istediğini, üzülmene dayanamaz geri döner sevgili.

O yüzden hedeflerimizi gerçekleştirmeden önce, neden bu durumda olduğumuzu sorgulamalı ve bunu bulmalıyız. Bunları teker teker temizledikten sonra hayallerimize doğru ilerleyebiliriz. Ancak, yeni bir siz olarak :)

sevgiler

Güzel seyler sana gelmez, sen onlara yürüyeceksin....
MEVLANA

Kabullenmek

Değişimin önündeki en büyük engel, varolanı kabullenmektir. İçinde bulunduğu duruma direnç göstermek, onu öyle kabul etmek yerine sürekli mücadele etmek, görmezden gelmez, yeni bir sayfa açmanıza engel olur. Çünkü orada kapanmayan bir hesap vardır.

Bilinciniz artık mevcut duruma bir son vermek ister. Ters gelir ona, anlamsız gelir. Karşılaştırır, görür daha farklı yapabilenleri. Onlar gibi olmak ister. Ama zincirleriniz bilinçaltınızın elindedir. Varolanı yaratan bilinçaltınızdır. Bilinçaltınıza direnmek demek, kendinizle mücadele demektir ve sonunda mağlup olmak demektir.

Çünkü, bilinçaltı sizin zararına çalışmaz aslında. Yaptığı ya da yaptırdığı şeyler sizin faydanıza, yapmanız gereken şeylerdir. Siz bilincinizle örneğin sigarayı bırakmak istersiniz artık, ama bilinçaltınız "sigara içmenin" faydalı bir şey olduğuna inanmıştır. Çünkü bir çok şeye hizmet etmektedir. Kendinizi özgür hissedersiniz, belki iş yerinde mola verirsiniz bunun sayesinde, arkadaşlarla muhabbete katkısı vardır, yalnızken elinizi koyacak yer bulamazsınız vs vs vs. Demek ki nedir? Sigara içmek aslında faydalıdır, bilinçaltınızda yani. Ama bilinciniz sağlığınıza zararlı olduğunu farketmiştir ve bırakmanızı istemektedir. Bırakmanız kolay olmaz. Çünkü bilinçaltınızın bir bütünlüğü vardır ama mantığı yoktur. Bilinçaltı değerlendirme yapamaz. Vakti zamanında neyi, nasıl kabul etmişseniz, bunu aynen kaydeder. "Ama daha küçüksün? Ama her olayda mı böyle olacak? Ama bu bir istisna!" gibi yorumlar yapamaz. Aynen kayıt.

Dediğimiz gibi, önce kabullenmek gelir. Sigara içmenin aslında size fayda sağladığını kabullenmeniz gerekir. O faydaları bulmanız ve kabul etmeniz. Ondan sonra, bilinçaltınızın kapıları size açılacaktır. O zaman, o inançları değiştirebilirsiniz ancak.

Kendi kendinizle mücadele edip yorulmayın, önce kendinizi kabul edin.
sevgiler :)

6 Aralık 2012 Perşembe

Hazır Olmak

Bazen, bazı kararları alabilmek, bazı adımları atabilmek için bekleriz. "Ama şöyle olsun, ama böyle olsun da sonra" diye erteleriz. Şartların uygun olmasını bekler, o zaman harekete geçeceğimize inanırız.

Halbuki, şartlar hiçbir zaman uygun olmayabilir. O mükemmel an hiçbir zaman gelmeyebilir. Peki nedir bizi tutan şey, engelleyen şey?

Hazır olmamaktır. Kendinizi o kararı uygulamak için daha yetersiz hissetmektir. Ama yetersiz hissettiğinizi kabul etmek yerine, bahanelere sarılırsınız. Böylece canınız daha az acır. Örneğin, bir çok evlilik, artık bitmesine rağmen, bitirilemez. Çocuklar büyümelidir, ergenlikleri geçmelidir, bi kendilerini kurtarsınlar, bi evlensinler öyledir. Ama öyle de olsa bitmez. Çünkü insan buna hazır değildir. Kötünün içinde kalmaya devam eder. Çünkü kötünün alternatifi daha kötüdür. Daha kötüden kaçar, kötülerin iyisini seçer ve o hayatı yaşar.

Sonra ne olur? Sonra, hayat biter. Suçlu siz misinizdir? Tam değil, siz başka türlü zaten davranamazsınız. Ama kendinizi değiştirme çabasına girmediğiniz için suçlusunuzdur. Ve bunu yapabileceğinizi bildiğiniz halde bunu yapmıyorsanız kendinize haksızlık etmişsinizdir.

Yarının seçimini bugün yapıyoruz aslında. Mevcut durumunuzu "bugünkü siz" olarak çözemezsiniz. Çünkü zaten "bugünkü siz" sorunu yaratmıştır, bu noktaya sizi taşımıştır. O halde, "yeni bir siz" olmak zorundasınız. Yeni bir siz olmak demek, farklı bir hayat demektir.

Bu akşam nasıl bir insan olmak istediğinize, nasıl bir hayat yaşamak istediğinize karar verin. Bir liste yapın kendinize. Önceliklendirip numaralayın bunları. Sonra da sizinle bunlar üzerine çalışalım.

Bu akşam bu iyiliği yapın kendinize....

sevgiler :)


4 Aralık 2012 Salı

Üzerinde Çalıştığım Bir Proje

Bu aralar, bir proje üzerinde çalışmaktayım. Olgunlaştırmam lazım. Projemin amacı, finansal özgürlüğe giden bir yol açması. Ama sadece bana değil, herkesin faydalanmasını istiyorum bundan. Bir umut olmasını istiyorum. Elim kolum bağlı diye düşünenlere bir fırsat olsun. Herkes eşit şekilde kazansın. Böyle bir hizmet getirmek istiyorum işte. Mesela, internetten alış-veriş siteleri var, markafoni, trendyol gibi. Çok güzel bir hizmet sundular bizlere. Benim de yapmak istediğim insanların işine yarayacak, işlerini kolaylaştıracak, böyle bir hizmet. Ancak bunlardan farkımız sadece bu hizmetin sahibi kişi kazanmasın. Tamam, emek harcayan onlar ama olsun, isteyen herkes de kazansın. Hem de oturduğu yerden kazansın. Ne olacak ki? Güzel olmaz mı?

Biraz erken açtım fikrimi sizlere, ama fikirlerimize, paylaştığımız sürece daha fazla sahip çıkarız. Hevesli ve heyecanlıyım bu konuda. Tabi, öncelikle iyi bir plana ihtiyacım var. İyi bir ekibe. Gerçekten, bu konuda inancım tam. Siz de beni takip edin bu konuda. Bir şeyler olacak, ama bakalım, hayırlısı diyelim :)

hepinize sevgiler

Kontrol Etmeli Mi? Kontrol Etmemeli Mi?

Bazen hayatımızın akışını kontrol edemeyecek durumda olabiliriz. O zaman akışta kalmak lazım. Direnmenin bir anlamı olmaz. Akıntıya kürek çekmek yerine, akıntının hızından faydalanmak. Vardır her sıkıntıda bir nimet. Bunu keşfetmek, bunu bulmak. Zaten insanoğlu değil miyiz? Başımıza, her an her şey gelebilir. Önemli olan başımıza gelene karşı duruşumuzdur. Çünkü, bazen kontrol bizde değildir. Bu durumlarda ise tek kontrol edeceğimiz şeyse ancak ve ancak kendimiziz.

sevgiler

Yağmurlu Havalarda Yayalar

Bugün Ankara, karla karışık yağmurlu. Süper bir altyapımız olduğu için de yollar hemen sularla dolmuş. Sevgili Melih Gökçek'e sorsanız, eski belediyeler yüzünden diycek. Eski, ne kadar eski? Şikayeti Hititlere kadar uzatabilir :) E tabi, üst yapının getirisi daha fazla. Yatırımlar da hep oralara...Neyse...

Benim diyeceğim şu ki: Araba kullanırken önceliği yayalara vermek lazım. Trafik ışığını felan 2.plana atıyorum. Zaten şakır şakır yağmur yağıyor, yayalar sırılsıklam ıslanırken, ben arabanın içinde korunaklı bir şekilde gidiyorsam, öncelik onlarındır. Ayrıca, su birikintilerinin üstünden geçerken de yanda bir yaya varsa yavaşlamak lazım. Ne olur sanki 2-3 sn. geç gitsen gideceğin yere, di mi? Dikkat etmek lazım. Hepimizin başına gelebilir, gelmiştir de.

Bugün arabasını su birikintisinden korumak için kaldırıma doğru yaklaştıran, ama hızını kesmeyen ve oradaki suyu yayalara sıçratan bayan şoföreydi lafım. Tabi, belediye başkanımızın da kulaklarını çınlattık. Ama kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla, di mi :)

sevgiler

3 Aralık 2012 Pazartesi

Geçmişi Şifalandırma Çalışmaları

Bu aralar, bununla ilgileniyorum. Farkında olmadan geçmişi bugünümüze taşıyoruz hep. Çocuklukta hatırladığınız bir imaj, ses ya da his, bugün etkisini devam ettirmektedir.

Benim görsel yönüm daha baskın olduğu için, genelde imajlar şeklinde bir geçmiş arşivim var. O yüzden hep imaj olarak bahsedeceğim.

Siz de benim uyguladığım tekniği kendi başınıza uygulayabilirsiniz.

Önce aklınıza çocukluğunuzla ilgili gelen bir resim düşünün. O resim bir olayı temsil eder. Ve o resmin arkasında yatan, unutamadığınız, bugüne taşıdığınız bazı şeyler vardır. Bunu keşfedebilmek için, o resmin içindeki siz olun yeniden. O çocuk neler söylüyor? Neler hissediyor? Yeniden bir yaşayın. Sonra da şimdiki halinizle onun yanına gidin. Korktuğu, ürktüğü şey konusunda onun yanında olduğunuzu anlatın. Hatta, şimdiki halinizden bahsedin. Ona küçük olduğu için korktuğunu ve artık büyüdüğünü, korkmasının, tedirgin olmasının anlamsız olduğunu söyleyin. Sonra yeniden o olun. Ama bu sefer, ikna olmuş bir şekilde, şu anda korkmayan siz olarak, onun içinde belirin. O resmi gözünüzün önünde yeniden canlandırın. Emin olun ki, resim bile değişecektir :)

Unutmayın, geçmişin şifası, bugünün yaralarını sarar. Ve sizi sizden başkası biraz zor şifalandırır. Sadece yönlendirir, konsantre olmanızı sağlar, ama olay sizde biter.

sevgiler :)

28 Kasım 2012 Çarşamba

Dünyayı Hizaya Sokmak

Muhteşem Yüzyıl sadece bir diziyken, ülkemizin gündem maddelerinden biri oluverdi. O dönemler, padişahın ağzından çıkan her söz emir. "Tiz vurun kellesini" dese, kelle gidiyor. Çünkü Hak'kı, adaleti o temsil ediyor.

Hal böyle olunca bizim de aklımıza şöyle bir söz geldi: "En zor sınav, güç senin eline geçtiğinde başlar."
Çünkü güç sendeyse, birinin lafı seni rahatsız mı etti: "vurun kellesini!", halinden tavrından hoşlanmadın mı: "atın içeri!" deme hakkın var. Dışardaki rahatsızlıkları ortadan kaldırınca sen huzur buluyorsun ya da öyle sanıyorsun. "En zor" deme sebebimiz de bu. Kontrol senin elinde olduğu için, içeriye yönelmek, kendini düzeltmeye çalışmak yerine, dışarıyı hizaya sokuyorsun, buna gücün var.

Güç sende değilse de sabrediyosun. Hani "sabır erdemdir" deriz ya. Ya da "sabreden derviş muradına ermiş". Sabretmeyi sınav olarak görüyoruz. Aslında sınav sabrettiğin şeyde. O anda. Onun farkında değiliz. O durumun geçmesini bekliyoruz. Beklemeyi, sınavdan sayıyoruz.

Bir dizi vardı. Kral'ın dostunu doğa üstü güçler kaçırıyor, farklı bir boyuta. Ve kral da onu kurtarabilmek için bir sürü sınavdan geçmeli. Kral epey güçlü, hepsinden geçiyor. Sonra karşısına bir köylü çıkıyor. Veriyor veriştiriyor krala, ne hareketler, öyle böyle diil. Kral da dayanamıyor, kılıcıyla onu öldürüyor. Ve sınavını orada kaybediyor. Açıklaması da şöyle: "Eğer sağır olsaydın, bunları duymazdın ve öyle bir tepki vermezdin." Yani insanın kendi içinde bitiyor her şey.

Esas düşman içimizde. Eğer o düşmanı yenersek, dışarısı da barış ve huzur dolu olur.

sevgiler :)

26 Kasım 2012 Pazartesi

Koyunlarla Kuzuların Buluşması


Hani bir haber vardı hatırlar mısınız? Bir köyde, yaklaşık 700 kuzu annelerini bulmuştu. Koyunlarla, kuzular, ayrı ayrı yerlerde kalıyorlar. Her gün beslenme için yanyana geliyorlar. Normal şartlarda, kuzuların, %90'sı annesini buluyor, anne de yavrusunu. Ve bu buluşma anı da en fazla 3-5 dakika sürüyor.


Şimdi, aklımıza bir fıkra geldi. Olay uzakdoğuda geçiyor. Çin'de diyelim. Avrupa'dan gelen bir sürü turist grup ve her birinin başında da Çinli bir rehber. Bir Çinli rehberlerden biri, bir ara grubuna şöyle sesleniyor: "Kaybolmayın sakın. Zaten hepiniz birbirinize benziyorsunuz." :)

Halbuki, biz de hep bunu düşünürüz: "Ya adamların hepsi birbirine benziyo, nasıl ayırediyorlar birbirlerini?"
Meğersem, ordan da burası böyle görünüyormuş. O yüzden, koyunlarla kuzuların buluşmaları bize "vay be, 3-5 dakika mı, nasıl da tanıyorlar birbirlerini" diye haber konusu olacak bir olay gibi geliyor. Oysa ki herkesin, her canlının apayrı bir dünyası var ve o dünya ona özel.

İşte, size farklı bir bakış açısı daha :) sevgiler

23 Kasım 2012 Cuma

Bedenimize Şiddet Uygulamıyoruz!

Yoga konusunda insanlar ne kadar önyargılı. Hep akıllarda oturup, bağdaş kuran bir imaj var. Halbuki yoga çok daha farklı. Aşağıda 93 yaşındaki bir teyzeyi görüyorsunuz. Yaptığı hareket kolay değil, hem de bu yaşta. Ama demek ki insan bedenine iyi bakarsa yapabiliyor. Kim bilir belki, bu resim, bu yazı ve yoganın faydalarını okudukça kafanızdaki imaj değişir :)



Özellikle, bütün gün bilgisayar ya da masa başında oturmak, sağlıksız duruş şekilleri sonucu çoğumuzda ilerleyen yıllarda kas ve iskelet sistemi rahatsızlıkları ortaya çıkıyor. Sonra insan hangi doktora gideceğini bilemiyor: Fizik tedavi uzmanına mı, ortopediste mi, yoksa nörolojiye mi? Ama sonuçta hepsinin ortak bir sözü var: Spor yapacaksınız. Peki hangi spor? Spor yaparken sakatlanan da bi çok insan tanıyoruz.

O yüzden, biz kendimiz için en uygununun yoga olduğuna karar verdik. Bugün ilk dersimize gittik. Hocamız kendimizi zorladığımızı farkettiği zaman şöyle dedi: "Bedenimize şiddet uygulamıyoruz." Öyle ya, herkesin sınırları farklı. Herkes kendi sınırlarını zorlamalı. Ayrıca, kaslar yıllar içinde iyice gerginleşiyor. Biriken stres, yorgunluk, yıpranma. Öyle birden bire sağlıklı bir kas gibi zorlamamak lazım. Yavaş yavaş, kendi sınırlarını zorlaya zorlaya. Hem kendi bedenini tanıyor bu şekilde insan, hem de sınırlarını aşıyor. Hareketi nereye kadar yapabilirsen, senin için orası iyidir. Orada durmayı bileceksin.

Neyse, şimdi kısaca da faydalarından bahsedelim. Biraz uzunca bir alıntı oldu ama yazı güzel gerçekten(Eskiden sakladığım için kaynağını belirtemiyorum malesef):

Yoga duruşları egzersizlerden farklı olarak kardiovasküler sistemde gerginlik yaratmamakta, fiziksel sağlığı ve dayanıklılığı geliştirmektedir. Bu nedenle, onlar hem sağlıklı hem de rahatsızlığı olan kişiler için yararlıdırlar.

20 dakika Yoga çalışması sağlık açısından bir saat jimnastik antremanından daha etkileyicidir. Bir Asana'nın uygulanması 10 jimnastik egzersizinden daha etkileyicidir. Asana'ların jimnastik egzersizlerinden daha etkileyici olmasının sırrrı hareketlerin yavaş ve bilinçli yapılması, nefesin hareketle senkronize edilmesi ve duruşta bir süre kalmadır. Yavaş, bilinçli hareket ve duruşta kalma sayesinde kaslar, kirişler ve bağlar uzanmakta, güçlendirmekte, sıkılaştırmakta ve sağlam kılınmakta, eklemler esnetmekte, bedenin enerjisi dengelenmekte ve konsantrasyon artmaktadır. Jimnastik egzersizleri kalbi gerip yıpratmakta ve enerjiyi tüketmektedir, oysa duruşlar gerginliği attırmakta ve enerjiyi arttırmaktadır. Bunun dışında yavaş hareket ve duruşta kalma iç organları ve bezleri canlandırmakta ve onların fonksiyonlarını düzene sokmaktadır.

Birçok spor türü vardır ki kasları zorlayarak sıkıştırıyor ve şişiriyor. Zaman içinde boyle şişirilmiş kaslarda ağrılar meydana çıkıyor ve spor artık yapılmadıkta çabuk yağlanma başlıyor. Yoga çalışmaları ise kasları esnetiyor, uyumlu geliştiriyor ve normal boyutlarına ulaştırıyor. Spor yaparken çabuk çalışan kas hareketin hızıyla sürüklenmekte ve sertleşmektedir, oysa Asana yaparken yavaş çalışan kas kendi gücünü kullanmakta ve esnemektedir. Sporda yapılan sert hareketler, kaslarda oksijen yetersizliği yaratıyor ve bu yüzden solunum sıklaşıyor. Akcigerler zorlanıyor ve kalp yorularak yıpranıyor. Oysa sağlıklı olmak için yalnız kaslar değil tüm iç organlar ve salgı bezleri dengeli bir şekilde çalışmalıdır. Yoga çalışmaları bedende artı bir enerji üretmekte, denge sağlamakta ve bu enerjiyi ve dengeyi korumaktadır.

Duruşlar uygulanırken enerji depolanmaktadır oysa jimnastik egzersizleri yapılırken enerji tüketilmektedir. Bu nedenle Asana'lar uyguladıktan sonra birey kendini tazelenmiş ve enerjik hissetmektedir, oysa jimnastik egzersizleri yaptıktan sonra birey kendini yorgun ve bitkin hissetmektedir. Duruşta kalırken enerji korunmakta ve enerji akımları güçlenmektedir, böylece birey kendini dinlenmiş, canlı ve neşeli hissetmektedir. Duruşlar uygulanırken iç organlar masaj etkisi almakta ve canlanmaktadır, oysa jimnastik egzersizleri yapıldıkta iç organlar gerilmekte ve yıpranmaktadır. Asana'lar uygulanırken kaslar şekillenmekte, oysa jimnastik egzersizleri yapıldıkta kaslar sismektedir. Duruşlar uygulanırken beden esneklik kazanmakta, oysa jimnastik egzersizleri yapıldıkta beden sertmeşmektedir. Asana'lar yalnız bedeni değil zihni de etkilemektedir; insan kendini huzurlu ve sağlam hissetmektedir. Oysa jimnastik egzersizleri yalnız bedeni etkilemektedir. Yoga duruşlarını uygulayan insan her zaman sağlam, güçlü, kararlı ve genç görünmektedir.

Sabit duruş sırasında kaslar esneklik kazanmaktadır. Duruşta kalma süresi kasların esnemesine verilen zamandır. Duruş yapılırken kaslar asla zorlanmamalıdır. Kas zorlandıkta kendini korumak için kasılmaktadır. Bu halde zorlamak olumlu bir sonuç vermez ve kaslar zedelenebilir. Kasları esnetmek için onları gevşetmelisiniz.

Kişisel Algılama!

İnsanlar seni yanlış anladığında dert etme,
Duydukları senin sesin,
Fakat akıllarından geçirdikleri kendi düşünceleridir...

Mevlana

Bir Azmin Hikayesi Daha

Elazığ'da, Anadolu Lisesi Sınavı'ndan yüksek puan almasına rağmen, okula gönderilmeyen ve 14 yaşında evlendirilen Esra Gülmez, 15 yıl sonra yeniden başladığı eğitim hayatında, Fırat Üniversitesi (FÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü'nü bitirip, öğretmen oldu.


Evlendikten sonra 3 çocuk sahibi olan Gülmez'in eğitim özlemi bitmedi. Çocuklarını büyüten Gülmez, 15 yıl aradan sonra, 1994'te yeniden başladığı eğitim hayatında, önce ortaokul ve liseyi dışarıdan bitirdi.

Girdiği üniversite sınavında da başarılı olan Gülmez, Fırat Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü'nü kazandı. Gülmez, üniversiteyi bitirdiği yıl sınıf öğretmeni olarak atandı. Halen Elazığ Bilim Sanat Merkezi'nde rehberlik biriminde görevini sürdüren Esra Gülmez, bir yandan da hem yüksek lisansını, hem doktorasını tamamladı.


Haberin orijinali bu linkte: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/21987129.asp

Eğer ki hala bir şeyleri yapmak için geç kaldığınızı düşünüyorsanız, öyle olmadığını gösteren çok güzel bir örnek bu haber.

sevgiler

22 Kasım 2012 Perşembe

Ol-mak ya da DAVRAN-mak, Mesele Biraz Bilinçaltında :)

Bir önceki yazımızda anlattığım örnek biraz havada kalmış galiba. Daha güzel bir örnekle açıklayalım o zaman.

Şimdi bir kişi OL-mak ya da öyle bir kişiymiş gibi DAVRAN-mak arasında dağlar kadar fark vardır. Diyelim ki siz, "hayır diyemeyen bir kişisiniz". Bir türlü "hayır" diyemiyorsunuz, kendinize öncelik veremiyorsunuz. Artık bu sizi rahatsız etmeye başladı, hatta canınıza tak etti. Siz artık değişmek istiyorsunuz. "Hayır" diyebilen bir insan olmak istiyorsunuz. Diyin o zaman! Sizi engelleyen ne :)

Cevap doğru, her zamanki gibi bilinçaltı kodlarınız :)

Dolayısıyla, eğer ki siz "hayır" diyebilen bir insanın iç rahatlığına kavuşana kadar, bu şekilde davranırsanız, yani "hayır" demeye başlarsanız kendiniz huzursuz olacaksınız. Bir süre sonra da böyle davranmaktan vazgeçeceksiniz zaten. Olay da bu işte. OL-madığınız bir insan gibi DAVRAN-mak.

O halde, önce OL-mak lazım, di mi? Önce, "hayır" diyen bir insan gibi hissetmek. Önce o OL-mak, sonra da uygulamaya geçmek.

İnsan, OL-madığı biri gibi davranamaz, sadece rol yapar. Belki herkesi kandırabilir ama kendini kandıramaz. İç huzursuzluk artar. İçinden gelmez çünkü, içinde bir şeyler ona engel olur. Kendiyle mücadele haline girer. Doğal hali değildir. Sürekli tetikte olması gerekir.

O zaman n'apıyoruz? Önce, bilinçaltımızı hazırlıyoruz. Onu kendi tarafımızda yer almaya ikna edersek, akışta bize destek oluyor, yoksa köstek. Ve eğer onun gönlü olmazsa da, her zamanki gibi kazanan o oluyor. Bunu aklınızdan çıkarmayın. Size verdiğim Güç Duruşu egzersizi de bilinçaltı seviyesinde bir çalışma. Bilinçaltınızı hazırlama amaçlı.

Hep dediğimiz gibi, bilinçaltımız bizim sadık bir hizmetkarımız aslında, yeter ki bunun farkında olalım.

sevgiler :)

20 Kasım 2012 Salı

Çok Kararsızım Çok :)

Aslında kararsızlık, karar veremeden durup kalmak, seçim yapmamak da bir seçimdir. Mevcut durumu koruma seçimi.

Genelde, bir adım atamamanın ardında yatan sebep, sizin o seçim yapacağınız kimliğe bürünemiyor olmanızdır. Kendinizi o kimlikte güvensiz hissetmenizdir.

Örneğin, sosyal bir insan olsam. Parmak şıklatınca olmuyor. Önce o kişi olmayı seçmek gerekiyor. Sosyal bir insan nasıl hisseder? Bunu iliklerime kadar hissetmeliyim ki o seçimi yapabileyim. O kişi olabileyim.

Bu konuda, size güçlü bir teknik önermek istiyorum. Adı Güç Duruşu. John Harricharan'a ait bir metot.

Bu teknik 3 adımdan oluşmakta:
1. Önce kendinizi huzurlu hissetmeniz gerekiyor. Bunu bir anınızı gözünüzün önüne getirerek, kendinizi rahat ve iyi hissettiğiniz bir kişiyle birlikte olduğunuzu düşünerek, ya da huzurlu hissettiğiniz bir yerin hayalini kurarak başarabilirsiniz.

2. Sonra, o kişi olsanız nasıl hissedersiniz, bunu imgeleyin. Nasıl bir tavrınız, edanız olur, nasıl bir duygu içinde olursunuz. 1 dakika boyunca hissedin yeter.

3. En sonunda da bu kişi olduğunuz için şükredin.

Teknik çok kolay ve denemesi bedava :)

sevgiler

19 Kasım 2012 Pazartesi

Gerçeklik-III

Her şey önce zihnimizde başlar. Önce her şey bir fikirdir. İlişkiler, para, meslek, hatta siz kendiniz bile bir fikirsinizdir. Sonra bu fikirler gerçekleşmeye başlar. Sizin gerçeğiniz olmaya başlar.

"Dervişin fikri neyse zikri de odur." diye bir söz vardır bilirsiniz. İşte, tam da böyledir. Kendimiz düşünürüz, kendimiz inanırız, inandığımızı da yaşarız.

Peki ya her şey bir yalansa? Yani, kendi hakkımızdaki düşüncelerimiz mesela. Aslında biz düşündüğümüz gibi biri değilsek, biz daha farklı biri olabilecekken yıllardır kendi söylediğimiz yalanlara inandığımız için böyle biriysek. Ne dersiniz? Olabilir mi?

Kendini, değersiz, yetersiz, sevilmeye layık görmeyen, bir işi doğru düzgün başaramadığını düşünen, kararsız bulan, dirençsiz bulan vs. bir çok insan vardır. Bunlar onun kendine koyduğu etiketleridir. Belki başkaları onu böyle olduğuna ikna etmiştir, o da inanmıştır. Ve buna inanan bilinçaltı da hayatını bu şekilde yönlendirmektedir. Ama nasıl?

Şöyle ki: Bilinçaltı bu eksikleri saklamak zorundadır. Bunlar, güçsüz, zayıf yönlerdir. Ortaya çıkmamalıdır. Yoksa, insan hayatta kalma şansını yitirir. Bunları kamufle eder. Mesela, kendini sevilmeye layık görmeyen bir insan için, "insanlara güven olmaz" diye bir inancı güçlü kılar zihinde. Ve sevgiyi reddeder, çünkü layık değildir. Buna da inanmıştır. Bu şekilde hayatını sürmektedir.

İşte, kendi zihninizde aslında yalanlarla yaşadığınızı bilirseniz, bu güçlü potansiyeli gerçekten özgür iradenizle işe yarar hale getirebilirsiniz. Nasıl mı? Daha güzel yalanlar söyleyerek :)

sevgiler




16 Kasım 2012 Cuma

Hürrem'in Kanuni'ye Aşkı

Bu yazımız tam bir dizi yorumuyla başlıyor. Biliyorsunuz ben Muhteşem Yüzyıl mudavimlerindenim :) Şimdi, 72. bölümde (geçen hafta yani) Hürrem Sultan, Kanuni'ye aşkını yeniden kanıtlamıştır. Ben de şaşırdım açıkcası, böyle bir tutku beklemiyordum. Hayatının tek anlamı aşkıymış meğersem. Neyse konuya dönelim. Perşembe günlerini hasekisiyle geçirmesi bir gelenek olan padişah, Hürrem yerine Firuze'yi tercih etmiş ve Hürrem de bunu öğrendiğinde perişan olmuştur. İşte odasına dönerken, Hürrem'in ağzından dökülen sözler:

Ya Rab, sevgilinin maksadı ne? Bir bilseydim. Kaçacağım yolu bağlamış. Gönlümü de kararımı da almış gitmiş.

Ya Rab, o benim varım yoğum, o benim merhametli padişahım, neden merhametsiz taş yürekli olmakta? Bir bilseydim.

Ya Rab, şu tüten dumanım , şu "Ya Rab" diye feryad edişlerim, ağlayışlarım sevgilinin kulaklarına erişebilecek mi? Sevgilim bunları işitecek mi? Bir bilseydim.

Ya Rab, bu coşkunluğum nedir? Yüzüme gerilen perde nedir? Çünkü benim için her şey sensin. Bana bir de sensin, bin de sensin. Her an susarken de söylerken de gözümde senin aşkın, senin hayalin var. Benim rızkım da sensin, zamanım da sensin.

Ya Rab "Balçıktan yapılmış beden evi nerede? Can evi, gönül evi nerede? Ey Allah'ım benim ailem nerede?Soyum sopum nerede?" diye feryadlar içinde kalmışım şu kirli dünyada. Ey gönül, sen asıl kendi şehrinden sürülmüşsün, sen burada gurbettesin.

Ya Rab kara yüzlü dünya gecesi benim gündüzüme eş olamaz. Benim ilk baharımın arkasından taş yürekli sonbahar gelmez. Ey hislere, hakikatlere perde olan dudaklarım artık susma vaktidir.

der Hürrem Sultan, ve zehri ağzına götürür.

Divan-ı Kebir'den alınmış bu gazelin orijinali aşağıdaki gibidir:

• "Ya Rabbi! Sevgilinin maksadı ne; bir bilsem!" dedim. Kaçacağım yolu bağlamış; gönlümü de, kararımı da almış gitmiş!
• Ya Rabbi! O, beni nereye kadar çekecek; bir bilseydim! Yularımı tutmuş, her tarafa çekip durmada; niçin, ne maksatla çekip duruyor?
• "Ya Rabbi! O, benim varım yoğum; o, benim merhametli padişahım! Neden merhametsiz, taş yürekli olmada; bir bilseydim!" dedim.
• Ya Rabbi! Şu tüten dumanım, şu; "Ya Rabbi!" diye feryad edişlerim, sızlanışlarım sevgilinin kulağına erişebilecek mi, sevgilim bunları duyacak mı; bunları bir bilseydim!..
• Ya Rabbi! Bir bilseydim; sonunda beni nereye çekecek! Ya Rabbi; bu bekleyiş gecesi ne kadar uzadı!
• Ya Rabbi! Bu coşkunluğum nedir, yüzüme gerilen perde nedir? Çünkü, benim için herşey Sen'sin; bana bir de Sen'sin, bin de Sen'sin, Sen!..
• Her an, susarken de, söylerken de gözümde Sen'in aşkın, Sen'in hayalin var; benim rızkım da Sen'sin, zamanım da Sen'sin!..
• Bazan, ona "av" derim, bazan "bahar" derim; bazan, ona "şarap" adını takarım, bazan da ona "mahmurluğum" derim!
• Balçıktan yapılmış beden evi nerede, can evi, gönül evi nerede? Ya Rabbi! Ben, buradan bıktım; asıl şehrimi, vatanımı arzu ediyorum!
• Ey gönül; galiba sen, işin farkında değilsin! Sen, asıl kendi şehrinden sürülmüşsün; sen, burada gurbettesin! "Ey Allah'ım! Benim adamlarım nerede;  soyum sopum nerede?" diye feryatlar içinde, şu kirli dünyada kalmışım!..
• Ya Rabbi; şehrime geri dönseydim de, padişahımın merhametini, o şehirdeki dostum, sevgilim olan canların hepsini de görseydim!
• Kara yüzlü dünya gecesi, benim gündüzüme eş olamaz; benim ilk baharımın arkasından taş yürekli sonbahar gelmez!
• Ey gerçek duygulara, hakikatlere perde olan dudaklarım! Hiç susmuyorsunuz; boş yere konuşup duruyorsunuz! Bu manasız davul ne zamana kadar çalınacak? Ah, işte perde yırtıldı gitti! 

Mevlana

Farklı Zihinler, Farklı Gerçeklikler

İnsanın başına her şey gelebilir. Tek değişen insanın bununla nasıl başa çıktığıdır aslında. Şimdi sözü Yiğit Özgür'ün karikatürlerine bırakalım. Burada zengin bir gerçeklikle, normal, sıradan bir gerçekliğin aynı olaylara vereceği farklı tepkileri göreceksiniz. Siz olsanız hangi tepkiyi verirdiniz? Diğer tepkiye sadece bir bakış açısı kadar uzakta olduğunuzu hatırlayın. İyi eğlenceler :)







Gerçeklik-II

Geçen gün büyükbabamla küçük kızım hakkında konuşurken bana şöyle bir şey söyledi: "Okuyup, iyi bir yere de girerse, kendini kurtarmış olur."

Bu hiç de yabancı bir söylem değil. Çoğumuz bu şekilde büyüdük ki çoğumuz bu şekilde yaşıyoruz :)

Küçüklükten beri, iyi bir yere girip çalışmak bizim ekonomik kurtuluşumuz olarak öğretildi. Hatta devlete girersen en garantilisi, dendi. Biz de hayatlarımızı bu şekilde yönlendirdik. Bildiğimiz tek yol bu oldu çünkü. Farklı yolları görüyorduk, fakat bize göre değildi onlar. Memur zihniyeti deriz ya. Bir yere gir, işin garanti olsun. Bu beyinlerimize kazındı.

İşte zihnimizde yarattığımız gerçekliğimizi, gerçeğimize dönüştürmeye çabaladık biz de. Çoğu genç üniversite sınavına bel bağladı. Kazanamayan kahroldu. Not ortalamaları önemliydi. Çünkü, bir yere girebilmek için yüksek olması gerekiyordu. Sürekli, "dersine çalış" diye büyümemiz de anne-babalarımızın bir tek bu yolu bilmesinden, diğer yolları bizim için riskli bulmasındandı. Riski yaratan da öncelikli zihindi. Cesareti kıran da.

Şimdi, küçüklüğümüzde bilinçaltımıza çizilen hayat tarzlarını yaşıyoruz ya da yaşamaya çalışıyoruz. Diyoruz ya insan aslında mükemmel bir varlık, gerçek bir güç. Bilinçaltını, zihnini, düşüncelerini değiştiren bu çarklardan kurtulup özgürlüğüne kavuşabiliyor. En azından farkına varıyor, kendi düşüncelerinin, korkularının hayatını yaşadığını. Ve bir sonraki adımda kendi korkularından sıyrılıp, özgürce seçim yapabiliyor.

Düşüncelerinizin esiri olmaktan kurtulup, onların efendisi olduğunuzu hatırlarsanız ki bunun için burdayız hepimiz, emin olun ki hayatınız daha farklı olacaktır.

sevgiler :)

15 Kasım 2012 Perşembe

Cömert Olmak

Cömert olmak, vermek, beklentisiz vermek insanın mutluluk kabını dolduran jestlerdir. Ne kadar çok kişiye, ne kadar çok jest yaparsanız, o kadar kazanırsınız.

Niye, biliyor musunuz? Çünkü insanoğlu, vermeden alamaz. Önce verebilmeyi öğrenmesi gerekir. Sevgi vermeden alamaz, dostluk vermeden alamaz, samimiyet vermeden alamaz. İnsanın önce kendi içinde olması gerekir. Olsun ki dışarda da bunlarla karşılaştığında farkına varabilsin. Önce kendi içinde olmalıdır ki verebilsin. Verebilsin ki tanışsın bunlarla. Tanımadığı, farkında bile olmadığı şeyleri nasıl alabilir ki insan, istersen önüne altın tepsiyle getir. Görebilmesi lazımdır ilk başta. Algılayabilmesi ya da.

Pintilik yapmadığı sürece büyür insan. Öyle güzel işlere de imza atar ki. Gönlü zengin insanların kurdukları dernekleri, hayır kurumlarını bir düşünün. Bunlar, vermek amaçlıdır. Alınan şeyse insanlıktır. Sadece insanlık değil, özgüven, özdeğer, özsevgi. Bunlar arttıkça insanın gerçek gücü de ortaya çıkar. Daha da büyür insan.

Bir "şükran günü" hiç yiyecekleri olmadığı halde babaları tarafından terk edilen ve o gün komşularının getirdiklerini yiyen bir aile. Anthony Robbins'in ailesi. Ve o gün verilen bir karar: "Babamın yaptığını seçmiyorum, ben herkese yardım eden bir insan olacağım."  Ertesi sene şükran gününde 2 komşusuna yiyecek götürüyor. Sonraki senelerde sayı artıyor. Vakıf kuruyor. Daha da çok insana ulaşıyor bugün kurduğu vakıfla. Yardım ettiği insan sayısı arttıkça kendisi de büyüyor. Ruhsal olarak büyüdükçe, öz-değeri de büyüyor. Ondan bir şeyler öğrenmek isteyen insan sayısı artıyor. Ama o kadar cömert ki veriyor. Yaptığı şey bu: Vermek. Ve verdikçe alıyor. Bu kadar basit başlıyor aslında, bir saatlik zaman diliminizin 1milyon dolar etmesi.

Kıssadan hisse, ya kendinize saklarsınız kendinizi ya da açarsınız gönlünüzü, cömert olursunuz, dünyaya bakışınız değişir, kendi engellerinizi aşarsınız ve sonra engel tanımazsınız. Her zamanki gibi seçim sizindir.

sevgiler

13 Kasım 2012 Salı

Gerçeklik-I

Aslında 10.Kasım'da yazmak istediğim bir şeyler vardı, ama kısmet bugüneymiş. Daha önceki yazılarımı okuyanlar bilir. Ben, Atatürk'ün tesadüfen gönderilmediğine ve yüksek varlık seviyesinde olduğuna inanıyorum. Savaşçı, devletçi kişiliğinden ziyade insanlığına hayranım. Ama konumuz bu değil tabi ki, konumuz kişisel gelişim.

Şu bir gerçek ki, Atatürk'ü seven de var, sevmeyen de. Lisedeydim. Bir arkadaşım, onu sevmediğini söylediğinde şaşırmıştım. Nasıl olabilirdi böyle bir şey? Mümkün müydü onu sevmemek? Yaptıkları gün gibi açık ortadaydı. Hepimiz bugün onun sayesinde bu hayatları yaşayabiliyorduk. Onu sevmiyorum demek, tamamen "bencillik ve cahillik"ti. Okusaydı böyle demezdi.

Tabi, o zamanlar atladığım bir şey vardı: Gerçeklik. Herkesin gerçekliğinin, zihnindeki dünyanın farklı oluşu. Sevmiyorum, diyorsa, gerçekten sevmiyordu. Ve onun zihninde Atatürk imajı o şekilde yerleşmişti. Zihin buna göre şekilleniyordu. Farklılığa imkan tanımıyordu. Okuyordu o da, okumuyor değildi. Ama kendi zihninde eşleşen bilgileri kabul ediyordu. Zihin haklı olduğuna daha da inanıyordu. Ters gelenlere muhtemelen sinirleniyor, algılamıyordu bile. Tıpkı hepimizde olduğu gibi. Kendine farklı gelen düşünceleri "bencillik ve cahillik" gibi kılıflarla algılamayı reddediyordu, "okusaydı böyle demezdi" diyerek haklılığını pekiştiriyordu.

Gerçeklik böyle bir şeydir işte. Zihnimiz siz farkına varana kadar böyle çalışır. Kendisine uymayan bilgileri eler, algılamaz, ikna olmuş görünse bile unutur. Ama işte, hepimizin bir gerçekliği vardır. O yüzden, karşınızdaki insan bir şeyler söylüyorsa, bu doğru olduğu için değil, kendi gerçekliğinde böyle olduğu içindir.

Geçenlerde ünlü birisi de türbanla ilgili, "öcü görmüş gibi oluyorum" demiş. Komik olan şu ki, bu hatunun  resimlerini koyup, altına "esas öcü sensin" denmesi. Tam zıddını düşünen bir insan, "kadın böyle diyorsa, gerçekten böyle düşünüyor olmalı", diyemiyor. Olay da burada kopuyor.

Herkes kendi kafasındaki gerçekliği adapte etmeye çalışıyor. Karşı tarafa fırsat tanımıyor. Saldırı ve ben haklıyım psikolojisine giriyor. 

Halbuki, dünyada tek gerçek ve tek gerçeklik yok. Bunu kabul ettiğimiz anda hoşgörü başlıyor. İşte o zaman, karşı tarafa kendini ifade etmesi için imkan tanıyıp, onun dünyasını anlamaya başlıyor insan. Hem kendi gerçekliğimiz zenginleşiyor, hem de kendi içimizde daha barışçıl oluyoruz.

Kıssadan hisse, ne diyoruz: "Öyle diyorsa, onun için gerçekten öyledir." Bir de bu bakış açısıyla yaklaşmaya çalışalım karşımızdakilere. Bakalım, neler değişecek?

sevgiler :)

Not: Gerçeklik önemli bir mevzu. Bu konudaki yazılarımıza devam edeceğiz.

9 Kasım 2012 Cuma

Geçmişle Barışmak

Geçmişle barışmak için önce geçmişin hesaplarını bir bir kapatmak gerekir. Hesaplar açık mı ki demeyin. Çocukluğunuza dair hatırladığınız bütün olayları listeleyin. Bir olaya ait sadece bir resim bile kalmışsa kafanızda listeleyin onu. Üstünde bile durmadığınız bir olaydır muhtemelen, ama orada bir karar almışsınızdır. O kararla, şimdiki hayatınızı yaşıyor, yönlendiriyorsunuzdur.

Bu kararlarımızı nasıl bulabiliriz? Listelediğiniz olayları, gözlerinizi kapatıp, yeniden yaşayın. Ne hissediyorsunuz? O küçük çocuk, neler hissediyor? O çocuk, sözcüklerin anlamını bilemez, yaşadığını adlandıramaz. Ama şu anda, artık siz bilebilirsiniz. Hissettiği bir tedirginlik mi, kaygı mı, üzüntü mü, suçluluk mu, öfke mi? Neye karar verdi peki? Sevilmeye layık olmadığına mı, hiçbir şeyi beceremediğine mi, kimseye güvenmemesi gerektiğine mi? Ne diyor size? Bir işitin onu.

Geçmişte yaşanılan şeyleri değiştiremezsiniz, bu doğrudur. Ama aldığınız kararları değiştirebilirsiniz. Orada küçük bir çocukken, çaresizken hissettiğiniz o duyguyla eşleştirdiğiniz o kararlarınız artık geçerliliğini yitirmiştir. Ve bu kararları bugün değiştirebilirsiniz. Buna hemen şimdi başlayabilirsiniz.

Dün attığınız o tohumların hasat mevsimindesiniz, yarın da bugün atacağınız tohumların meyvelerini toplayacaksınız. Gecikmeyin, ertelemeyin. Geçmişinizle barışın ve kendinizi özgür kılın.

sevgiler :)

Sinir Olmak Yerine

Hani bu aralar Ali Ağaoğlu'nun bir reklamı var ya sürekli dönen, "beni anlamıyorsunuz!". Bu reklama çok kişi sinir oluyormuş.

Şimdi, sizin fikirlerinize, inançlarınıza, yaşam tarzınıza, dünya görüşlerinize ters düşen şeylerle her zaman karşılaşabilirsiniz. Bunlara sinirlenmeniz, sizin duygularınızın dışarıya bağımlı olduğu anlamına gelir. Bu da özgüvenle alakalı bir durumdur aslında. Duygularınız ne kadar sizin kontrolünüzde?

Özgüveninizin hangi noktada olduğunu kontrol etmek istiyorsanız, özellikle dünya görüşünüze ters düşen radyo, televizyon programlarına bir göz atın. Bakalım, ne kadar sinirlendirebiliyor bunlar sizi?

Sizi sinirlendiren aslında buradaki konuşmalar vs değildir. Farkına varabilirseniz, içinizdeki korkularınızın, önyargılarınızın tetiklenmesine sebep olur bunlar. Eğer siz, bunların değişmez olduğuna inanıyorsanız, en iyi, en doğru şeyler olduğunu düşünüyorsanız, siz bütün dünyayı kendi kafanıza göre şekillendirmeye çalışırsınız. O yüzden de farklı düşünceler, sözler, davranışlar filan sizi kızdırır.

Esnek olmaya başladığınızda ise, yani dünyada tek gerçeklik olmadığına, en doğru gerçekliğin sizin kafanızdaki gerçeklik olmadığına inanmaya başladığınızda ise farklılıklardan avantaj çıkarmaya başlarsınız. Daha anlayışlı, daha  hoşgörülü olursunuz ki bu kendinize yapabileceğiniz en büyük iyiliktir aslında. Karşınızdakini anlamaya başlarsınız. Çoğumuz, karşımızdakini duyarız ama kafamızdaki gerçekliğe uydurmaya çalışmaktan anlamayız. Farklı dünyalar, farklı renkler, farklı gerçeklikler olduğunu kabul ettiğiniz anda bu dünyayla ahenk içinde yaşamaya başlarsınız.

Mesela, Ali Ağaoğlu reklamın sonunda çok güzel bir laf ediyor: "tarih hayallerini gerçekleştirenleri yazar" diye. Reklama sinir olanların kaçırdıkları bir nokta bu. Çünkü, gerçekten doğruyu söylüyor. Hepimiz hayal kurarız, ama tarih hayallerini gerçekleştirenleri yazar. Yani, hayaller gerçekleşebilir. Aslında, güzel bir örnek, size manevi bir destek oluyor. Ama tabi, sinir olmak yerine önyargısız yaklaşabilirseniz.

Ya da mizahı açıdan çok güzel espiriler çıkarmışlar reklamdan. Bu da başka bir bakış açısı, benim çok hoşuma gitti:
Biz kadınlar, kıyafet dolabının önünde aynı Ali Ağaoğlu gibiyiz:
-Bu değil,
-Bu da değil,
-Bu çok sıradan,
-Bu hiç değil,
-Beni anlamıyorsunuz :D

Kıssadan hisse, siz ne kadar esnek olursanız, hayattaki fırsatları, şansları o kadar kolay yakalarsınız.

sevgiler

3 Kasım 2012 Cumartesi

Fedakar İnsanlarla Yaşamak

Fedakarlıkla ilgili daha önce bir yazı yazmıştık. Bu yazımızda bir insanın neden fedakar olabileceği, arkasında hangi nedenlerin yatabileceğini söylemiştik.

Şimdi de böyle bir insanla yaşıyorsanız nasıl tedbir alabileceğinizden bahsedelim.

Fedakar insan, beklentisi olan insandır. Evet! Beklentisi olmayan insanı hissedersiniz. Fakat, fedakar insan, bir beklenti sonucu yapar bunu, bunu da hissedersiniz. Hissetmiyorsanız da size söyler :) Ee, o fedakarlık yaparken iyi, karşılığını beklerken kötü, di mi :)

Eğer ki, böyle bir insanla yaşamak zorundaysanız, onun sizin için yaptıklarından dolayı minnet duygusu; beklentisini karşılayamazsanız suçluluk duygusu hissetmeniz normaldir.

Ama o insana ve kendinize yapacağınız en büyük iyilik, onun fedakarlık yapmasına izin vermemektir. Böylelikle, o da kendisi için yaşamaya başlar ya da buna mecbur kalır. Siz de minnet ve suçluluk duygularından sıyrılarak daha bağımsız kılarsınız kendinizi. Ona artık, fedakarlık beklemediğinizi hissettirin. Hayatının anlamını sorgulamaya başlayacaktır, sudan çıkmış balığa dönecektir belki de. Yeniden eski gücünü kazanmaya çalışacaktır. Öyle ya fedakarlık yapmasından almaktadır gücünü. Yılmayın, derim ama. Siz taviz vermezseniz, aslında ona da iyilik yapmış olursunuz. Onu bir oyunun içinden çıkarmış olursunuz.

Fedakar insanla yaşamak zordur ama artık yetişkinseniz, ve hala bu durumdaysanız, bu sizin de tercihiniz demektir. Ya şikayet etmeyeceksiniz ya da önlemini alacaksınız :) Bu kadar basit aslında.

sevgiler



Hata Yapmamaya Çalışan İnsanlar

Bazı insanlar vardır; açık kapatırlar. Bazıları vardır; açık ararlar.

Açık arayan insanlarla yaşamak zordur. Ama kendileri için hayat bir o kadar daha zordur. Niye derseniz?

İnsanların hep açıklarını gördükleri için ve bunları düşündükleri, belki dillendirdikleri için, kendileri hata yapmamak için uğraşırlar. Hata yapmamaları lazımdır. Açık vermemeleri lazımdır. Yoksa, verdikleri açık farkedilirse, onlar da aynı eleştirel tarza maruz kalabilirler. Kaçtıkları şey budur. Aslında bu tip insanlar kendilerini sürekli yargıladıklarının farkında değildirler.

Başkalarını eleştirirken aslında kendimizi görürürüz onlarda. Kendimizle yüzleşiriz. Ve farkına varana kadar da yüzleşmeye devam ederiz. Hatırlar mısınız size bir oyun önermiştim: Aynalar diye. Bu oyunu biraz daha oynayın bu hafta. Bakalım ilişkilerinizde sizi rahatsız eden şeyler nedir? Size nasıl ayna oluyorlar?

Açık arayan ve mükemmeli oynayan insanlarla çalışmak zordur. Onu değiştiremezsiniz. Ama ona izin vermemek sizin elinizde. Kendinize güvenin, karşı tarafa sınır koyun. Sizin sınırlarınızı aşamayacağını hissettirin ona.

Ayrıca her insan hata yapar. Bu sizin insan olmanızın bir gereğidir. Mükemmeli oynayan kişiler, küçükken eleştirelere fazla maruz kalmış olabilirler, belki kendilerinden daha gözde bir kardeş yüzünden ön plana çıkmaya çalışıyor olabilirler, ya da gerçekten eleştiri geldiği zaman ne yapacağını bilemeyeceği için, aciz kaldığını saklayabilmek için böyle bir yolu seçmişlerdir. Kim bilebilir?

Farkındalığın ne kadar önemli olduğunu görüyor musunuz? Farkında olmadan nasıl hayatlar yaşayabiliyor insanoğlu, hem de kendi tercihleriyle malesef...

sevgiler

2 Kasım 2012 Cuma

Terfiler

Terfiler hakkında yazalım bir de :) "Maaşlı çalışan" kategorisine girenlerin itici gücü.

Ben terfi için mücadeleleri şuna benzetiyorum: Hani sabit akan bir trafikte, arkanızdaki araba, önünüze geçmek için bir mücadele verir. Sizi sağlar, sollar, selektör yakar, hızlanır, en sonunda muradına erip önünüze geçer ya, sonra 1 araba öne geçmenin verdiği bir mutlulukla öyle devam eder yoluna. Ne kazandı? 1 araba önde gitme. Ama nerde? Hala aynı trafiğin içinde. O önde, siz arkada devam edersiniz aynı trafikte.

Bir kere terfi, dediğimiz gibi "maaşlı kategoride" çalışanlar için söz konusudur, ödül gibidir. Fakat, hakkıyla ya da farklı bir şekilde terfi eden kişi için bu kategoriye daha fazla bağlanma olur. Oysa ki ha memur, ha müdür farketmez! İkisi de aynı bilinç seviyesindedir. Parayla ilişkisi aynıdır. Para için çalışır. Birinin yetkisi daha fazla, daha az farketmez. Belirli saatlerini vermek zorundadır. Tatilini belirli günlerde yapabilir. İzin istemelidir. Belirlenen görevleri vardır. Üstleri vardır. Kısacası özgür değildir.

Bazen, dergilerde felan görüyorum, ellerini kavuşturmuş, "bilmem ne" şirketinin genel müdürü olmuş, gururla resim çektiriyorlar. Sonra ekliyor, "çok çalıştım, azimliydim" felan. Geldiği noktayla övünüyor. Gıcık olmuyorum, yanlış anlamayın, fakat onların baktığı açıdan bakmıyorum olaya. Benim gözümde hala maaşlı çalışan kategorisindeler. Ben övünecekleri bir durum göremiyorum. Çok çalışmış, o noktaya gelmiş olabilirler ama benim bakış açımda hala aynı noktalar. Bilinç olarak yani. Başladığı nokta ile geldiği nokta arasındaki fark sadece maaş, yetki, ünvan. Ya bağımlılık? Bunu henüz aşamamışlardır. 1 araba öne geçmişler. Hadi bunlar 4-5 araba öne geçsinler :) Bir fark yok aslında.

O yüzden, terfileri artık daha farklı görüyorum. Terfi edemediği için üzülenleri, haksız yere öne geçenleri izliyorum sadece. Küçük, dar bir alanda sıkışık kalmış düşünceler olarak görüyorum. Daha büyük hayalleri olmalı insanların diye düşünüyorum.

Bu arada, iş yerinizde haksız yere terfi eden birisi olduğunu düşünüyorsanız, size farklı bir bakış açısı vermek isterim. Öyle ki bu insana kızmak yerine acıyabilirsiniz bile. Düşünsenize, terfi edebilmek için verdiği mücadeleyi, siz huzur içindeyken, ve sadece terfiler açıklandığında üzülürken, o kişinin daha uzun bir süreçte hırslarıyla kendini yediğini. Ayrıca, haksızlık yapan bir kişinin içi hiç bir zaman rahat olmaz. Neden derseniz? Kişi, dışarıyı da her zaman kendi gibi görür. O yüzden, o da her an kendisine haksızlık yapıldığı, yapılacağı düşüncesiyle huzursuzluk içinde tetikte olur. Siz merak etmeyin, terfiyi o almış olabilir ama huzur da sizde kalmıştır. Aynı trafikte 1 araba öne geçme çabası.

Ayrıca, bu durumu avantaja çeviren bir hikaye de anlatayım size. Çok yakından şahit olduğum bir hikaye: Herkes terfisini alırken, onu terfi ettirmemişlerdi. Askerliği saymamışlar. Ama bazı kişilerinkini sayıyorlarmış. O da çalıştığı yerden istifa etti. Şu anda çok daha yüksek bir  maaş ve mevkide. Hala aynı trafikte :) Ancak, ayrıldığı yerde zamanında terfi etseydi, aynı yerde çalışmaya devam edip şu anki olanaklarına kavuşamayacaktı, bu noktaya gelme fırsatını yaratamayacaktı belki de. Şimdi artık, bu trafikten çıkmayı da düşünüyor :) O yüzden onu takdir ediyorum, umarım gerçekleştirir.

Terfi hikayesini de böyle noktayalım. Hepinize sevgiler diliyorum :)

Yılmak Ya Da Yılmamak

"Çaresiz kaldığım zamanlarda gider, bir taş ustası bulur, onu seyrederim. Adam belki yüz kere vurur taşa; ama değil kırmak, küçücük bir çatlak bile oluşturamaz onda. Sonra birden, yüz birinci vuruşta taş ikiye ayrılıverir. İşte o zaman anlarım ki taşı ikiye bölen o son vuruş değil, ondan öncekilerdir."

Jacob Riis

31 Ekim 2012 Çarşamba

Her Ay Bir Kitap-Genç Emekli, Zengin Emekli


Bu aralar, Robert Kiyosaki'nin kitaplarını hatmetmekteyim. Yukardaki de bunlardan biri. Adam 47 yaşında, eşi de 37 yaşında artık emekli olmuşlar.

Düşünsenize, ne kadar harika bir şey! Para için zamanınızı, gençliğinizi, sağlığınızı vermiyorsunuz. Artık, yeterince paranız var. O kadar ki siz, para için çalışmıyorsunuz, paranız sizin için çalışıyor. Finansal olarak özgürsünüz artık. İstediğinizi yapabilirsiniz. Her gün size pazar. Her gün tatil. "Ben üretmeden duramam" diyorsanız da çalışın, sizi tutan yok. Ama düşünsenize, artık para için çalışmıyorsunuz. Keyfiniz için çalışıyorsunuz.

Ama nasıl? Hepimizin sorusu bu işte. Bunun için yapmamız gereken ilk alıştırma "nasıl"dan ziyade "niçin"e odaklanmak. Eğer bunu istemenizin güçlü bir nedenini bulursanız, bu sizin yol almanızı sağlayacak bir tutku olacaktır.

İlk önce bunu bulmanız lazım. Bu sizin umudunuz olacaktır. Yoksa, ilk tökezlemede vazgeçme ihtimaliniz çok yüksek olur. Bunu yapmak için "neden zengin olmak istiyorsunuz?" sorusuna 15-20 tane cevap bulun. Yazın cevaplarınızı bir kağıda. Sonra bunlara öncelik verin. İlk sırayı alan sizin tutkunuzdur.

Sonra, zihinsel değişim geliyor. Öyle ya, bugününüzü yaratan şu anki fikirleriniz, inançlarınız. Yarınınızı da aynı şekilde yaşamak istemiyorsanız bunların değişmesi gerekiyor. Para, zenginlik konusunda size engel olan düşüncelerinizi yakalayın. Hani kaynaktan su akar ya. Siz oraya niye elinizde ince belli bir çay bardağıyla gidiyorsunuz da başkaları ellerinde bidonla, kovayla gidiyor? Niye bunu tercih etmişsiniz. Bir düşünün bakalım.

Sonra yeni fikirleri, inceden inceye işleyin kendinize. İşleyin ki yarınlarınıza, bu fikirlerin tohumlarını ekin. Zengin bir insan nasıl bakar dünyaya? Onun gözleriyle bakın. Ne hisseder? Onu hissedin. Nasıl davranır? Öyle olduğunuzu düşünün. Düşüncelerinizde yaratın yeni kendinizi. Emin olun ki, yeni siz, şimdiki sizin göremediği yolları, kaçırdığı fırsatları görecektir.

Ama hep diyorum ki önce buna layık olduğunuza inanın, buna değer olduğunuza inanın.

sevgiler :)

"Eğer bugün bir adam, bir ağacın gölgesinde yatıyorsa, yıllar önce bir filiz ektiği içindir." Les Brown

30 Ekim 2012 Salı

Saygı Mı? Korku Mu?

Toplumda bize öğretilen kurallar vardır. Özellikle büyüklerin küçüklerden beklentisi çoktur. Bunlardan biri büyüklerin sözü kesilmez, diğeri cevap verilmez, vs. Hepsine de toptan "büyüklere saygı" deriz, yıllarca da okullarda bunu ant olarak içmişizdir. Tanısanız da tanımasanız da, üzerinizde emeği olsa da olmasa da, büyük büyüktür ve saygı duyulmalıdır.

Çok güzel bir kuraldır gerçekte. Toplumumuzu bir arada tutan dinamiklerden biridir. Aile ve akrabalık bağlarını güçlendirir, hem geçmişi hem geleceği korur.

Ama işte bazen, bazı büyükler tarafından suistimal edilir. Herşeye hakkı olduğunu düşünür bazıları. İncitmeye, kırmaya...O ne yaparsa yapsın, o ne derse desin "büyüktür". Küçük susmak zorundadır.

Evet, küçük susması gerektiğini hisseder. Ama bu saygıdan değil, korkudandır. Çünkü, toplumun bir kuralıdır bu ve dışlanacağından korkar bilinçaltı. Ayıplanacak olmak ve dışlanmak daha fazla mücadele gerektirir. O yüzden, susturur bilinçaltı.

Karşıdaki saygı sanar, belki kendini daha da haklı sanar ama işin aslı budur.

Toplumumuzdaki her büyüğümüz yaşına hürmeten, direkt olarak saygımızı kazanmıştır. Ama bazen, bir önceki yazımızdaki gibi daha 5 yaşında gibi davranan büyüklerimiz de vardır. Eğer ki canınız bu şekilde bir duruma sıkılmış ama tepki veremiyorsanız, öyle ya da böyle mesafe koyup uzaklaşmanız en güzelidir. Çünkü, bilinçaltınız sizi susturabilmek için kendinizi suçlu hissettirecektir.

Bazı büyüklere sevgiyle saygı hissederken, bazılarına korkuyla saygı(?) duymak zorunda kalırsınız. Siz sadece farkında olun, onları değiştirmeye çalışmayın, kendinizi bu tür negatif durumlardan uzak tutmaya çalışın yeter. Çünkü siz de bu dünyaya bir kere geliyorsunuz, bunu aklınızdan çıkarmayın. Güzelliklere layıksınız, negatifliklere değil.

sevgiler

23 Ekim 2012 Salı

Büyümemiş Büyükler, İçimizdeki Küçükler

Çoğu büyüğümüzün tüm benlikleriyle hala çocuk kaldığını, çocukluğunu aşamadıklarını görüyorum. 5 yaşındaki bir çocuk gibi kapris yapmak, 5 yaşındaki bir çocuk gibi küsmek, 5 yaşındaki bir çocuk gibi içine kapanmak...vs Gerçekten onlar adına üzücü. Bir girdabın içinde dönüp duruyorlar sanki. Ama farkında değiller.

Aslında hepimizin bir yanında büyümemiş, büyümeyi reddeden bir çocuk kalır. Siz fiziksel olarak büyürsünüz ama onlar öylece kalırlar. Büyümeyi unuturlar aslında. Tamamlanmamış bir çocukluktur. Hala onu tamamlamaya çalışır. Bir peri gelip onu kurtaracak ve o daha mutlu bir çocuk olacaktır. O periyi hep bekler durur. Büyümeyi kabul etmez. Takılıp kalmıştır orda. Hala bir umudu vardır çünkü. Eğer büyürse, sorumluluk onun omuzlarına yüklenecektir, o bir şeyler yapmak zorunda kalacaktır. Halbuki ne kadar da acizdir kendisi. Nasıl yapabilir? En güzeli, en güvenlisi çocuk kalmaktır.

Bir çocuk daha fazla korkar, ürker çünkü. Bir başkasına, bir yetişkine ihtiyaç duyar. Onun adına başkasının karar vermesi gerekir, o bir karar verirse onaylanması gerekir. Sevilme ihtiyacı vardır. Kendini o zaman güvende hisseder. Sevilmek için de elinden geleni yapar, kendi olmaktan vazgeçer, nasıl olması isteniyorsa öyle olur. Kabul edilme ihtiyacı vardır. Kabul görürse, barınma-yiyecek ihtiyacı karşılanır. Yine kendi olmaz. Bu ihtiyacı karşılayanların hamurunda yoğurulur, onlara boyun eğer. Sonra bu çocuk büyüse bile aynen devam eder. Büyüdüm sanır ama hala aynı tedirginlikler içindedir.

İçimizdeki ürkek çocukları büyütmemizin artık zamanı geldi. Onların korkularına esir olarak yaşamaktansa cesur olup hayatla yüzleşin. Onlara korkularının artık bir anlamı olmadığını anlatın. Bu korkulardan kurtarın onları. Sonra büyümeyi kabul edeceklerdir. Onları siz büyütün. Artık o çocuk sizin. Tamamen size ait. Nasıl büyütmek istiyorsanız büyütün.

Büyümesin, öyle kalsın diyorsanız da farkına varın. Bırakın, hayata korkarak bakan bir çocuk değil de hayattan keyif alan, varlığının değerini hisseden, kendine güvenen bir çocuk olsun. Ona bir yetişkin olarak her daim yol gösterin. Siz ona yol gösterin ki o da size kararlar almanızda destek olsun, cesaret versin, güven versin. Zaten siz o'sunuz, o da siz. Kendinizi ayrı düşünmeyin. Aynı geminin içinde farklı yönlere yürümek gibi bir şey. Geminin kaptanı yıllarca o olmuş olabilir. Ama artık dümene geçin, kaptanın kim olduğunu gösterin.

Yoksa, ne olur biliyor musunuz? Farkında bile olmadan anne, babalarınız gibi olmaya başlarsınız. Onların yaptıklarını yapar, yaşadıklarını yaşarsınız. Ama, kendinize bir şans verirseniz, bu döngüyü kırabilirsiniz. Kendinize inanın ve güvenin. Gemi sizin, kaptan da sizsiniz!

sevgiler


22 Ekim 2012 Pazartesi

Aşk Yolu, Aşkın Yolu....

Yorulacaksan, zorlanacaksan, şikâyetçi olacaksan, keşkelere sığınacaksan, söze ama diye başlayacaksan, girme Aşk yoluna.
Aşk yolunda U dönüşü yoktur!
Aşk der ki sana; yolumdaysan, Başım Feda yoluna;
ama bil ki seninde başını isterim yoluma.
Kahır, kapris gelecekse senden, amenna.
Ama ayağına diken batarsa yolumda, ah edip vahlanma.
Aşk bilek gücü değil Yürek işidir.
Yüreğin Yetmiyorsa düşme yollara...

MEVLANA


20 Ekim 2012 Cumartesi

Küsmek

İnternette bir şey dolanıyor: "Küsmek masumluktur, seni seviyorum demektir" falan filan...

Bunlar külliyen yalan :) Niye derseniz?

Küsmek aslında, "kendimle yüzleşemiyorum" demektir, "senden değil kendimden kaçıyorum" demektir, "sen öyle bir şeyi hissettiriyorsun ki bana, bunu kabullenmeye henüz hazır değilim, korkuyorum, cesaret edemiyorum" demektir.

Ya da küsmek, "ben küçükken de küserdim, bana kıyamazlardı, gönlümü alırlardı, sen de bana insaflı davran" demektir. Ama olmaz, artık büyümüşsünüzdür. Küsmek, "sorumluluktan kaçmak" demektir.

Küsmek, aslında bir yüktür. Ağır bir yüktür. Hep kendinizi haklı bulup, onu eleştirmektir. Ağır bir yükü başka türlü hafifletemezsiniz zaten.

Çünkü, bu dünyadaki en ağır yük, duygusal yüklerdir. Bazen kin ve öfkeyle taşırız bu yükleri, bazen intikam hissiyle, bazen de umutla. Ama ne olursa olaun, sizi tutsak eder bu duygular.

Taa ki kendinizle yüzleşene kadar. O zaman omuzlarınızdaki yük kalkar, hafiflersiniz. O zaman, gerçekten görüşmek isteyip istemediğinize karar verebilirsiniz.

İşte, o zaman "umursamaz" gibi görünmeyi bırakır, gerçekten "umursamazsınız".

sevgiler

18 Ekim 2012 Perşembe

Erkekler Neden Aldatır?

Şimdi, mevzu mühim, dikkatlice okuyun :)

Bir erkeğin gönlünde bir kadın ya da çok kadın yatmasının tek bir suçlusu vardır, o da "vasopresin reseptörleri"dir. Neymiş? Vazopresin reseptörleri.

Bu nedir, açıklayalım. Erkeklerin vücudunda salgılanan ve fareler üzerinde yapılmış deneylerde tek eşliliği sağladığı kanıtlanan bir hormon, bu bizim vazopresin.

Ama marifet, bu hormonu salgılamakta değil, marifet algılamakta.

Vazopresin reseptörü dediğimiz, vazopresin algılayıcıları ne kadar uzunsa bir erkek de o kadar tek eşli olmaya meyilli. Yok, eğer kısaysa, zavallım hormonu algılayamadığı için tek eşlilik duygusundan mahrum kalıyor, çok eşliliğe yöneliyor. Hani, erkek mutludur felan, ona sözümüz yok da onunla birlikte olan hatunun vay haline!

Fiziksel bir durum olduğu için erkeğin suçu yok, yaradılış. Bizi aldatan onlar diil, hain vazopresin receptörleri :) Kadın ne yaparsa yapsın, engel olamaz. Kulakları işitmeyen birine "beni neden duymuyorsuuunnn!" diye bağırmak gibi bişiy. Ya vazgeçeceksiniz böyle bir erkekten ya onu bu şekilde kabul edeceksiniz ya da elinizde vazopresin şırıngasıyla dolaşıp basacaksın hormonu, bakın o zaman gözü sizden başkasını görüyor mu :))

Hadi beyler yine yırttı: "Ama hayatım, yapabileceğim bişiy yok ki, vazopresinim düşük" :)) Hemen basın hormonu :)

sevgiler

Not: "Erkek Beyni-L.Brizendine" adlı kitapta vazopresin çalışmalarıyla ilgili detaylı bilgileri bulabilirsiniz.

Pargalı'dan Hatice Sultana..."İki Değil Bir Olmaktır Derdim"

Sen böyle bir aşk mektubu yaz, sonra da git aldat! Olacak iş mi? "Erkekler neden aldatır?" bir sonraki konumuz olsun o zaman :)

Tabi herkes, "Muhteşem Yüzyıl" dizisini izlemiyor olabilir. Ama ben takipçilerindenim :) Dünkü bölümde bir keman eşliğinde okunan bu yazı gerçekten Pargalı İbrahim'e mi aittir bilemiyorum. Lakin çok hoşuma gittiği için paylaşmak istedim. Yazanın eline, gönlüne sağlık diyelim...

sevgiler


Ey her candaki gizli hazinem, her harap gönüldeki inci tanem, her kanatsız kuştaki gizli kanadım,
Ey gönüllerdeki zahirim, suretlerdeki manam,
Ey sevgilim, ey sultanım,

Aşk aşk derim, erimek isterim. İki değil, bir olmaktır derdim.

Harap olmuş yüreğim, kırılmış kanatlarım, uçarım enginlere. Gözlerim ama, kulaklarım sağır, yolum sadece aşkadır. Aşk değil midir yağmuru yağdıran, suyu buluta, bulutu suya dönüştüren, aşkla toprağı kavuşturan, tüm tohumların içine zerk olan, kendini açığa vuran? Toprağın deli gibi kaynaşması değil midir kavuşması aşıkların?

Ey sevgilim, ey sultanım,
Nasıl ki ben size sevdalıysam, su da toprağa sevdalıdır. Güneşin yakıcılığına aldırmaz, aşkla dönüşüne aldırmaz. Buharlaşıp gökyüzüne çıksa da tekrar bilir döneceği vakti. Sabırla bekler. Eser rüzgar, çakar şimşek, ağlar bulut, su kavuşur yine aşkına. Aşıkların kavuşmasına eşlik eder tüm kainat.

Ey her candaki gizli hazinem, her harap gönüldeki inci tanem, her kanatsız kuştaki gizli kanadım,
Ey gönüllerdeki zahirim, suretlerdeki manam,
Ey sevgilim, ey sultanım,

Aşk aşk derim, erimek isterim. İki değil, bir olmaktır derdim...

Güç Bende :)

İşte, biz de hep bunu diyoruz. Güç bizde! Şu aşağıdaki birkaç aylık sıpayı da kendimize örnek alıyoruz :)



17 Ekim 2012 Çarşamba

İmkansız Diye Bir Şey Yoktur

İmkansız diye bir şey yoktur. Siz öyle sanırsınız. Sadece buna inanmış bir zihin vardır. Ne zaman ki, bu inancınızdan kurtulursunuz, ancak o zaman etrafınızdaki fırsatları görebilirsiniz.

Zihninizde yarattığınız ekolojik bütünlüğe uymayan şeyler için zihin, süper bahaneler üretir ve sizi ondan uzak tutar. Eğer ki zihninizde bir şeyler değişmeye başlarsa, artık siz de şöyle düşünmeye başlarsınız: "Hakikaten ya, olabilir aslında". Daha önce binlerce kez karşılaştığınız ve görmezden geldiğiniz fırsatı, değerlendirmek için önünüz açılmıştır artık.

Siz sadece şunu düşünün: "Bunun mutlaka bir yolu vardır. Sadece şu anda ben göremiyorum. Ama bu yol mutlaka önüme çıkacak."

Ve kesinlikle çıkar :)

Hikaye Milton Ericson'la ilgili. Kendisi bir hipnoz ustası. Onun hakkında daha sonra yazacağım, idollerimden birisidir, eminim siz de ona hayran kalacaksınız. Hikayeye başlayalım:

"Milton Ericson, bir gün buzlu bir yolda karşıdan karşıya geçmeye çalışan bir genç görür. Genç, yol buzlu olduğu için ve kaymaktan korktuğu için karşıya geçememektedir. Ericson, onunla konuşmaya başlar. Genç, bir süre sonra kendisini yolun karşısında bulur. Şaşırır. Bunun nasıl olduğunu sorar. Ericson'un cevabı basittir: 'Yolda buz olmadığına ikna oldun.'"

sevgiler :)

15 Ekim 2012 Pazartesi

Bereket Bilinci

Para harcama bilincindeki değişiklik aslında kendinize duyduğunuz sevgiyi, kendinize verdiğiniz değeri, özgüveninizi arttırmanın bir yan etkisidir.

Nasıl mı? Şöyle ki:

İnsan kendini sevdikçe, kendine haksızlık etmeyi bırakır, özdeğer arttıkça kendini ön plana koyar, özgüven arttıkça iç rahatlık ve huzur da artar. Bu şekilde, çevrenin ne düşündüğünden daha bağımsız hale gelir.

Mesela, "illa her mevsime bir siyah ayakkabısı olmalıdır" kuralını yıkar, kırmızı ayakkabısıyla da kendine güvenen bir mevsim geçirir(tasarruf :)).

Mesela, "hayır" diye geri çevrileceğinden korkmaz, pes etmez, kaybedecek bir şeyi olmadığın farkına varır, daha büyük hayallere adım atabilir(cesaret:)). 6 ay boyunca kendisine "hayır" diyen bir kadına sonunda "evet" dedirtmek gibi :)

Kendi değerini arttırmak, kafasında yarattığı sınırlardan kurtulmak insanoğluna çok şey yaptırabilir. Para bunun yan etkisidir, doğal olarak akışta artış olur.

Ama yeter ki korkmasın işte, yeter ki o kafasında yarattığı sınırların gerçek olmadığını bilip yıksın işte....

Bu mevzu da böyle işte :)

sevgiler

Not: Para, para, para derken sizin iç zenginliğinizi pratikte arttırtmaya çalışıyoruz aslında. Çünkü, çoğu kişiye soyut gelen kişisel gelişimin en somut örneği, uygulaması budur bence...

İndirimler ve Alışverişin Getirdiği Mutluluk :)

Peki ya indirimler? Aman aman, büyük tuzak. "iki ürün alana ikinci yarı fiyatına, 3 ürün alana 3. bedava" filan...

Burda, ürünün fiyatı düşüyor olabilir, normalden daha ucuza da geliyor olabilir. Ama, sorumuz neydi? Hatırlayalım hemen: "Gerçekten ihtiyacım var mı?"

Arkadaşınız yurtdışına gider, hemen bir kozmetik siparişi, orda daha ucuz çünkü. Peki, gerçekten ihtiyaç mı?

Bir yere gidersiniz, oranın gümüşleri meşhur, gitmişken almak lazım. Gerçekten ihtiyacınız var mıydı?

Şimdi, örnekler çoğaltılabilir de bir de bir gerçek var: Biz bayanlar, alışveriş yaptıkça, yeni şeyler aldıkça mutlu oluyoruz :)

Yalnız, başka bir gerçek de var ki: bu mutluluğumuz kısa sürüyor :)

Eğer ki para harcayarak daha uzun süre mutlu olmak istiyorsanız, sosyal etkinliklere yatırım yapın. Buna zorlayın kendinizi! İndirimlere de kanmayın :)

sevgiler

Not: Beyler özellikle eşlerine okutuyorlarmış bu yazılarımızı :) Hep birlikte değişeceğiz merak etmeyin, o bilinci yavaş yavaş, tekrarlarla oluşturuyoruz...yeniden sevgiler, hanımlara selamlar :)

Bakış Açısı

Erkek dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde,
Hakk'ın yarattığı her şey yerli yerinde.
Bizim nazarımızda, kadın erkek farkı yok,
Noksanlıkla eksiklik, senin görüşlerinde.

Hacı Bektaş-ı Veli

İnançlarımız, Kafamızdaki Gerçekler ve Biz

İnsanoğlu, kafasında özene bezene, bebeklikten itibaren bir dünya yaratır. Vücudumuzu düşünün: Hani nasıl yabancı bir madde vücuda girdiği zaman tepki gösterir, savaş başlar, onu dışarı atmaya ya da yok etmeye çalışır, işte zihnimiz de kendi dünyasını, gerçekliğini bu şekilde korur.

Filtreler, görmezden, duymazdan, anlamazdan gelir, ya da anlar, anlar ama kendi istediği şekilde anlar, aklına yatmayan tarafı kırpar, eksik olan kısımları kendi tamamlar, kendi dünyasına uydurur, ha uymadı mı, o zaman unutturur :)

Bu aslında düşüncelerden yaratılmış bir dünyadır. Kim bilir küçücük bir çocukken kimin sözlerinden etkilenmişsinizdir, kim bilir hangi yetişkin kendi korkularını size yansıtmış, siz de bunu zihninize aynen kabul etmişsinizdir.

Artık, farkına varma zamanı gelmedi mi? Artık, kendinize yaptığınız bu haksızlığa son verme zamanı gelmedi mi?

Düşüncelerinizi değiştirin, hayatınız değişsin...Dünyaya bir de yepyeni düşüncelerle bakın :)

sevgiler

Çoğu insan "Gördüğüm zaman inanırım der".
Gerçek şu ki, inandığımız zaman görmeye başlarız.

James J.Mapes

13 Ekim 2012 Cumartesi

Paranın Kölesi Mi? Paranın Efendisi Mi?

Malesef, "paranın efendisi" dediğimizde çoğumuzun kafasında olumsuz bir imaj ve duygu oluşmakta. Halbuki hiç birimiz de "paranın kölesi" olduğumuzu kabul etmiyoruz. Paraya tapmıyoruz, evet ama, parayı da kendimiz için çalıştıramıyoruz. Çünkü, para bizim için kötü, tü kaka yani. Halbuki, bu inancınızı aşsanız, ona değer verseniz, o sizin sadık bir hizmetkarınız olacaktır. Para kazanmak için gençliğinizi, sağlığınızı tüketerek kendiniz çalışmayacaksınız, paranız çalışıp kazanacak. Ha illa "ben üretmeden duramam" diyorsanız da farketmez, istediğinizi zevkle üretin, ama para için değil ;)

Şimdi sizlere Robert Kiyosaki'nin kitabında anlattığı gelir tipine gôre 4 kategoriden bahsetmek istiyorum:

1. Maaşlı çalışanlar: ünvan, mevki, yetki farketmez, bu sınıftaki herkes aynı bilinç düzeyine sahiptirler, çalışmaları karşılığı maaşlarını alırlar, arada terfilerle maaş, yetki ve ünvanlarda artış olur, bu ödül sistemiyle daha da bağımlı hale gelir, daha da kendini esir eder

2. Kendi işlerini kurup başına geçenler: küçük bir ekiple çalışırlar ama esas işi yapan kendileridir, doktor muayenehanesi, avukat bürosu vardır, kuaför dükkanı, tesisatçı gibi. para akışı onlar çalıştığı sürece vardır, çalışmayı keserlerse para akışı da kesilir.

3. Yatırımcılar: bunlar çalışmazlar, yaptıkları yatırımlar çalışır. kira gelirleri, hisse senetleri, hazine bonoları gibi

4. Yöneticiler: Bunlar büyük şirketlere, zincirlere vs sahip olan, dünyadaki %3'lük kesimdir. Takımın başıdırlar, takımı kurarlar, vasıflı insanlar onlar için çalışır. Bunlardaki vasıf ise liderlik yetenekleridir.

Şimdi, şu an bir karar verin: Hangi grupta yer almak istiyorsunuz? Gerçekten özgür olmak istiyor musunuz? Yoksa, güvenli kutunuzdan memnun musunuz? Kafanızı bile kutunun dışına çıkarmak istemiyor musunuz? Karar sizin!

Eğer cesursanız birlikte yol almaya devam ediyoruz, anlaştık mı :)

sevgiler

12 Ekim 2012 Cuma

E Ne Duruyoruz O Zaman? Hadi Zengin Olalım :)

Peki, finansal özgür olabilmek için zengin mi olmalıyız? Bu soruyu cevaplamak için de önce zenginliğin tanımını yapmamız gerekir. Daha önceki yazılarımızda da yapmıştık galiba, ama yine yapalım, tekrarlar bilinçaltına yerleşmesi açısından her zaman önemlidir.

Zengin olmak ne demek? Çok paramızın olması mı?

Milli piyango kazanan insanların haberlerini okumuşsunuzdur. 2 sene içinde sıfırlandıklarını, sefil bir hayat sürdürdüklerini felan. Bunlar sadece bizim ülkemizde de böyle olmuyor, bizim insanımıza özel değil. Her ülkede aynen gerçekleşiyor. Peki neden? Çünkü onlar, zengin olmanın "harcamak" anlamına geldiğini düşünüyorlar.

Halbuki zengin olmak bir ölçü meselesidir. Yaşamını finansal açıdan özgür bir insan olarak ne kadar süre devam ettirebilirsin? Aylık "bu kadar" harcarım, elimdeki parayla ve yan gelirlerimle de hiç çalışmadan "şu kadar" ay yaşayabilirim. İşte "şu kadar ay" sizin zenginliğinizin ölçüsüdür. Yoksa, elinizdeki paranın miktarı bunun ölçüsü olamaz.

Zengin olmanın birinci kuralı olarak ne demiştik? Para harcamak değil, parayı elinde tutma becerisi kazanmak. Harcamak marifet değil yani anlayacağınız. Bunun için de ilk soru şudur: "Gerçekten İhtiyacım Var Mı?" 
Sonra da o parayı, senin için çalışır duruma getirmek. Akışı sağlamak, akışın sürekliliğini sağlamak.

Şimdi size çok çok uçlarda bir örnek vermek istiyorum. Ama demek istediklerimi anlatabilmek için güzel bir örnek: Diyojen'i duymuşsunuzdur. Fıçı içinde yaşayan ve Büyük İskender'e "gölge etme başka ihsan istemem!" diyen, diyebilen düşünür. İşte bu adam zengin. Niye? Çünkü gerçek anlamda ruhsal bilinç seviyesi yüksek. Kaybedecek hiçbir şeyi yok. Ve gerçekten ihtiyacı da yok. Bizim amacımız bu bilinç düzeyine çıkmak değil tabi :) (Biz, belirli bir düzeye çıkmanıza yardımcı oluruz. Gerisini siz getirirsiniz artık :))

İşte, kendinizi sistemden ne kadar özgür kılabilirseniz para biriktirme becerinizi de o kadar geliştirirsiniz.

Son olarak da Ömer Hayyam'ın şu dizeleriyle yazımızı tamamlayalım isterseniz, sevgiler :)

İki günde bir somun geçiyorsa eline
Soğuk suyu da olursa bir kırık testide
Niçin kendinden kötüsüne kul olur insan,
Ne diye girer kendi gibisinin hizmetine?

Finansal Özgürlük diyoruz :)))


Finansal Özgürlük! Gerçekten Özgür Müyüz?

İlginçtir, bu yazıyı yazmıştım ama bir şekilde silinmiş. O yüzden, daha önce okuduğunuzdan farklı gelirse şaşırmayın lütfen.

"Finansal özgürlüğü" tanım olarak hepimiz, "para kazanmak, kimseye muhtaç olmamak" olarak biliriz. Özellikle, evli bayanlar için bu tabir çok kullandığı için bu şekilde yer etmiş olabilir. Hani, "kendine bir iş bul, çalış, ekonomik özgürlüğünü kazan ve kocana muhtaç olma, onu çekme" diyen öğütlerde hep bu anlamda kullanırız. Ve bu şekilde de yer etmiştir zihinlerimizde.

Sizce siz ekonomik olarak özgür müsünüz? Hadi bu tanımı yeniden çerçeveleyelim. Bu soruya bir de o zaman cevap verin :)

Yaşamınızı sürdürebilmek için çalışıyorsunuz. Para kazanmanız lazım. Klasik haftanın 5 günü, sabahtan, akşama çalışmak zorundasınız. Sizin için belirlenen izin saatleri var. Yöneticinizden izin alıp tatile de çıkabilirsiniz. Sizce, siz özgür müsünüz? Bırakın çalışmayı o halde! Aaa, para kaynağı mı kesildi yoksa. O zaman, tekrardan verin, haftanızın 5-6 gününü, o günlerin günışığı gören saatlerini, tekrar esir edin hadi. Akış yeniden başladı, di mi? Emek karşılığı kazanıyorsunuz, o ayrı. Ama zamanınızı, gençliğini ve sağlığınızı satıyorsunuz.

Belki çok güzel bir kazancınız var. Harika. Ama bu kazancınızı, istediğiniz zaman kullanabiliyor musunuz? Hayır! Size bahşedilen, kısıtlı zamanlarda bunu yapabiliyorsunuz?

Şimdi tekrar soruyorum. Siz, şu anda kendinizi "finansal özgür" bir insan olarak hissedebiliyor musunuz?

Halbuki, belki, en güzel üniversiteden, en yüksek puanlarla mezun oldunuz. Bu iş de hayalinizdeki işti. Güya ekonomik özgürlüktü. Kandırıldık mı acaba? Sistemin çarklarında farkında olmadan yerimizi aldık, emekliliğimizi bekliyoruz belki de. Ama işte, özgürlük felan değil bu. Direkt bağımlılık. Öyle değil mi?

sevgiler :)

Not: Bu arada, düşünce biçimimizde bunun nasıl özgürlükle eşleştiğini görün. Düşünce değişince hislerinizin de nasıl değiştiğini farkettiniz mi?

10 Ekim 2012 Çarşamba

Gerçekten İhtiyacınız Var Mı?

Artık, bu soruyla yaşamaya öyle alıştım ki yavaş yavaş da "yaşam standartım" olmaya başlıyor.

Sistemin bizi yönelttiği şey, hep eksiklere, bizde olmayan şeylere odaklanmamız. Sahip olduğumuz şeylerin yetersiz olduğuna ikna oluyoruz. Daha iyisini, daha güzelini, daha donanımlısını istiyoruz. Böylelikle çarklar dönüyor.

Halbuki elimizdekilere, sahip olduklarımıza odaklansak. Onların iyi, güzel yanlarını görsek, onların da aslında yeterli olduklarının farkına varsak...Güzel olmaz mı?

O halde artık, bir şey almak isteğinizde bu soruyu bir sorun: "Gerçekten ihtiyacım var mı?"
İçinizden çok büyük bir arzu geliyorsa alırsınız, neden olmasın? Ama bu arzuyu yaratan nedir? Siz mi, yoksa sistem mi? Gene siz alın ama bunu bilerek alın. Bu sizin için bir adım olsun.

sevgiler :)

İflas Etmek

Bu hafta sonu, iflas etmenin hayatta yaşanabilecek en güzel deneyimlerden biri olduğunu anladım.

Niye biliyor musunuz? Ne olursa olsun, nasıl olursa olsun, hayatın bir şekilde devam edebileceğinin farkına varılmasını sağlıyor bu deneyim. Ve hep bu korkuyla yaşamanızı sonlandırıyor. Bu korkuyla belki yapmak istediğiniz şeyleri yapamıyorsunuz. "Ya elimde avucumda bir şey kalmazsa ne olur? Çocuklarıma ne olur? Bana ne olur? Ne yer? Ne içeriz? Nerde kalırız?" Bir ton soruyla risk almaktan korkuyorsunuz.

Ama bu sorulara en güzel cevabı da yine hayat veriyor: İflas ediyorsunuz. Cevapları buluyorsunuz. Bir şey olmuyor.  Evet, zor günler geçiriyorsunuz. Hayat standartlarınız düşüyor(Bu konuyla ilgili çok yazıyoruz, bunları takip edin, kimin belirlediği standartlara göre yaşadığımızı anlayalım.). Ama ne oluyor???

Yüzleşiyorsunuz. Korkularınızla yüzleşiyorsunuz. Ve daha cesur olmak için bir şans yakalıyorsunuz. Niye biliyor musunuz? Çoğu kişi bu korkularıyla bir adım dahi atamazken, siz yüzleşmiş ve aslında başa çıkabilecek durumda oluyorsunuz. Daha fazla güçleniyorsunuz. En kötüsünü yaşıyorsunuz zaten. Daha kötüsü ne olabilir? Sizi öldürmeyen şeyin daha güçlü kılacağını bizzat deneyimliyorsunuz.

Diğer, güvenli kutularında yaşayan insanlara göre hayat size bir fırsat sunuyor. Ama işte, bu fırsatı nasıl değerlendireceğiniz sizin elinizde. Ya buna şükredip ayağa kalkacaksınız. Ya da mağdur olduğunuzu düşünüp hep kaybeden tarafta olmayı tercih edeceksiniz.

Eğer böyle bir deneyim içindeyseniz, hayalleriniz neler, yapmak istediğiniz şeyler neler? Bir şansınız var artık. Bunu bir düşünün lütfen....

sevgiler :)




İşte O Kadın....

Hani bir laf vardır ya, "Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır." diye....

İşte, eğer başarılı bir erkeğin arkasında bir kadın varsa o kadın hayalleri olan, cesur bir kadındır bence.

Ancak öyle bir kadın, yanındaki insanın risk almasına göz yumabilir.
Ancak öyle bir kadın, hayalleri olan bir insanı anlayıp, ona destek olabilir.
Ancak, öyle bir kadın, düştüğü zaman yanındaki insanı kaldıracak gücü kendinde bulabilir.

Ancak, öyle bir kadına sahipse bir erkek hayaller kurabilir, güvenli kutusundan dışarı çıkabilir.
Ancak, öyle bir kadına sahipse bir erkek cesur adımlar atabilir, cesurca deneyebilir.
Ancak, öyle bir kadına sahipse bir erkek risk alabilir, düşse bile yanında her daim birisi olacağına inanır.

Ancak, hayalleri olan insanlar birbirlerine destek olabilir ve birbirlerini ileriye taşıyabilir.
Zorlayın bunu bence...

sevgiler :)


Benzer Olaylar, Farklı Tercihler...

Size 2 kişiden söz edeceğim. Bu kişilerinin yaklaşık 30 yıl önce yaşadıkları ve bugünleri.

Birisi, 30 yıl önce küçük yaştaki çocuğunu kaybediyor. Diğeri de 30 yıl önce kardeşini...

Biri, yine de pozitif, güleryüzlü, hoşgörülü, yapıcı, açık aramıyor, açık kapatıyor, onun yanında kendinizi çok rahat hissediyorsunuz, neşeli zaman geçiriyorsunuz, etrafı insanlarla dolu.

Diğeri, mutsuz, yüzü asık, etrafa negatif enerji saçıyor, çevresindeki itiyor, onun yanında kendinizi diken üstünde oturur gibi hissediyorsunuz, beklentisi yüksek, hata yaparsanız iyice mutsuz olur diye korkuyorsunuz. Ve 30 yıl öncenin arkasına saklanıyor, bunu da size hissettiriyor.

Gördüğünüz gibi, olayları bazen kontrol edemiyoruz, yaşamamız gereken şeyleri yaşıyoruz, ama bugünkü tercihiniz, kim olmayı seçtiğiniz sizin elinizde...Geçmişi bugüne taşımak, onun yükü altında, hem kendinizi hem de etrafınızdakileri ezmek de sizin elinizde...

Her zaman dediğimiz gibi seçim sizin, güç sizin, kendinizi çaresiz görmeyin ve hayatınızdaki tek kontrol edebileceğiniz şeyi kontrol edin: Kendinizi...

sevgiler




9 Ekim 2012 Salı

Bir Gecede....

"Bir gecede kaderinizi değiştiremezsiniz, ama bir gecede yönünüzü değiştirebilirsiniz."  Jim Rohn

Neden o gece, bu gece olmasın?

sevgiler



8 Ekim 2012 Pazartesi

Sürekli Değişen Ayakkabı Modası

Farkında mısınız? Ayakkabı modası o kadar hızlı değişiyor, ama o kadar yumuşak geçişler yapılıyor ki hissetmiyoruz bile?

Bir ucu sivri, bir küt, bir yuvarlak, bi kalın topuk, bir ince, şimdi platformlar...Ne zaman, nasıl değişiyorsa, elinizde 2 sene önce aldığınız küt burun bir ayakkabı, giysen yuvarlak burunların arasında sırıtan, hatta kaba bile bulabileceğiniz bir görüntüye sahip oluyor ve tabii elinizde patlıyor. Yepyeni ama kullanamadığınız ayakkabılar dolaplarda kalabalık yaratıyor.

Onların yerine modaya uygun yeni çiftler alınıyor ve böylelikle kendimizi daha uyumlu, daha hoş hissediyoruz. Bu döngü şeklinde devam ediyor.

Aaa, bi de arada sırada "artık rahat ayakkabı giyeceğim" diye kararlar alıyoruz. Bi süre sonra bundan da cayıyoruz.

Biz bayanlar birbirimize çok benziyoruz. Sistem de bizi çok iyi tanıyor. Her daim her tarza uygun ama kendi istedikleri ürünlere bizi yönlendirmesini biliyorlar.

Yanlış mıyım :)

Beyler! Siz de bu yazıyı okuyorsanız anlayın bizi işte. Sistemin çarklarının dönmesi gerekiyor :)

sevgiler :)

6 Ekim 2012 Cumartesi

Çocuk Ağlaması ve Bilinçaltı

Çocuk ağlaması gıcıktır. Hele bir de çocuk sizin değilse.

Çocuk ağlayarak ya da üzülerek bir şeyleri elde etmeyi öğrenmişse, bilinçaltı da bunu aynen kaydetmiş demektir: Üzülürsen mutlu olursun, ağlarsan mutlu olursun.

Bilinçaltı yorum yapmaz: Ya, sen daha küçüksün, sevimlisin, hem onlar da yorgun, dayanamıyorlar, o yüzden dediğini yapıyorlar, gibi yorumlamalara asla giremez. Genelleyerek, doğru kabul eder.

Yetişkin hayata gelince işler her ters gittiğinde üzülen bir insan karşımıza çıkar. Çünkü bilinçaltı, üzüldüğü zaman her şeyin istediği gibi olacağını sanır. İstediği gibi olmazsa bilinçaltı daha fazla üzülümesini sağlar. Öğrendiği tek yol budur. Mutlu olmak istiyorsa üzülmek, ağlamak gerektir.

Var mı etrafınızda böyle tanıdıklarınız ;)

sevgiler :)

Etiketler