30 Temmuz 2012 Pazartesi

Düşman İçimizde Mi Yoksa Dışımızda Mı?

Geçen hafta deneyimlediğim hoş bir tecrübeyi sizinle kısaca paylaşmak istiyorum:

Yaşadığınız bir olayda karşınızdaki kişiden rahatsız oldunuz diyelim. Hedefiniz bu kişi olmasın. Bu duyguya odaklanın. Bunu daha önce de hissettiniz, emin olun. O zaman karşınızda başka bir kişi vardı. Aynı rahatsızlık duygusunu o zaman ona karşı hissetmiştiniz.

E, o zaman sorun karşınızdaki kişide olabilir mi? O kişi sadece tetikleyicidir, bunu unutmayın. Hedefi doğru belirlemek önemli. Düşman içimizde mi, yoksa dışımızda mı?

(Hayat oyununun bu kısımlarına geldiğinizde bilinçaltınızla oynamak çok eğlenceli, inanın :))

sevgiler :)


"Ben Tecrübe Günlüğü Tutuyor Muyum?"

Evet, sayılır. Ben "mutluluk günlüğü" tutuyorum. Çok mu gıcık oldu :)

Ama, şöyle ki, keşfettiğim bilinçaltı inançlarımı, beni rahatsız eden duygularımı, onlarla ilgili yaptığım çalışmaları, ilerlemeleri yazıyorum.

Bir taraftan da kaçırmamak için hayatımdaki mutlu, şanslı olduğum anları, bende olumlu iz bırakan insanları yazıyorum (belki sizi bile yazmış olabilirim :)). Bunlar beni daha pozitifte tutuyor.

Genel bilgi ve deneyimlerimi bu blog'da paylaşıyorum, ama özelleri defterimde. Ve hepsi de kızıma hediye :)

sevgiler :)

Vizyonluyorum Vizyonluyorum Bi Türlü Olmuyor :)

Vizyonlamak, yani birşeyi sanki olmuş gibi hissetmek, kişisel gelişim dünyasında çok iyi pazarlanmaktadır.

Dünyanın dört bir yanında yapılan araştırmalar şunu göstermiştir ki vizyonlamak güzeldir, hoştur, sizi pozitifte tutar. Amma velakin, uzun vadede hayal kırıklığına uğratır. Ayrıca, "vizyonluyorum, nasılsa olur" dediğiniz için sizi tembelliğe de iter.

Ben size hayal kurmayın, vizyonlamayın demiyorum ama hedef belirliyorsanız, bir hedefiniz varsa plan yapın, adım atın diyorum. Oturup, frekans ayarlayıp, evrenle hizaya gelip, onun size sunulacağını düşünüyorsanız hayal kırıklığına uğrarsınız. Zaten, bugün bunu deneyen birçok insan bunu soruyor: "Niye olmuyor, ne zaman olucak?"

Size bu tür yazılarımda özellikle hedef belirleme ve hedefe ulaşmanız için yapmanız gerekenleri yazıyorum. İnanın ki hedefe ulaşmanız için içinizdeki kapasite yeterlidir. Buna inanın ve cesur olun. O gerekli adımı atın. Amacım da zaten sizi buna motive etmek, adım attığınızda karşınıza çıkan engellerin sizin bakış açınızdan kaynaklandığını anlamanızı sağlamak.

Yoksa, ben de derim, çok kolay bu: "vizyonluyoruz arkadaşlar, hissedin, evet, evet, evren işte orda, kalbimizde, zenginsiniz, çok güzel bir ilişkiniz var, harika görünüyorsunuz, herşey mükemmel, hizalanın, frekansınızı 98.5'e ayarlayın. Aferin 3 vakte kadar olucak :) "

sevgiler :)

29 Temmuz 2012 Pazar

"Hiçbir Şey Planladığım Gibi Gitmiyor!"

Benim küçük hanımın bilinçaltından son dakikada çevirdiğim bir bilinçaltı inancı.

Oynamak istediği oyun için aradığı oyuncağı bulamayınca üzgün üzgün böyle söylemeye başladı. Ben de hemen, duyarlı ve bilinçli bir anne olarak duruma müdahale ettim :)
-hiçbir şey mi planladığın gibi gitmiyor?
-sadece bu oyun için bulamadın
-şimdiye kadar planladığın herşey yolunda gidiyordu ama...

Böyle böyle, bilinçaltına yerleştirmeden yakaladık. Ucuz atlattık :)

sevgiler :)

Neden Bir Tecrübe Günlüğü Tutmuyorsunuz?

Tecrübeleriniz yegâne ve çok değerli. Neden bunları not almıyorsunuz. Hem kendinizi, korkularınızı, sınırlarınızı tanımış, hem kendinizdeki değişimi gözlemlemiş, hem de torunlarınıza sizden çok güzel bir hatıra bırakmış olursunuz.

Çok güzel olur bence...

sevgiler :)

"Ben Buyum, Değişmem"

Eski gerçekliğimde bir meziyet olarak gördüğüm bu özelliği, hayata bakışım değişince "öğrenilmiş çaresizlik" olarak algılamaya başladım.

Şöyle ki, pireleri bilirsiniz, çok yükseğe sıçrayabilen hayvanlardır. Onları 30cm'lik cam kapaklı kavanozlara koyarsanız, her sıçrayışta bu cam kapağa çarparlar. Ve eğer bir süre sonra kapağı açarsanız pireler 30cm'den daha yukarı zıplayamazlar. Çünkü artık daha yukarı sıçranamayacağını(?!?) öğrenmişlerdir.

İşte "ben buyum, değişmem" de, hele herşey yolundaysa, değişmesini gerektirecek ters bir durum da yoksa kişinin gelişimini engelleyen bir bilinçaltı kodudur.

O yüzden, hep diyorum ya, hayatta sizi zorlayacak, sıkıntı, acı verecek durumlarla karşı karşıyaysanız, diğerlerine göre daha şanslı durumdasınız. Çünkü insan kâbus görüyorsa uyanmak ister, tatlı rüyasıysa hiç bitmesin.

sevgiler :)

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Hayat Bizden Ne Bekliyor?

Bu dünyaya boşuna gelmediğimizi düşünüyorum. O yüzden, misyonunuzu bulun.

Hayattan beklediklerinizi bir kenara koyun, hayata siz ne vereceksiniz, onu keşfedin.

sevgiler :)

Affetmem Asla Seni :)

Size zarar vermiş insanları haketmeseler de buna layık olmasalar da affedin.

Çünkü, halâ onların yükünü taşıyarak kendinize eziyet ediyorsunuz. Affedin onları, bırakın kalbiniz hafiflesin.

sevgiler :)

27 Temmuz 2012 Cuma

Ama Evlenmeden Önce Böyle Değildi, Her Dediğimi Yapardı :)

Kendine öncelik vermeyen bir insanla ilişki yaşıyorsanız baştan bu size şöyle gelecektir: "Bana çok önem veriyor, değer veriyor." Çünkü, sizi ön plana koymuştur, her dediğinizi, istediğinizi yapmaktadır. Kaybet-kazancıdır diyoruz biz kısaca. Kendi kaybederken, karşı taraf kazanır.

Şimdi, eğer böyle bir kişiyle evlenirsenir ne olur? Kişi değişmez aslında. Siz değiştiğini düşünürsünüz. Eskiden hep sizi memnun etmeye çalışırdı, di mi? Evlenince artık, sizi de kendinden saydığı için, öncelik diğerlerine geçer. Diğerlerini memnun etmeye çalışır ki zaten kişiliği bu yöndedir. Kaybet-kazancılık, farkına varıp da değiştirmek isteyene kadar devam eder.

Bu yüzden naçizane tavsiyem: İlişkilerinize şu kriteri de ekleyin. Sadece sizi mi mutlu etmeye çalışıyor, kendisini de düşünüyor mu? Kendisini de düşünüyorsa, hanesine bir artı puan ekleyin.

sevgiler :)

26 Temmuz 2012 Perşembe

"Ben Onunla Evlenicem, Ailesiyle Mi?" Diyen Gençlere İthafen

Evlilikle ilgili yabancı kaynaklı bir yazıda şöyle diyordu: Kendinizi iki kişilik bir kayıkta düşünün, kürekleri ikiniz çekeceksiniz, uzlaşmak, ortak karar vermek, yön çizmek zorundasınız.

Şimdi ben bunu kendi örf ve adetlerimize uyguluyorum. Sıkı tutunun kayığa, kayığımızdakı bazı yerler önceden rezerve edilmiştir(vip size mi kalıcak sandınız), siz kendinize bir yer bulun ve bulduğunuza şükredip, kaptırmamaya çalışın.

Siz o kayığı biraz genişletin. Koyun şimdi annesini, babasını, kardeşlerini, halasını, dayısını, yengesini, teyzesini, anane, babanne, dedesini, kuzenleri, yeğenlerini, hanımlarını, eşlerini.. Bitmedi daha, şimdi ikinci derecelere geçiyoruz: annesinin teyzesi, yengesi, dayısı, babasının amcası, teyzesi, halası...Biter mi, bitmeezzz, uzaktan akrabalar, aa, en önemlisi de annesinin arkadaşları, gün grubu, komşuları.

Aaa, bu kadar mı sanıyorsunuz? Siz biraz daha genişletin o kayığı. Şimdi onun bütün sülalesini aldınız, sizinkileri almazsanız olur mu? Aşkolun, olmaz tabi. Koyun uzak-yakın akrabaları. İnanamıyorum size! Annenizin arkadaşlarını, komşularını nasıl unutursunuz. Oh neyse, kimseyi unutmadık galiba, tamam mı herkes?

Peki. Oldu mu sizin kayık, Nuh'un gemisi. Hah işte, şimdi bu gemiye yön çizin, uzlaşın, ortak karar verin. Yürütün gemiyi. E bunu yapabilene helâl olsun.

Gözünüz korkmasın, biraz latife yapalım dedik akşam akşam.

Kayığınızın genişliği, içindeki kalabalık değil önemli olan.
Önemli olan, gönlünüzün genişliği ve içinde yer alan...

sevgiler :)

25 Temmuz 2012 Çarşamba

Orta Ve Hafif Şiddette Ağrılar İçin :)

Bu yazıyı çok geciktirdim, daha fazla geciktirmeden yazmak istiyorum.

Ben ilaç kullanmayı hiç tercih etmem, ancak çoookkk zorda kalırsam. O yüzden, bi ağrım olduğunda sonuna kadar dayanırım. E, hal böyle olunca, insan çözüm bulmak, üretmek zorunda kalıyor.

Şimdi, hafif ya da dayanabileceğiniz şiddette bir ağrınız varsa, benim yöntemim şöyle. Ağrının olduğu bölgeye odaklanıyorsunuz. Ağrının sürekli yer değiştirdiğini farkedeceksiniz. Takip edin. Bir süre sonra rahatlama olacak. Siz sonuna kadar devam edin. Ağrı tamamen geçsin. Sanki ihmal edilmiş bir çocuğa ilgi göstermek gibi bir durum aslında.

Bu yönteme ister inanın, ister inanmayın, işe yarıyor :) Derin nefes filan almanıza da gerek yok. Ağrının şiddetine göre insan kesik kesik de alabilir, nefesini de tutabilir. Bunlar hiç sorun değil. Siz sadece ağrıyı takip edin. Geçmiş olsun :)

Dayanılmayacak şiddetdeki ağrılar için de çalışmalarım devam ediyor ve eminim ki bunlara da bir çare bulucam kısa zamanda. İlaç firmaları bundan hiç hoşnut kalmıycak tabi :)

sevgiler :)

Önemli Olan Negatife Düşmek Değil, Negatiften Çıkabilmektir :)

Şimdi, vakti zamanında ben de habire olumlu olmaya çalışıyordum. Rahatsız olduğum bir durum bile olsa, kendimi bastırmaya, ikna etmeye, o durumdan kurtulmaya uğraşıp duruyordum. Bir ara, bütün bilinçaltımı ayaklandırmıştım ve mide ağrılarım korkunç derecelere varmıştı.

Hatta, bir arkadaşım (ki o zamanlar yakınımda olana hemen bunları anlatıyorum, benim için keyifli çünkü, o da bilmeli, onu da kurtarmalıyım çünkü :)), bana bunların doğal duygular olduğunu, hissetmemizin normal olduğunu söylüyordu. Kendisi, duygularıyla da barışıktı, takdir ederdim. Buna rağmen, ben inadım inat, bu konularla da uğraşan benim, en doğrusunu ben biliyorum ya onu ikna etmeye çalışırdım :) Niye? Çünkü bunlar henüz benim gerçekliğimde, benim dünyamda yoktu. Neyse, ben onu ikna edemeden uzak düştük :) Ama eksik kaldı.

Şöyle ki, eksik olan, benim isteğimin nihai hedef olmasıydı. Onun söylediği ise geçilmesi gereken yoldu. Ama, insan yolda giderken ağır yük taşımak istemiyor. O yüzden, bu ters geliyor insana.

Ne zaman ki gerçekten, olumsuz da olsa, beni rahatsız da etse, kendi hissettiklerime odaklandım, onları hissettiğimi kabul ettim, işte o zaman gerçekten bu yükten kurtuldum.

Hislerimle yüzleştim, bütünleşmedim. İzledim onları, başka birisi gibi. Şimdi ne zaman olumsuza düşsem, izliyorum kendimi. Biliyorum ki, onlar bana ait duygular, bana bişiy anlatmaya çalışıyorlar, beni korumaya, savunmaya. Ve ben onları kabul ettikçe, onlar akıp gidiyor üzerimden. Yolda devam ediyorum, ama yük taşımadan, yolun tadını çıkararak (ne geçmişi ne geleceği kafama takmadan, AN'da kalmaya çalışarak).

Bu yolda, ağır yüklerle yürüyemezsiniz zaten. Kendinizi, kalbinizi hafifletmeniz gerekiyor, kendiniz için...

sevgiler :)

24 Temmuz 2012 Salı

Aşk Acısı Nasıl Geçer?

Tabiki de zamanla. Di mi :) Bekleriz öyle, geçse de kurtulsak :)

Bugün radyoda bunu konuşuyorlardı. Sevgilinizle ayrıldınız.
1. gün: ararsa açmıycam (aramaz)
2. gün: ararsa şunları şunları diycem (aramaz)
3. gün: (arar) ya kapatır bi daha aramazsa :) hemen açılır telefon :)

Aşk çok güzel bir duygudur. Ama diyelim ki bi ayrılık oldu ve bir daha da devam etmeyecek. O zaman, zaman harcamak yerine bu acıdan şu şekilde kurtulabilirsiniz.
1. Önce bu duyguyu saklayın, ola ki bir daha hissetmezsiniz :) -Bir sembolle bağdaştırın, mesela parfüm
2. Sonra, acınıza dönün tabiki :) Kendinizi, sesinizi dinleyin, bu duyguyla barışın. Ondan ayrıldığınız için kendinizi değersiz mi hissediyorsunuz, yetersiz mi hissediyorsunuz. Bütün bunları dinleyin. Asla bastırmayın. Ve asla onunla bütünleşmeyin.
3. Rahatlamanın olduğu zamanlarda, ona olan bağımlılığınızın nedenlerini bulun. Kara kaşı, kara gözü değildir, emin olun :)

Ve bir sonraki ilişkinizde lütfen "onsuz yapamam" bağını kurmadan ilişkinize başlayın, devam edin. Çünkü siz, zaten kendiniz çok değerlisiniz. Sizi bir başkası değerli yapmamakta, yapamaz da...

sevgiler :)


Kişisel Gelişim Sürekli Pozitif Olmak Mıdır?

Değildir dersem, hayal kırıklığına uğrar mısınız? :)

Genelde hep bu tepkiyle karşılaşıyorum. Sürekli pozitifte kalmak istiyor herkes. O aşama, heralde en son aşamadır. Mesela, karşınıza bir yılan çıktı :) Ve siz pozitifsiniz. Ne mutlu size :)))

Korkularımız vardır, olumsuz hissetmemiz gereken durumlarımız olacaktır. Olmalı ki dışardan gelen sinyalleri doğru algılayabilelim. Ve beynimiz bunlara hızlıca tepki vermeli ki hayatta kalabilelim :) Bu kodlarla uğraşmıyoruz biz.

Biz, artık işimize yaramayan, hatta bize zarar veren duygusal yüklerimizle, davranışlarımızla, inançlarımızla, tepkilerimizle muattab oluyoruz...Mantıksal olarak size ters gelen tepkilerinizi değiştirmeye çalışıyoruz.
Örneğin, "yetersizlik" hissi dedik bir önceki yazımızda. Bu his, gerçekten bilginizde eksiklik varsa, kendinizi geliştirmeniz için destekleyici olan bir histir ya da eksik bilgiyi kamufle etmeniz için :) Ama zaten yeterliyken, bunu hissediyorsanız, burada deşifre edilmesi ve çözülmesi gereken bazı korkularımız vardır. Bunlar sizin adım atmanızı engeller. İşte, sinyali doğru değerlendirmek önemlidir.

Ayrıca, hissettiğiniz olumsuz duygularla da barışık olmanızı, onları kabul etmenizi, onları bilinçaltınızın sizinle kurduğu bir iletişim olarak algılamanızı sağlamaya çalışıyoruz. Bu şekilde, çoğu çocuklukta, aciz bir durumdayken almış olduğunuz, ama artık yakanızdan silkelemek istediğiniz kararları deşip, sizi onlardan özgürleştirmeye çalışıyoruz.

Ama bütün bunlar bir kenara, her durumda, bir seçim yapıyorsunuz, bunu farkedebilirsiniz: Keyfinizi bozmak, ya da bozmamak.

sevgiler :)

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Mükemmelliyetçilik Bir Meziyet Midir?

Herşey kusursuz olmalı :)

Bu öyle birşey ki aslında kendinizi "yetersiz" hissederken, bu duyguyu kamufle edebilmek için oluşturulan bir özelliktir "mükemmelliyetçilik".

Çünkü, bilinçaltınız "yetersiz" olduğunuzu saklamak zorunda. Sizin hayatta kalabilmeniz için, toplumsal yaşamda yerinizi alabilmeniz için sizden bu duyguyu saklamak zorunda.

Ve bu sanal bir korku :) Bunu aşmak için yapacağınız tek şey, içinizdeki dırdırcıya inanmamak.

Bu işe başlamadan önce kendimi ne kadar yetersiz hissettiğimi ve yeterli hissedebilmek için yapmam gerekenleri sıralayayım: Bir sürü sertifa almam gerek, bir psikoloji master'ı yapmalıyım, bir sürü kitap okumalıyım, vs vs vs. Gördüğünüz gibi, bu işe başlayabilmem için kusursuz bir program oluşturmuştum. Ve sonra dedim ki kendime: "ne zaman yapabileceksin?" Bunu da kriter olarak ekleyince kaynak yetersiz geldi tabi :)

Sonra, uyandım :) Bunlar, benim kendi uydurmalarımdı. Olsa tabiki güzel olur ama gerekli miydi? Aslında ben buna başlamak için yeterliydim. Hem de oldukça iyi bir donanıma, bilgi birikimine ve deneyime sahiptim. Hatta bu işi yapanlarla bile kendimi kıyasladığımda iyi bir durumdaydım.Ve sürekli de kendimi geliştiriyorum. Beni tutan sadece sanal bir korkuydu: "Ya bilmediğim bir soru çıkarsa, nasıl cevaplarım". Herşeye cevabımın olması gerekir, herşeyi bilmem gerekir ya. E, bunun sonu yok. Ömür biter, öğrenmek bitmez. İşte o anda karar verdim. Ben bu işe başlıyorum. Ve ben insanım, insansam herşeyi bilemeyebilirim. Sonra tutkuyla başladım bu işe. Ve gördüğünüz gibi devam ediyorum. Çünkü benim böyle bir hayalim var :)

İşte sizde de böyle bir his varsa, içinizdeki ses habire birşeyleri önünüze engel olarak çıkarıyorsa bilin ki, bunlar kendinize koyduğunuz sınırlardır. Aşın onları.

İnanın ki dışardaki engeller, içinizdeki engellere göre çok daha fasa fiso :)

sevgiler :)

Hangi Üniversite? Hangi Bölüm?

Bugün arkadaşlarla "hangi üniversite, hangi bölüm" diye konuşuyorduk.

Ben biraz daha farklı yaklaşıyorum olaya:
Yoğun bir üniversite programında, insanın kapasitesi fazlasıyla kafi bile olsa, o yoğunlukta farkında bile olmadan kendini "yetersiz" hissedebilir. Arka arkaya, hatta aynı zamana sınavlar, ödevler, projeler, finaller...Ya sosyal hayattan ya not ortalamasından taviz verecek. Ve sonuçta, mükemmelliyetçilik veya erteleme durumları ortaya çıkacaktır. Bunlar sizde var mı yoksa :)

Şimdi şu bir gerçek: iyi bir üniversite ve iyi bir not ortalaması bir kapıyı aralar.

Ama eğer ki "yeterlilik" ve "yapabilirim" duygularıyla mezun olmuşsa, kendisi zaten bir sürü kapıyı aralayacaktır. Yani iyi bir üniversite, iyi bir not ortalaması yerine önceliği bu duygusal donanıma vermesini tercih etmekte fayda olacaktır. Mezuniyet sonrası önemli olan az bilgi veya çok bilgi değildir, önemli olan  kendisini nasıl gördüğüdür ve kendisine nasıl bir imaj çizebildiğidir. Mezuniyet sonrasını sürükleyecek olan, hayatının devamını getirecek olan budur.

Çünkü iyi bir üniversite, iyi bir not ortalaması bir süre sonra kendini tüketirken, diğeri ömür boyu onunla birlikte olacaktır ve adım atacak cesareti göstermesini sağlayacaktır.

Bunu da kriterlerinize ekleyin derim ben.

sevgiler :)

22 Temmuz 2012 Pazar

Bir Dikkat Testi-Top Saydırma

Aşağıdaki videoyu izler misiniz? Yalnız izlemiyorsanız birbirinize bişiy söylemiyorsunuz. Herkes kendi yapıyor bunu.

İzlerken sadece beyazlılara ve topa odaklanmanızı istiyorum.

Dikkat testimiz de şöyle: Top, beyazların eline kaç kez değiyor? Aynı kişinin elinde top sekerse bunları da ayrı ayrı sayıyorsunuz. Bir elinden diğerine geçerse bunu da ayrıyeten sayıyorsunuz.

Bakalım ne kadar dikkatlisiniz?

http://www.youtube.com/watch?v=vJG698U2Mvo&feature=youtube_gdata_player

Kaç saydınız?

sevgiler :)

21 Temmuz 2012 Cumartesi

Para Mı? Aşk Mı? :)

Hayat bir oyundur dedik ya. Bu oyunun her aşamasında kendinize verdiğiniz değer de artacaktır ve siz kendinize ne kadar değer biçiyorsanız o kadarına sahip olacaksınız.

Şu anda sahip olduğunuz hayat, sizin değerinizi, aslında kendinizi layık gördüğünüz değeri göstermektedir.

Aşk bir duygudur. Karşınızdaki sadece içinizde varolan bu duyguyu tetikler. Tamam, çok güzel bir duygudur ama asıl amacı insani olarak neslin devamını sağlamakken ruhsal olarak da size bir tanıtım yapmaktır. Yani yaratılan karşısında bu kadar güzel bir duyguyu hissediyorsan, Yaradan'a karşı kimbilir nasıl hissedeceksin kendini!

Budur işte kısaca aşk ve para...Ve gerçek aşk karşısında diğeri nasıl da erir, yokolur, anlamını yitirir...

sevgiler :)

20 Temmuz 2012 Cuma

Üniversite Sınavını Kazanamadım, N'olcak Benim Geleceğim?

Bugün sınav sonuçları açıklandı. İyi-kötü herkes bir puan aldı. Sınavdan düşük puan alanlar, moralini bozdu, ailelerin morali bozuldu. Neden? Çünkü, kendini sadece üniversiteye şartlamış bir beyin, farklı bir alternatif göremediği için. İlla ki üniversite dendiği için, başka bir yol olabileceği akla bile getirilemeyeceği için.

Halbuki, bugün üniversite mezunu bir çok işsiz gencimiz var ya da kendi mesleğiyle alakasız işler yapan. Olsun ama di mi? Bir diploması olsun, sonra da devlette bir işe girsin, garanti olsun.

Şimdi, farklı bir açıdan bakalım mı? Hadi....

Üniversite mezuniyetini aşmanız gereken bir tepe olarak düşünün. Bu tepeyi aştığınızda olmak istediğiniz şey nedir? Kendinizi ne olarak görmeyi  hayal ediyorsunuz? Annenizin, babanızın hayallerini değil, kendi hayalinizi yaratın. Çünkü, içinizdeki azim ve tutku ancak kendi hayalinizi gerçekleştirebilir. Sanki üniversite sınavı da böyle birşey di mi :)

Sonra planlayın...Bunun yolu sadece üniversiteden mi geçiyor? Amacınız, üniversite mezunu olmak ve diplomasını almak mı? Bu size neden gerekli? Kendinizi böyle daha mı güvende hissedeceksiniz? Tartın bunu. Farklı yollar yok mu? Diyorum ya, hayalinizi ancak tutkularınızla gerçekleştirebilirsiniz ve ben o tutkunun bir diploma engelini rahatlıkla aşabilecek kadar güçlü olduğuna inanıyorum.

Sonra planınızı bir gözden geçirin, acımasızca eleştirin planınızı. Tutkunuz vazgeçmenizi engelleyecektir. İçinizden "olmazdı ki", "hayal sadece" gibi sözler geçiyorsa, sakın aldanmayın. Yola devam ediyoruz. Bu planın gerçekleşmesi için ne yapmak gerekiyor? Elinizden gelen en küçük adım nedir? Bakın, bunu bugün yapmazsanız, bu küçük damlalar yarın çığ olur büyür.

Ve o adımı atın. Bugün. Ertelemeden. İçinizde o gençlik enerjisi varken. Ki o enerji size herşeyi yapabileceğiniz, her engeli aşabileceğiniz inancını ateşleyecek kadar yüksek bir kuvvettedir. Alın bu inancı arkanıza, sizin en büyük torpiliniz budur, ve o adımı atın.

Unutmayın, nefes aldığınız sürece, hiçbir konuda çıkmazda değilsinizdir. Sadece, siz o farklı yolu göremiyorsunuz demektir. Ve görseniz de vazgeçiyorsunuz demektir.

sevgiler :)

19 Temmuz 2012 Perşembe

Hayat Oyunumuzun Kuralı

Oyunumuzun bir kuralı vardır, o da şudur: Bir aşamayı bitirmeden diğerine geçemiyorsunuz. Aynı aşamada sürekli dönüp dolanıyorsunuz, aynı şeyleri tekrar tekrar yaşıyorsunuz.

Ve tek canınız var, süre kısıtımız da var tabi :)

Bu tek hakkımızı iyi kullanalım, sevgiler :)

Hani Önceliği Kendimize Veriyorduk :)

"İnsanları oldukları gibi kabul etmek" iyi güzel de ya kendimiz? Biz kendimizi olduğumuz gibi kabul edebiliyor muyuz?

Çok üzgünüm, buna cevabım kocaman bir "HAYIR". O kadar direniyoruz ki kendimize. İçimizde yaşadıklarımıza o kadar sırtımızı çeviriyoruz ki. "Aman boşver" diye geçiştirirken, kandırırken kendimizi, o kadar değersiz oluyor ki hissettiklerimiz. Sanki, boşverdiğimizde bir daha hissetmeyecekmişiz gibi. Kendimizi, görmezden, duymazdan, hissetmezden geliyoruz. İşte o zaman, "güçlü insan" oluyoruz. Kendi zayıflığıyla(??!?) yüzleşmekten korkan, o yüzden onu iyice duvarların arkasına saklayan "güçlü insan"!

Gerçek "güç" nedir biliyor musunuz? Gerçek GÜÇ, insanların hissettiklerine sahip çıkmasıdır. Kendi duygularına sahip çıkıp, onları sonuna kadar hissedip, kabul etmesidir.

Siz duygularınızdan kaçmaya çalıştıkça, onlar sizinle birlikte daha da köklenerek büyüyeceklerdir. Aslında, tek yapacağınız, onlara zaman ayırıp, sonuna kadar hissetmektir. O zaman, ne kadar zayıfladıklarını göreceksiniz.

sevgiler :)

Bu Dünyada Önemli Olan Nedir?

Kendimizden başkası ya da başka birşey değildir. Biz varsak dünya var, biz yoksak yok.

O halde varsa yoksa kendimiz için yaşayacağız. Kendimizi ön plana koyacağız. Yalnız bunu şu anlamda söylüyorum: Mesela, para, eş, ne olursa olsun, kim olursa olsun, önemli olan bu hayat oyununda seviye atlayabilmektir, kendimize, ruhumuza, özümüze ulaşabilmektir.

Herşey değişir, anlamını yitirir, belki yok olur ama siz bu bedende nefes aldığınız sürece tek değişmeyecek, anlamını yitirmeyecek ve sizinle olacak şey ruhunuzdur. O zaman kendinizi her hazır hissettiğinizde ona doğru bir adım atın, göreceksiniz o size 1000 adım atacaktır.

sevgiler :)

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Ruh Sağlığınızı Nasıl Korursunuz?

Geçen gün radyoda bu soruyu soruyorlardı. Sizler için hemen cevabını veriyorum :)

Kafanızda yarattığınız gerçekliğinizde ne kadar zengin ne kadar esnek olursanız, ruh sağlığınızı da o ölçüde korumuş olursunuz.

sevgiler :)

İnsanları Oldukları Gibi Kabullenmek

Çok klasik bir söz biliyorum, ama yine de bugün bundan bahsetmek istedim.

Çocukluğumuzdan itibaren kendimizi ele alırsak, bizim kafamızdaki sosyal kuralları kimler oluşturuyor: aile, akrabalar, öğretmenlerimiz, arkadaş çevresi, toplum...ve tabi ki bizim bu kuralları kabul ettiğimiz ve ona uygun hale getirdiğimiz gerçekliğimiz. Bir yap-boz gibi düşünün, yap-bozun bütünlüğünü sağlayabilmek için parçaların birbiriyle uyumlu olması gerekir.

Yetişkin hayatımızda kafamızdaki bu kalıplara uymayan bir davranışla ya da sözle karşılaştığımız zaman hemen alarm durumuna geçeriz. Bunlar, tabi ki bizi tehlikeli durumlardan korurlar. Ama lüzumsuz yere canımızı sıktıkları da olur.

İşte o zaman şunu düşünün: O insan sizin kafanızdaki kalıba göre davranmak zorunda mıdır? Davranmadığı için siz sinirlenmek zorunda mısınız? Onun da kafasında farklı bir gerçeklik yok mudur? Onu bu haliyle olduğu gibi kabul edemez misiniz?

sevgiler :)

Hayat Oyunu-1.Aşama: Silkinip Kendine Gelmek

Genelde birşeylerden memnun değilseniz, rahatsızsanız, artık başa çıkamıyorsanız birşeylerin değişmesi gerektiğini hissedersiniz. Ama bu genelde kendimiz olmaz. İlk başta çevremizi değiştirmeye, tabiri yerindeyse adam etmeye çalışırız. Onlar değişirse herşey yoluna girecektir. Ama bu olmaz, aynı şeyleri yeniden yaşarız, o zaman daha da mutsuz oluruz. Mücadeleciysek, bi daha değiştirmeyi deneriz, belki bir daha, bir daha....

Sonunda ya pes ederiz ya kaçarız ya da artık kendimizle yüzleşme zamanımız gelmiştir. İşte o zaman buna karar veririz: değişmemiz lazımdır.

Benim değişimim böyle başladı. Başka insanların başa çıkabileceği durumlarla "eski ben" başa çıkamadı. Ama, şuna karar verdi. O başka insanlar yapabiliyorlarsa ben de yapabilirim. Şimdi geçmişe dönüp baktığımda o zamanlar çok üzülmüş olsam bile, İYİ Kİ yaşamışım diyorum. Herşey yolunda gitseydi, halâ uyuyor olacaktım. Rüyadan uyanmam oyunun ilerleyen aşamalarında oldu ama birşeylerin değişmesini gerektiğini ve onun da kendim olduğunu farkettim.

İşte siz de bunu farkedeceksiniz ya da farkettiniz bile. O zaman oyunun 2.seviyesine çıkmak için hazırsınız :)


sevgiler :)

17 Temmuz 2012 Salı

Hayat Oyunu: Son Zamanların En Heyecanlı Oyunu :)

Diyelim ki hayat bir oyun, bilgisayar oyunu gibi.

Siz de bu oyuna başlamışsınız. Kahraman olarak kendinizi seçmişsiniz. Başlangıç şartlarınızı(hayat şartları) da belirlemişsiniz. Sonra, oyun bu ya, bunları unutuvermişsiniz :) O kadar ki, seçtiğiniz karakterle bütünleşip, kendi belirlediğiniz şartlarda sürüklenmeye başlamışsınız.

Truman Show'u izlemiş miydiniz? İşte, aynen bunun gibi...

Oyunumuz aşamalardan oluşuyor. Yazı dizimize başlıyoruz, hazır mısınız :)

sevgiler :)

16 Temmuz 2012 Pazartesi

"Beklentisi Olmayan İnsan Mutlu Olur"

Bu söz, kısa bir süreliğine yoga derslerine girdiğim Feridun Ulusoy'a aittir.

Hayatını beklentilerine ve onların gerçekleşmesine bağlayan insan, kendi iç potansiyelinin farkında değildir. Dış etkenlere bağlı bir mutluluk, o dış etkenler gerçekleşmezse ya da ortadan kalkarsa hayal kırıklığına ve depresyona bile yol açabilir.

Dışarıyı değiştirmek ya da kontrol etmek yerine, içeriyi değiştirebilirsek, dışarısı zaten kendiliğinden değişecektir.

sevgiler :)

Not: Bunu yıllar önce, tavsiye olarak, komşularından, arkadaşlarından, akrabalarından sürekli bir beklenti içerisinde olan ve beklentileri kafasındakine göre gerçekleşmediği için devamlı negatifte yaşayan birisine söylemiştim. Bunu söylediğimde değişeceğini düşünmüştüm. Ama tepkisi şöyle oldu: "O zaman ot gibi yaşarsın!". Ben de devam etmedim tabi. Çünkü, onun gerçekliğinde bu böyleydi, kendi gerçekliğinde haklıydı. Beklenti olmazsa ot gibi bir hayat yaşayacağına inanıyordu. Ayrıca bu negatiflik, sürekli üzüntü durumundan da mutlaka bir ikincil çıkarı vardı. Dolayısıyla henüz değişimi istemiyordu ve ona sihirli değneği verseniz kabul etmeyecekti ve etmedi de.

İşte küçük bir notla şunu anlatmaya çalıştık: Ancak, değişimin kendinden başlaması gerektiğinin farkına varan bir insan için bu söz, sözler ve yazılarımız anlamlı olacaktır.

Her Ay Bir Kitap-Dört Anlaşma

Sizlere ilk tavsiye edeceğim kitap "Dört Anlaşma". Yazarı Don Miguel Ruiz.

Bununla güzel bir başlangıç yapabilirsiniz: Sözlerinize dikkat edin, kişisel algılamayın, varsayımda bulunmayın, işinizde elinizden gelenin en iyisini yapın.

sevgiler :)

Sen Söyle, Ben Düşüneyim :)

"Varsayımda bulunmanın" tanımını yapmak çok kolaydır. Ama günlük yaşamın hızında farkına bile varmadan o kadar çok yorum katarız ki olaylara. Hiç yorulmadan karşımızdaki insanın yerine de biz düşünürüz. Niye öyle söylediğini, neden öyle yaptığını biliriz ;)

Şimdi bir an düşünün: Yaptığınız bir muhabette karşınızdaki ne dedi? Sadece sözlerine odaklanın. Peki siz neler düşündünüz? Neler neler, di mi :) 2 kelimeye kompozisyon bile yazabiliriz ;)

İşte, günlük yaşamımızda dışarıdan algıladığımız herşeyi kendi gerçekliğimize uydurmaya çalışırız. Kendimize göre filtreler, anlam kaydırır, anlamını değiştiririz. Ancak bu şekilde, kendi ekolojik sistemimize uyumlu hale gelince onu kabul ederiz.

Hadi yarın bunu bir kere deneyin. Sadece sözlere odaklanın. Onun adına düşünmeyin. Düşünüyorsanız da farkında olun, yakalayın kendinizi. Sadece bir kere... :)

sevgiler :)

Sigaradan Arabaya Sembol Geçişi :)

Eskiden kadınların sigara içmeleri toplum içinde kabul görmüyordu. Ama üretici de pazar payının yarısını gözardı edemezdi. Bunun üzerine bir araştırma yapıldı. Sigaranın erkeklik sembolü olduğu öğrendildi.

Karşı plan hazırdı. Amerikan'ın özgürlük gününde bir grup güzel kadın, jartiyerlerinin içine sigaralarını sakladı. Tam özgürlük meşalesi yakıldığı sırada, kadınlar da sigaralarını yaktılar. Basın da ayarlanmıştı. Ertesi gün gazetelerde manşetler şöyleydi: "Özgür kadınlar sigara yaktı". Üreticiler kazanmıştı, insanların bilinçaltında özgürlük duygusu ve sigara eşleşmişti.

Ama, sigara erkekliğin sembolüydü ve bu sembol artık yıkılmıştı. O zaman erkeklik için yeni bir sembol bulmak gerekti ve bu sembol de "arabalar" oldu ;)

sevgiler :)

Peki Biz Kimin Hayallerini Yaşıyoruz?

Freud araştırmalarında insanın özünün vahşi ve cinselliğe dayalı olduğu sonucunu çıkarmıştı. 1920'lerden itibaren bu kullanılmaya başlandı. İnsanlar özlerinde vahşiydiler ve bir araya geldiklerinde tehlikeli olabilirlerdi. Bu yüzden kontrol altında tutulmalıydılar.

Bu tabi ki büyük şirketlerin yatırımı haline geldi: hayal mühendisliği. Önce insanlarda, bir arzu uyandırmak ve ürünlerini bu şekilde satmak. Aynı ayakkabılar, aynı kıyafetler, saç modelleri, arabalar...Ama bir süre sonra halk uyutulduğunu anladı.

Şirketler ürünlerini satamaz duruma gelince, dev bir anket düzenlendi. Ve bu anketin sonucunda, insanların artık bireyselleştiği sonucu çıktı. 1980'lerde bu oran %85'lerdeydi.

Ve "yaşam tarzı" kelimesi türetildi. Yalnız sorun şuydu ki kişi bireysel olmak istiyordu ama kendini nasıl ifade edeceğini bilmiyordu. Bunu keşfeden şirketler, ürünleriyle yeniden insanlara hizmet etmeye başladılar :)

"Olmak istediğin kişi buysa, kendini en iyi bu ürünle ifade edebilirsin" :)

sevgiler :)

15 Temmuz 2012 Pazar

Yeni Bir İş Fikrim Var :)

Hemen hemen hepimizin bir iş fikri olmuştur :)

Yale Üniversitesi'nde yapılan bir çalışmada katılımcılara sormuşlar, "hedefiniz var mı?". %97 oranında cevap "evet" olmuş. 20 yıl sonra takip etmişler, bu katılımcılarından hedeflerine yüzde kaçı ulaşmış biliyor musunuz? Sadece %3'ü...

Peki niye böyle oluyor? Niye oran azalıyor? Niye biz %3'den biri olamıyoruz?

Çünkü bu insanlar hayallerinin peşinden koşacak "tutku"ya sahipler ve bu tutku onları motive ediyor.

Çünkü bu insanlar, bu tutkuyla hayallerine ulaşmak için, bugün, küçük de olsa bir adım atıyorlar, kendi sınırlarını aşıyorlar.

Çünkü bu insanlar, hayallerini gerçekleştireceklerine o kadar inanıyorlar ki, fırsatları görebiliyorlar.

İşte, hayaller olmadan gerçekler olmaz, tutku olmadan motivasyon olmaz, bilet almadan da piyango çıkmaz :)

sevgiler :)

Mağduriyet Bir Durum Mudur, Yoksa Bir Oyun Mudur?

Kendini mağdur durumda hissetmek hoş bir duygu değildir aslında. Ama, şundan emin olun ki bilinçaltınızda bundan ikincil bir çıkarınız vardır. Ve bu sizi çözümden alıkoyabilir.

Genelde toplum olarak mağduriyet içinde olmak başkalarıyla paylaşımımızı arttırır. Kendimizi diğerleriyle aynı hissederiz, daha fazla ilgi görürürüz, daha çok sohbet konumuz olur, vs...

Bu tip bir durumun içindeyseniz, bir durun ve şunu sorun kendinize: "ben neden böyle hissediyorum?"

sevgiler :)

Bir Derdim Var A Dostlar, Kimlere Anlatayım?

Kendini sıkıntılı bir durum içinde hisseden birisinin derdini dinlerken beynimiz sırayla iki bölgesini kullanır: önce empati ve sonra çözüm üretme.

Bayanlar olarak biz genelde empati devresinde daha uzun süre kalırız, kendimizi onun yerine koyup, karşımızdakinin duygu yoğunluğunu daha fazla yaşarız. O yüzden dertleşme seanslarımız uzun sürer.

Erkek beyniyse daha farklıdır. İlk evrede kalış süresinde karşısındakinin üzüldüğünü anlık olarak hisseder ve hemen ikinci bölgesine geçer, çözüm üretmeye başlarlar. Ama, bazı erkekler akıllanmışlardır, karşısındaki bir bayansa bunu çaktırmazlar, çünkü heralde en az bir kere, empati bekleyen bir hatuna çözüm üretip, bunun üzerine "senden akıl isteyen var mı?" gibi bir tepkiyi tecrübe edinmişlerdir ;)

Bunlar, tamamen hormonların etkisiyle olan şeylerdir, kişinin bilinçli yaptığı birşey değildir. Bilmekte fayda vardır. Hem kişisel ilişkilerde, hem şirketler vs hayatın her alanında böyle durumlara farklı gözle bakmanızı sağlar...

sevgiler :)

14 Temmuz 2012 Cumartesi

Bay Washington...Öğrencilerini Oldukları Gibi Değil, Olması Gerektiği Gibi Gören Bir İdol!

Mevlana demiş ki,

Ne farkeder ki kör için,
Elmas da bir cam da,
Sana bakan gözler kör ise,
Kendini camdan sanma...

Daha önce size Les Brown'dan bahsetmiştim. Kendisi, okulda "öğrenebilen engelli olarak" etiketleniyor ve buna inanıyor, taa ki bir arkadaşını beklemek için Bay Washington'un sınıfına girene kadar. Orada yaşadıkları dialog sonunda Bay Washington ona şunu söylüyor,

"Başkalarının senin hakkındaki düşünceleri senin gerçeğin olmamalı!"

Ve bu sözle, Les Brown'un kendine olan bakış açısı değişiyor, ilerde parlamento üyesi, insan hakları komisyonu başkanlığı, dj'lik, stadyum dolusu insana motivasyon konuşmaları...İnanılmaz bir yükseliş yani.

Les Brown'a tek desteği bu değil tabi: Les Brown, ona hayalinde DJ olmak istediğini söylediğinde, ona şöyle diyor:
"Sen öyle olacakmış gibi çalışmalısın ki karşına bir fırsat çıktığında hazır olasın.."

Başka bir hikayede de Les Brown, iş başvurusundan "hayır" yanıtı alıyor. O zaman ona diyor ki,
"Bazı insanlar o kadar negatiftir ki 'evet' demeden önce defalarca 'hayır' derler." ve birkaç 'hayır' sonrası, patron gerçekten 'evet' diyor, işe başlıyor.

'hayır'ı, nasıl yeniden çerçevelediğini gördünüz mü: 'evet'ten önceki 5. 'hayır', 'evet'ten önceki 4. 'hayır', 'evet'ten önceki 3. 'hayır'...
'hayır' kelimesinin kafamızdaki anlamı nasıl değişiyor birden.

İşte bu adam, bir öğretmenden öte bir kişilik. Onlara "balık tutmayı" felan öğretmiyor, sadece bakış açılarını değiştiriyor, tek yaptığı bu, ama sihirli bir değnek gibi etki ediyor.

Demek ki sihirli değnek aslında bizim içimizde, olaylara bakışımızda saklı.

sevgiler :)

Peki Ben Hep Neden Böyle Olumsuzum?

Karakter diyelim :)

Aslında beyninizin sağ ön lobu daha aktif çalışıyor demektir bu. Sol ön lobu daha aktif olanlara göre aynı durum karşısında beyniniz daha fazla stres hormonu üretiyor. Siz de kendinizi daha negatifte hissediyorsunuz.

Ben de öyleydim. Bu çok avantajlı bir durum oldu benim için. Çünkü, böyle yaşamak zorunda olmadığımı farkettim, hatta kendi seçtiğim mizaçta bir insan olabileceğimi.... sevgiler :)

Şans Kapıyı Çalınca, E Ne Duruyorsunuz Açsanıza :)

Şans doğuştan mıdır, yoksa bir tesadüf müdür sizce?

Yapılan araştırmalara göre, şanslı insanlarda şu belirgin özellikler var:
1. Odaklarını belirli bir olay ve durumlara kilitlemiyorlar, daha rahatlar, böylelikle etraflarındaki her fırsata açıklar, yani bir hedefleri varsa "nasıl" kısmıyla ilgilenmiyorlar,
2. Şanssız gibi görünen olayların bile şanslı bir yönünü bulabiliyorlar, buna yeniden çerçeveleme sanatı diyoruz,
3. Şanslı olduklarına gönülden inanıyorlar, bu ruh haliyle hareket ediyorlar...

Mesela, siz genel olarak şanssız olduğunuzu düşünüyorsanız, sadece bu sabah saat 10:00 ve 11:00 arası şanslı bir insan olarak hayal edin kendinizi. 3. Maddeden yakalayalım olayı. Önce, duygusal seviyemizde bir sıçrama gerçekleştirelim. Sonra, zaten farkında bile olmadan o bizim gerçekliğimiz olacaktır.

O zaman, ben de bu sabah hepinize bol şans diliyorum,

sevgiler :)

13 Temmuz 2012 Cuma

Öyle Bir Sevgilim Olsun Ki :)

Bu sabah radyoda DJ, kızlarla muhabbet ediyor. Soru şu: "Sevgiliniz nasıl birisi olsun?"
Kızlardan biri saydı: samimi, doğal, güleryüzlü....

Aslında, bir ilişkide karşı tarafın nasıl olacağından ziyade, bu saydığınız özelliklerle, "siz neler hissetmek istiyorsunuz", bunun üzerine kafa yormak gerekir...

samimi olsun: çünkü, yanında kendimi güvende hissetmek istiyorum
doğal olsun: çünkü, yanında kendimi rahat hissetmek istiyorum
güleryüzlü olsun: çünkü yanında kendimi keyifli hissetmek istiyorum, (yani, güleryüzlü olmasa da onun yanında kendini keyifli hissediyorsa kriterleri aşmış demektir)...

Önemli olan bir ilişki isterken odağınızın kendinizde mi yoksa karşınızdakinde mi olduğudur.

sevgiler :)

Etkin Dinleme

Bugün, yıllardır bildiğim fakat uygulamadığım bir şeyi denedim: Etkin Dinleme...

Bu sabah kızım, oyuncaklarından birini bulamadı. Ağlamaklı bir şekilde, "onun yerine başka birşeyi kullanırım ben de" gibi laflarla yanıma koştu. Başka bir zaman olsa, hemen üzülür bir çözüm bulmaya, ısrarla yol göstermeye çalışırdım ve genelde ağlamaklı durumu da sinirlenmeye dönüşür ve bu sefer artık ağlamaya başlardı. Bir defasında bu krizlerinin sebebini sorduğumda bana "seni ikna edemediğim için ağlıyorum" demişti. Bu kez de aslında, oyuncağın orda, gözünün önünde olduğunu bildiğim için, hemen "birlikte arayalım mı?" ya da "iyice bi ara, bak ordadır" gibi öneriler aklıma geldi.

Ama birden farkına vardım: Aynı durumla karşı karşıyayız. Haydi etkin dinleyeyim, dedim. Sorun benim sorunum mu? Hayır. Oyuncağını kaybeden, bulamayan, kendince bir çözüm bulan ve üzülen o. Sadece dinledim onu. Olay bir krize dönüşmeden aynı duygusal seviyede kaldı. O şekilde döndü oyuncaklarına ve "Buuuldduuum, çok zor bir yere saklanmış" diye neşeli bir ses geldi ardından :)

İşte, bilmek farklı ama hayatına sokmak, uygulamak çok farklı. Bugün sadece etkin dinlemeyi uyguladım. Kızım, ağlamaklıydı, üzgündü ama onu yeterince arayıp bulamadığına kanaat getirmişti ve bunu sadece bana bildiriyordu. Eskiden, onun bu durumuna "yardım istiyor" varsayımında bulunurdum ve yardım teşebbüslerim olayı bir krize çevirirdi. Şimdi sadece onu dinledim.

Daha çok küçük felan ama sorun onun sorunuydu, çözümü o zaten bulmuştu :)

sevgiler

Geçmişin Pişmanlığı

Geçmişte yaptığınız birşeyden bugün hala pişmanlık duyuyorsanız bilin ki, o anda onu yapmak zorundaydınız.
Aslında hepimiz farkında olmadan, neyi, niye yaptığımızı bilmeden yaşarız, seçimler yaparız.

Ama "ben seçim yapmadım ki" diyebilirsiniz. Seçim yapmamak da bir seçimdir. Ve siz "bilinçli bir seçim" yapana kadar "bilinçsizce yaptığınız seçim"lerinizin hayatını yaşarsınız.

sevgiler :)

Tıkanan İlişkiler

İlişkiniz artık tıkanmışsa, aynı kişiyle devam etmek için önünüzde 2 seçenek vardır:
1. Ya karşınızdakini olduğu gibi kabul eden bir kişi olmak
2. Ya da karşılıklı değişmek ve yepyeni bir ilişkiye başlamak

sevgiler :)

12 Temmuz 2012 Perşembe

Kişisel Gelişim Kitapları

Eminim çoğunuz sevmiyordur böyle kitapları okumayı :) Hatta bir hevesle alıp başlamış ama devam edememişsinizdir :) Ben de bu tür kitaplara gömüldüm, nerdeyse son 8 senedir.

Zaten bugün 7 tane kitabım geldi. 2 tanesi de yolda. Daha listeme ekleyeceklerim var. Acaip bir "tutku" bu benim için :) 

Bilmem anlatabildim mi :) Bugün hedefiniz için siz ne yaptınız bakalım :)

sevgiler

Aldatmanın Arkasındaki Gizli Protokol

Şimdi ben ilişkilerde aldatmayı esas aldım ama siz bunun yerine başka şeyleri de koyabilirsiniz.

Kocası tarafından aldatılan ve gururu kırılıp evi terkeden, fakat kocasının yalvarmalarıyla şartlarını öne sürüp tekrar evine dönen mağdur bir kadının hikayesiyle başlatalım biz örneğimizi. Protokol şu şekilde gelişmiştir:
Kadın: Beni tekrar aldatabilirsin hayatım
Erkek: Tamam karıcım :)
Kadın: Ama öğrendiğimde sana bir sürü şeyi sayıp, söverim, kırarım, dökerim
Erkek: Tabiki hayatım, ne demek
Kadın: Sonra da evi terkederim, belki boşanma davası da açarım
Erkek: Hay hay
Kadın: Sen de gelip benim ayaklarıma kapanıp yalvarcaksın, aflar diliyceksin, artık elinden gelenin en iyisini yapacaksın. Her defasında daha iyisini beklerim ama...Çünkü ben her defasında daha sert tepki göstericem. Anlaştık mı?
Erkek: Anlaştık :)

İlişkilerde, aynı kişi olmaya devam edildiği sürece, bu böyle de devam eder. Çünkü gizliden gizliye karşı taraf ne yapması gerektiğini öğrenmiştir: Yap, af dile, yalvar, nasılsa geri dönüyor...İkna için en zayıf noktayı her defasında dener...

Kadın için durum daha da vahim, alışkanlık haline gelebilir ve çift taraflı bir kazanç söz konusu olmaya başlayabilir. Aldatıldığı için mağdur, ama mağdur olduğu için de ilgileniliyor :) Farkına bile varmadan düşer bu tuzağa...

İşte, ikili ilişkilerde sizi rahatsız eden bir durum varsa, o durumda ya yeni bir siz olacaksınız ya da eski siz olarak aynı şeyleri yaşamaya devam edeceksiniz, çünkü bunlar tekrarlar malesef, siz en sonunda yıpranıp, pes edene kadar.

sevgiler :)

Bir Sorunum Var ve Beni Dibe Çekiyor

Sorunlarımız elbette bize özeldir, ve aslında anlatsak bile %100 anlamda kimse bizi anlayamaz, bizim yerimize koyamaz kendini. O zaman biraz da kendimizi rahatlatmayı öğrenmemiz gerekiyor. Duygusal olarak boğulmaktan kurtulup, mantıksal karar verebilecek duruma gelmek için, size bir taktik:

Sorununuzun çerçevesini büyütün. Çevçeve büyüdükçe sorununuz içinde küçük kalacaktır. Ama çevçevenin içine başka şeyler de katın, geçmişten, başka ülkelerden, başka insanlardan bile olabilir. Örneğin, Nazi toplama kamplarında Josep Mengele'nin insanlar üzerine yaptığı korkunç(burada bahsini bile geçiremeyeceğim) deneyleri katın...Çok uzağa gitmeyin, Van depremini katın. İnanın sorununuz bu çerçevede küçük kalacaktır.

Şükredeceğiniz bir durumda hissedeceksinizdir kendinizi. Ve işte o anda, daha sakin bir ruh haliyle sorununuza(hala sorun olarak görüyorsanız) çözümler bulabilirsiniz.

sevgiler :)

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Ama O Beni Hep Kırıyor Hocam, Dayanamıycam Artık :(

İlişkilerinizde karşı tarafın davranışlarına, sözlerine kırılıp, darılıp mesafe koyduğunuz, şartlarınızı sıraladığınız oldu mu hiç? Peki sonra n'oldu? Bir süre tavır yaptınız, sonra ilişki eski haline döndü ve tekrar aynı şey :( Biriktikçe de daha da umutsuzluk oluşmuştur tabii. Hadi halledelim şunu :)

Size önce bunun nedenini anlatayım: Çünkü onun böyle davranmasına farkında bile olmadan siz izin veriyorsunuz. Onun bir kabahati yok. Siz onunla ilişkinizde böyle bir insan olmayı seçmişsiniz. Onun kafasında böyle bir imajınız oluşmuş.

Bunun çözümü de hani o en sonunda şartlarını sıralayan kişi vardı ya işte öyle bir kişi olmayı seçmeniz ve onun kafasındaki imajınızı değiştirmenizdir. Ama, burada ince bir nüans vardır: Sınır çizdiğiniz zaman kaybedeceğinizi düşündükleriniz. Öyle ya, siz boşuna izin vermiyorsunuz. Mesafe koysanız belki samimiyet biraz daha azabilir, belki bu defa daha az eğlence olur, belki sizden uzaklaşır, belki de bilinçaltınızın daha farklı bir nedeni vardır, bilemeyiz.

O halde içimizde, sınır çizemeyen kişi ve çizen kişi arasındaki o ince çizgiyi öyle bir ayarlamalıyız ki her iki durumda da içimiz rahat etsin. İlişkiler de boşuna yıpranmasın :)

sevgiler

Ayna Ayna Söyle Bana, Şimdi Hangi "Yüz"ümü Taksam Acaba :)

İnsanların bir gösterdikleri yüzleri vardır, bir de gerçek yüzleri vardır, di mi? Acaba???
Dolandırıcıları boşverin, günlük ilişkilerimize bakalım biz...

Şimdi, bazen öyle olaylar yaşanır ki iki arkadaş, dost bile düşman oluverir, ikisini de ayrı ayrı dinlersiniz. İkisi de kendi açılarından anlattıkları için haklıdırlar.

Ve de "gerçek yüz" mevzuu açığa çıkar. "Gerçek yüzünü görememişim, bana göstermemiş, tanıyamamışım!" .... Ah bi de şunu ekleyeyim: "çok safmışım" diye de devam edilir...Niyeyse herkeste bir saflık vardır :) Kızmayın kendinize, hepimiz dostluk, arkadaşlık ararız....Buna ihtiyacımız vardır, ve bunu gerçekleştirmek için de bazı kalkanlarımızı indirmek zorundayızdır.

Konumuza dönersek, aslında, insanların bir sürü yüzü vardır. Her koşulda takındıkları tavır değişir. Zaman içinde kendileri değişir, koşullar aynıdır ama tavırları değişir. Bu değişimi öncelikle kabul etmek gereklidir. Sonra şunu sorgulamak: O anda, o koşullarda siz o kişinin hangi yüzüne hitap ediyorsunuz?

İşte, siz karşınızdakinin hangi "yüz"üne hitap ederseniz, o "yüz"ünden karşılık alırsınız....

sevgiler :)

10 Temmuz 2012 Salı

Akşamüstü İlişkilerle İlgili Kısa Bir Doğaçlama

Bazen iyi giden ilişkiler bitme noktasına gelebilir, tükenebilir birşeyler. Çok sevseniz bile o ilişki içinde yıpranırsınız. Sevdiğiniz için şans verirsiniz ama hepsi birer birer yok olur.

İşte o zaman bırakmak lazımdır o ilişkiyi. Bırakmak ve ancak yeni bir siz olarak yeniden başlamak. Siz bu değişime hazır olmalısınız. Çünkü, eski siz, yine aynı şeyleri yaşatacaktır.

Peki ya ilişkinin diğer tarafı? Orda da bir özgür irade var sonuçta. Ya "ben buyum, değişmem, beni böyle kabul ediyorsan" derse? Siz kendinizi, bunu kabul edebilecek kadar değiştirebilecek misiniz? Hem niye bir başkasına göre yaşıyorsunuz? Sizi bu kadar bağlayan nedir? Ondaki üstün bir meziyet mi, yoksa içinizde farkına bile varamadığınız duygusal ihtiyaçlarınız mı?

Bazen ilişkilere şans tanırken, kendi şanslarımızı harcarız. Önceliği kendinize tanıyın derim ben, önce kendi hayatınıza...

sevgiler :)

Ama Siz Daha Hedefinizi Belirlemediniz Di Mi :)

Bilirim ben :))

Hedef, ya da hayal diyelim... Hayallerinizde ne istiyorsunuz. Basit adımlarla da gidebilirsiniz:
- Komşum çok cömert, ben de öyle olmak istiyorum.
- Bi arkadaşım var, acaip mesafe koyabiliyo insanlarla arasına, onun gibi olsam keşke
- Spor yapmak istiyorum
- Şu eğitimi almak istiyorum
- Bakımlı bir kadın olmak istiyorum
- Kilo vermek istiyorum
- Şu sigarayı bi bıraksam artık
- Oğlum üniversiteyi bi kazansa
- Şu elbisenin içine girsem, (zorlayıp giriyorum aslında da, çıkabilsem bi de :) )

Daha da büyütelim hayallerimizi :)
- Bi arabam olsa diyorum, mercedes :)))
- En güzel sevgili benim olmalı, ama kültürümüze de uymalı :)
- Dünyayı dolaşsam,
- Uçsam :)
- Astronot olsam :)
- Bi cafe açsam
- İstifa etsem, ama sürekli gelirim olsa :)
- 3 çocuk :)

Bi sürü bi sürü hayal. Yazın hepsini. Ama gerçekten size ait olan. "Hani bak, sonunda gerçekleşecekse, ben 3 ev, 2 de araba yazayım listeme" demeyin. Sonunda sizin içinizdeki tutkularla devam edecek bu iş....

Yazdınız mı? Önce 1. elememizi yapalım:
Hangisi size ait? Yani, çocuğunuzun üniversiteyi kazanması sizin hayaliniz olabilir ama siz burada bu hedefi gerçekleştirecek kişi değilsiniz. Olsa olsa, burada hedefiniz, en iyi şekilde yardım etmek gibi birşey olabilir...

Sonra 2. eleme:
Listenizdeki her bir hayalinizi numaralandırın. En çok hangisi gerçekleşsin istiyorsunuz. 1'den 10'a kadar...En fazla puanı hangisine verdiniz. İşte üzerinde çalışacağımız hedef budur. Demek ki ihtiyacımız olan, itici gücü, tutkuyu bunda bulacağız. Diğerlerini eleyin.

Şimdi de hedefinizi, küçük adımlara bölün. Kolay ulaşılabilir adımlara...Büyük lokmayı yutamayabiliriz, küçük küçük olsun ki hevesimiz kırılmadan devam edebilelim.

Sonra, kapasitenizle bu hedefinizi bir kıyaslayın. Bu hedefe ulaşmak için neye ihtiyacınız var? Para, zaman, enerji? Sizin elinizde ne var? Hiçbiri mi :)) O zaman şunu yapın. Bu hedefe ulaşmak için her gün yapmanız gereken 1 ya da 2 şey belirleyin, hadi 3 olsun, tam olsun :) Her gün bu 3 şeyi yapın. Tamam, o yok, bu yok, ama yılmak da yok :) Bu 3 şeyden biri hayalinizi canlı tutmak da olabilir. Ki bu, bir süre sonra, odağınızı hedefe kilitleyecek en önemli adımdır.

Ve şuna inanın ki imkansız diye birşey yoktur. Hayallerinin peşinden koşmayan insanlar vardır. Ve unutmayın, bugün atmadığınız o her küçük adım yarın karşınıza büyük zorluklar olarak çıkacaktır. Ben diyorum ki, şimdi başlayın, sakın ertelemeyin! (Ama erteleyeceksiniz di mi :)  Bunu da biliyorum :) Bununla ilgili de yazıcam, merak etmeyin :))

sevgiler :)

Hedefimizi Belirledik...Şimdi Napıyoruz Hocam?

Bir mağara adamı düşünün, ne zaman o güvenli, korunaklı sığınağından dışarı çıkar? Aç olduğu zaman(bizim mağara adamı akıllı olsun, şunu keşfedeyim, bunu keşfedeyim diye meraklı da olmasın :) )...

O zaman, bir hedef belirlemişsek ve o hedefe ulaşmak istiyorsak, bizi yerimizde kıpırdatacak bişeyler olması gerekiyor. "Aç olmak" gerekiyor. Fiziksel değil, tutkusal. Tutkusal bir açlık. Sizi devam ettirecek, yıkılsanız bile devam ettirecek itekleyici bir güç. Tutkusal bir güç. Bir füzeyi uzaya fırlatan güç gibi.

Öyle bir tutkusal arzunuz olmalı ki, öyle bir açlık ki, güvenli yerinizden kıpırdayabilin, ve sonuna kadar devam edebilin...Yoksa, güvenli sığınağınıza dönmeniz an meselesidir. Ne gerek vardır, rahatınızı bozmaya :)

sevgiler

Les Brown, Bir Çılgın İnsan....

Adam çılgın felan değil aslında, aksine de çok akıllı ve yetenekli, sadece hayallerinin peşinde koşmuş bir insan. Onu izlemek ya da dinlemek gerçekten çok motive ediyor beni. O yüzden bloğumda ondan bahsetmeden olmazdı.

Kendisini hep şöyle tanıtıyor: Les Brown, Miss Mamie Brown's baby boy (Ben Les Brown, Miss Mamie Brown'un küçük bebeği)

Hikayesi ilginç, esas onu paylaşmak istiyorum burda. Kendisi ve ikizi terkedilmiş, 6 haftalıkken evlat ediniliyor, ama yoksul bir kadın tarafından Miss Mamie Brown. İkizi okulda gayet başarılı ama kendisi için aynı şey düşünülmediği için onu bir alt sınıfa veriyorlar. Artık etiketi "Öğrenebilen Engelli" oluyor. Taaa ki, bir öğretmene rastlayana kadar, Bay Washington.

Ve bu öğretmen ona diyor ki: "Bir başkasının senin hakkındaki görüşleri, senin gerçeğin olmak zorunda değil."

İşte bu söz, onun hayatını değiştiriyor. Parlemento üyeliği, insan hakları komisyonu yöneticiliği, dünyanın en hızlı konuşan DJ'yi, dünyanın sayılı motivasyon konuşmacılarından biri....Ne kadar kazandığını ise söylemeyeyim, dudaklarınız uçuklamasın :)

Les Brown yapabilmişse, hepimiz yapabiliriz....

sevgiler :)

9 Temmuz 2012 Pazartesi

"Ama Ben Hala Negatifim-Umutsuz Vakayım" Diyorsanız, Buyrun :)

Aslında kişisel gelişimde amacımız sürekli pozitif olmak değildir. Gerçek amacımız, özümüze, ruhumuza ulaşabilmektir. Gerçek biz, bilinçaltımızın bize yarattığı sanal dünya içindeki "biz" değildir.

Tabi buna ulaşabilmek biraz :) zor...Ama düşünsenize, herşey yolunda giderse, siz sürekli pozitif olursanız, değişime ihtiyacınız olacak mıdır? Tabi ki böyle bir değişime ihtiyaç bile hissetmeyeceksiniz, farkına bile varmayacaksınız. Bu kendi kafanızda yarattığınız sanal bir gerçeklikle hayatınıza devam edeceksiniz ve belki de bu şekilde bitireceksiniz. Gerçek "size" ulaşmayı bir yana bırakalım, kim olduğunuzun bile farkına varamayacaksınız.

O yüzden negatif olmanız aslında sizin için çok büyük bir avantajdır. Çünkü değişmek istersiniz, arayış içine girersiniz. Arayış içine girdikçe, farkedersiniz. Ve farkettikçe, sanal mutlulukla değil de gerçek mutlulukla tanışırsınız.

Hepimizin yolculuğu bu değil mi? Yollarımız farklı ama hedefimiz aynı değil mi?....

sevgiler :)

Blog Hakkında-Yorumlarla İlgili Duyuru

Artık blogumuzda yorum yapabilirsiniz. Sorularınız varsa, onları da sorabilirsiniz bu arada...
Karşılıklı iletişim şeklinde daha hoş çeşitlendirmeler yapabiliriz...

sevgiler :)

8 Temmuz 2012 Pazar

Şüpheci Ol Ki Genç Kalasın, Bu Dünyadan Zevk Alasın :)

İnsanlar size, onu yapamayacağınızı, yaşınızın geçtiğini, boyunuzun kısa olduğunu, eğitiminizin yetersiz olduğunu, bilmem nereden mezun olmanız gerektiğini, paranızın olması gerektiğini, yeteneğinizin olması gerektiğini ve daha bir sürü şeyi sıralayabilirler. Ve eğer siz de vazgeçmişseniz onları suçlamayın. Burada esas sorun sizin ikna olmanızdır.

sevgiler :)

7 Temmuz 2012 Cumartesi

İletişimin Anlamı Geribildirimde Saklıdır!

Siz kendinizi, karşı tarafa, onun anlayacağı şekilde ifade etmedikten sonra o kişi yükümsüzdür, hükümsüzdür. Sorumluluk halâ sizde demektir.

Kendimizi ifade etmeyi seçelim, insanların bizi anlamasını değil...

sevgiler :)

6 Temmuz 2012 Cuma

Kabul Olsun Şu Dualarım Artık!

İnternette gezinen küçük bir hikaye: Bir köy yağmur duasına gidiyormuş, yalnızca bir çocuk şemsiye götürmüş.

İşte bu, ettiğiniz duaya inanmaktır, Yaradan'ın kollarına teslim olmaktır, şüphe duymamaktır.

O zaman dualarınızın ne kadar güçlü olduğunu göreceksiniz!

sevgiler :)

5 Temmuz 2012 Perşembe

Zor Kişilerle Yaşamak-III (Taktikler-II)

Kalıcı çözümlere gelirsek, burada bir seçim yapmamız gerekmektedir:
1. Ya o kişinin yaptıklarını umursamayan bir insan,
2. Ya da tepkisini verebilen

İki durumda da artık sizin kendinizle yüzleşme zamanınız gelmiştir. Hani dedik ya, o kişi için, "yapmak zorunda" , "böyle davranmak zorunda" diye, işte aynı şeyler sizin için de geçerli. Umursamak zorundasınız, ya da tepki vermemek...Sizi bu şekilde davranmaya iten nedir? Bunu ancak kendi iç sesinizi dinleyerek bulabilirsiniz. Bilinçaltınız bu şekilde davranmayı öğrenmiştir, şimdiye kadar da sizi bu şekilde korumuştur, bu güvenilir bir seçim olmuştur. Şimdiden sonra değişime direnecektir.

Şöyle yapın: Seçim yaptığınız kişi olduğunuzu imgeleyin. İmgeleyebiliyor musunuz? Yoksa bişeyler sizi rahatsız mı ediyor? İşte o rahatsız eden şeylere odaklanın. Emin olun ki onlar sanal korkularınızdır, aşın onları. Her fırsatta geçici çözümlerden uygun olanını deneyip, bunların sanal olduğunu bilinçaltınıza iyice inandırabilirsiniz.

Aslında en güzel seçim kişisel algılamadan, varsayımda bulunmadan, tamamen iyi niyetle bu kişilerden gelen geri bildirimlerden kendimizi geliştirmek için faydalanabilmektir. Ama bu çok çok ileri bir aşamadır.

Siz, öncelikle 2 seçimden birini yapın, hatta ortaya karışık da yapabilirsiniz, e artık kendinizi düşünün, tutarlı olucam diye kasmayın, bırakın biraz da onlar sizi zor bulsun :)

sevgiler

3 Temmuz 2012 Salı

Zor Kişilerle Yaşamak-III (Taktikler-I)

Bu konudaki yegâne taktik, kendinizi değiştirmektir :) Tamam, tamam hemen sinir olmayın :) Öyle hadi deyince insan değişemez tabii...Ama bu öyle bir şeydir ki siz değiştiğinizde karşınızdakinin size karşı tavır ve davranışları da değişir...

Bu yüzden biz bu taktikleri geçici ve kalıcı olarak ikiye ayıralım. Geçici çözümler uygulamaya yöneliktir, siz değişiminizi gerçekleştirmezseniz bir süre sonra yapmaktan vazgeçersiniz.

Geçici taktiklerle kendimizi olumsuzdan korumaya çalışıp sınırlarımızı yeniden keşfederken kalıcı taktiklerle de değişimimizi gerçekleştiririz.

Öncelikle eleştiri, saldırı, görmezden-duymazdan gelinme, duygusal sömürülere karşı şunları yapmaya çalışalım:

1. Kişisel algılamıyoruz. Çünkü, herkesde "ben" olgusu vardır ve dolayısıyla kimse sizi merkeze koyarak bir tepki vermez. Bunu bilmek sizi rahatlatacaktır.

2. Varsayımda bulunmuyoruz. Kimse kimsenin kafasından ne geçtiğini, neyi niye yaptığını bilemez, çoğu zaman kendisi bile...

3. Öyle davranmak zorunda olduğunu bilin. O, böyle davranmak zorunda, bilinçli bir tercih değil, bir çocuğun kendini korumak için verdiği kararlardır.

4. Kendi egomuzu da koruyacağız: Çünkü bilinçaltımız varlığını tehdit altında gördüğü için tepki oluşturacaktır. Varsayımda bulunmayarak bunu aşabilirsiniz ama şunu daha etkili uygulayabilirsiniz: Doğrulama ya da kısmen doğrulama. Böylelikle onun egosunu tatmin edip önünü keserken kendi egonuzu da tatmin edip değersizlik duygusunu hissetmemiş olursunuz.

5. Tepkinizi verin, "rahatsız olduğunuzu" dile getirin. Sonuçta siz ifade etmedikçe, karşı tarafın herhangi bir yükümlülüğü yoktur....

6. Mesafe koymaya çalışın. Kendi sınırınızı tespit edin, kırmızı hattınız nedir? Bu sizin, rahatsız olmaya başlama sınırınız. Bunun ötesine geçildiğini farkedin. Ve burada durdurmaya çalışın.

7. Bunlardan bir avantaj elde etmeye çalışın. Değiştiremediğiniz durumları lehinize çevirebilme yeteneğinizi geliştirin.

8. Sizin için değerli bir ilişkiyse "dinleyin". Sadece dinleyin, onun dedikleri, onun dünyasında gerçektir, doğrudur, haklıdır. Etkin bir şekilde dinleyin. Ama çözümü, sizin değişiminizde görüyorsa uyanık olun. Böyle bir tahahhütün altına kimse giremez. Karşınızda tatminsiz bir ego vardır. Şunu bilin ki bu sorun onun sorunudur, sizin değil.

Bunlar geçici çözümlerdir. Uygulayabilseniz, şimdiye kadar uygulardınız zaten. Belki burada okuyup bir hevesle uygulamaya da çalışacaksınızdır. Ama sonra sizi durduran ya da vazgeçiren bişeyler olucak...

O zaman napıyoruz? Tabi ki kalıcı çözümlerimize geçiyoruz :)

sevgiler

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Zor Kişilerle Yaşamak-II (Onları Anlamak)

Genel olarak şunu söyleyebiliriz ki, eğer insanların değişimine odaklı yaşarsanız hep onların insafına kalmışsınız demektir. Her zaman dediğimiz gibi değişim sizde başlar, görüşünüzü zenginleştirmenizde saklıdır. Bunu bir sonraki bölüme bırakarak biz önce bu insanları anlamaya çalışalım.

Esasen size tavsiyem de kimseyi anlamaya çaba göstermemenizdir. Çünkü hepimiz karakterimizin yapı taşlarını anne karnından itibaren oluşturmaya başlarız. Sonrasında aile, çevre, okul, vs devam eder. Hatta televizyon bile çok etkilidir artık. O yüzden, insanların davranışların arkasındaki nedenleri bulmak için uğraşmayın, tahminlerde bulunmayın. Kendileri bile bunun farkında değillerdir çoğunlukla. Sizinse tek yapacağınız, kabul edeceğiniz şey, o kişinin öyle davranmak zorunda olduğudur. Kendini bu şekilde korumayı öğrenmiştir ve bu şekilde bir davranış geliştirmiştir, bilinçaltı başka yol bilmemektedir. Bu yolun da işe yaradığını gördüyse, davranışın doğruluğunu iyice pekiştirmiştir.

Altta birçok neden yatabilir: Kendini değersiz, zayıf hissediyordur, yanındaki insanların daha da değersiz olması, kendini güçlü hissetmesini sağlar. Küçükken bu şekilde davranıldıysa bu şekilde sevildiğini, değer gördüğünü hissetmiştir, o da böyle davranmaktadır. Belki, işler yolunda gitsin diyedir bu tutumu, başarısız olup yetersizlik duygusuyla yüzleşmekten korkuyordur. Belki sosyalleşmekden kaçmanın bir kılıfıdır. Belki içinde annesine ya da babasına olan kızgınlığı vardır. İşte, yüzleşmekten kaçtığı ve kendini korumaya çalıştığı bir durum vardır ortada ama o da hayatını, kendini bu şekilde korumayı öğrenmiştir.

Bilin ki bir davranışın sebebinin %90'nı içseldir. Siz sadece %10'luk kısmını algılarsınız. O yüzden varsayımlarda bulunmanın bir anlamı yoktur.

O istemeden, farkına varmadan onu da değiştiremeyeceğinize göre burada taktik geliştirmeniz gereklidir. Bunu da bir sonraki bölümde anlatalım, di mi :)

sevgiler

Etiketler