Mevlana-Mesnevi
31 Aralık 2013 Salı
"Cehennem, bu nefistir. Bütün bir alemi, bir lokma edip yutar da yine midesi 'Daha fazla yok mu?' der. İşte sana ateş, işte sana hararet!"
"Kimin canı, heveslerden arınmışsa derhal tertemiz Allah tapısını, Allah dergahını görür. Muhammed, bu ateşten, bu dumandan temizlendiğinden nereye yüzünü çevirse Allah cemalini gördü."
8 Aralık 2013 Pazar
Doğru Soru
Çoğu kişi, duygularını bastırmayı, duygularını kontrol etmek sanır. Duygularını gerçekten kontrol edebilenlerse onları istedikleri gibi kullanabilmeyi öğrenmiş kimselerdir.
Birisi sizi kızdırır, öfkelenirsiniz. Birisi sizi kırar, incinirsiniz. Birisi sizi üzer, üzülürsünüz. Ama bunu belli etmeyip, tek başınıza üstesinden gelmeye çalışırsınız. Ya da tepki gösterip, hadlerini bildirirsiniz. Böylelikle hayatınızı kontrol ettiğinizi sanırsınız. Sonra yine aynı şeyleri yaşar, daha önce işe yarayan yöntemle yine çözmeye çalışırsınız.
Hayat, akışıyla sizi sürükler. Karşınıza ne çıkarsa artık. Ona göre tedbir, ona göre çözüm, ona göre savunma, ona göre kalkan, ona göre saldırı. Halbuki sorunlar çeşitli olmasına karşın, sorulacak tek soru vardır:
"Neden böyle hissediyorum?"
Eğer bu sorunun, hayatınızın kilit sorusu olduğunu anlarsanız ipleri elinize almaya başlamışsınız demektir.
sevgiler
2 Kasım 2013 Cumartesi
Mesnevi
"Bu dünya zindandır, biz de zindandaki mahpuslarız. Zindanı del, kendini kurtar. Dünya nedir? Allah'tan gafil olmaktır. Kumaş, para, ölçüp tartarak ticaret etmek ve kadın; dünya değildir."
Mevlana-Mesnevi
31 Ekim 2013 Perşembe
Dünyevi mi? Ruhani mi?
Kur'an-ı Kerim evrenseldir. Her ayeti zamandan, mekandan, gelenekten, görenekten, kültürden, yaştan, cinsiyetten, ünvandan, sahip olunan maldan mülkden bağımsızdır. Bunun için bu yüce kitap bizim ruhsal tekamül seviyemize göre bizde mana bulur. Fiziksel gözlerle okuduğumuzda hep bu dünyayı tasavvur ederiz. Cennette yerin altında akan ırmaklar, cehennemin ateşi...Hep fiziksel dünyadaki karşılıkları gözümüzde canlanır. O yüzden "örtünün" dediğinde de fiziksel bedenimizi düşünürüz. Ruhsal tekamül seviyemiz arttıkça fiziksel dünyadan, fiziksel bedenimizden uzaklaşıp, ruhumuza ve bize şah damarımızdan bile yakın yaratıcımıza yaklaşırız. Bir de o gözlerle okuruz. O zaman kelimelerin anlamı değişir, daha da yücelir. "Örtün" der, yani tevazu göster, ruhunun güzelliklerinde mütevazi ol, der. Namazın, orucun görev değil, bir şeyleri öğretmek için ödev olduğunu anlarız. Namazla Bir olur, oruçla fiziksel dünya bağlarımızdan uzaklaşırız. Her daim namazda, her daim oruçta olmaya başlarız.
Ama, her ruhun yolculuğu ayrıdır, kimse diğerinin sorumluluğunu alamaz, saygı da duymak zorundayız. Sadece, şunun farkına varmalıyız ki, nefs(bilinçaltı, ego, düşünce, artık ne derseniz) putların en sinsisidir. Hele ki başkasının nefsine(düşünce, inanç, yorumlarına) göre yaşıyorsanız hayatınızı ziyan ediyorsunuz demektir. Sözün özü, ne mutlu Kur'an'ı kendi okuyup, kendi kalbiyle yorumlayıp, buna göre samimi yaşayana...sevgiler
30 Ağustos 2013 Cuma
30 Ağustos'tan Ortadoğu'ya
Sözlerime 30-Ağustos Zafer Bayramımızı kutlayarak başlamak istiyorum. Bizim için savaşan, hayatlarını feda eden atalarımıza minnet duyuyoruz. Biz bu vatanı onlardan emanet aldık, çocuklarımıza teslim edeceğiz.
O zaman kendi ağzından itirafını okuyalım: “Bu engin bilgi ve görüşlerimi, Tarih bilgime borçluyum. Tarihi bu denli okumasaydım, bilemeseydim, ülkemizi bekleyen tehlikeleri önceden görebilir miydim?”
Sadece normal bir insandı. Ama kendisine verilen nimeti(beyin ve beden kapasitesini) kullandı. Ben de okudukça bunu daha iyi anlıyorum. Bizler epey bir tembellik yapıyoruz. Gerçekten tarihi çok seviyor ve yerli-yabancı her türlü kaynağı 36 saat-48 saat, yemeden-içmeden-uyumadan okuyordu. Türk Tarihi çalışmaları, Türk Dili çalışmaları hep bir bilgi birikimiydi. Latin harfleri de zaten ÖnTürk'lere dayanmıyor muydu?
Sonuç olarak, benim çıkardığım özet şu: Hiç bir başarı tesadüfe, şansa, mucizelere bağlı değildir. Çalışmak, okumak, bilgiyi arttırtmak, aynı zamanda kendini de yenilemek gerekir. Eğer bunları yapmadan bir şeylerin olması için dua ediyorsak, Hz. Muhammed'in çok güzel bir cevabıyla karşılaşırız: "Allah ihtiyaçsız kalmak isteyeni ihtiyaçsız bırakır!"
Malesef bugün Ortadoğu'da olan durum da budur. Habire dua edelim, diyip duruyorlar. Halbuki Allah, sana yapabileceklerini gösteriyor, bir ülkenin ne kadar ileri gidebileceğini gösteriyor, bak Amerika'ya işte, onun senden benden farkı yok, aynı aklı, aynı kapasiteyi vermiş hepimize. Bir taraf çalışıyor, diğer taraf kuru dua ediyorsa, Allah daha ne yapsın? Hz. Muhammedi göndermiş, onun gibi olun demiş. Yıllar geçmiş, ecnebi iyice ilerlemiş, senin varlığını tehdit etmeye başlamış. Atatürk gibi bir örnek göndermiş, o da sana haritayı vermiş. Ee, daha Allah ne yapsın? Senin dualarına karşılığı veriyor zaten. Sen almak istemiyorsun. İlla ki her ecnebinin başına gökten yıldırım düşmesini bekliyorsun. Bıçak kemiğe dayanınca savaşırım diyosun da önceden örneklere bakıp tedbir almıyorsun.
Onun için Ortadoğu'da öldürülen o masum küçük bedenlerin tek suçlusu katilleri değil, geri kalmışlığı-cehaleti tercih eden, yavrularını katillere açık hedef haline getiren, düşmana karşı hiçbir caydırıcı gücü kazanmak için çalışmayan ve korunmaları için emanet edildikleri ana babaları da en az öldürenler kadar suçlu!
Ve, artık gözümüzün önünde bu karmaşalar yaşanırken, sıra bize de gelecek diye beklerken, elimizde de zaten Ata'nın emaneti, işe yararlılıığı kanıtlanmış bir yol varken, bunu çok iyi okumalı ve uygulamalıyız. Bunu kendi çocuklarımıza borçluyuz. Yoksa sonumuz, sonları, bu kuşak olmasa bile, mazallah nasıl olur, biliyoruz artık!
29 Ağustos 2013 Perşembe
Sunum-Yer, Zaman Belli Oldu
Merhabalar,
Daha önce bireysel bir sunum yapacağımdan bahsetmiştim. Yer ve zaman belli oldu. Çocuklar hariç herkesin katılabileceği bir sunum.
Gelmeyi düşünenler bana haber verirse sevinirim, ayarlamalarımı ona göre düzenlerim.
Yer: Midas Otel, Tunus Cad. Ankara
Zaman: 15.Eylül. 2013-Pazar, 10:15'de toplanır, çayımızı kahvemizi alır, 10:30'da başlarız
Süre: 2 saat ( arada bir kez çay-kahve molası veririz)
Konumuz: İki kısımdan oluşmakta.
İlk kısımda hayatımızın memnun olmadığımız taraflarını konuşacağız. Bunları nasıl düzeltebiliriz, işleri nasıl yoluna koyabiliriz? İkinci kısımda, olumsuz duygularımızı işleyeceğiz. Bu duygularımız bize ne anlatmak ister? Bunları kullanarak istediklerimize nasıl ulaşabiliriz, yaşam kalitemizi nasıl arttırabiliriz?
Beklerim, sevgiler :)
8 Ağustos 2013 Perşembe
İyi Bayramlar :)
Vakti zamanında çok zengin ama bir o kadar da cimri bir adam varmış. Bir gün köyün meydanında fakirliği her halinden belli birisi: "beyim bir limonata parası versene" demiş. Bizimki kızmış:"madem paran yok, git şu çeşmeden su içsene be adam" demiş. Fakir adam, "beyim zaten sabahtan beri su içiyorum, midem yapıştı" diyince, bir de etraftakiler artık bizimkine ayıplayarak bakınca mecbur vermiş parayı. Fakir adam da gitmiş, kana kana içmiş limonatasını.
Bizim zengin, o gece bir rüya görmüş. Rüyasında cennette, muhteşem bir yer. Ama bakmış etrafta kimse yok. "e hani" demiş, "kimse yok mu, hani yiyecekler içecekler". O sırada bir melek gelmiş yanına, "afedersiniz, hemen getiriyorum" demiş. Melek, bir süre sonra elinde bir tepsi, üstünde de bir limonatayla gelmiş yanına. "bu ne?" demiş adam, "hani cennette her şeyden bol bol vardı, getire getire bir limonata mı getirdiniz!" Melek sakin sakin cevap vermiş, " kusura bakmayın efendim, ama dünyadan sadece bunu gönderdiler".
İyi bayramlar :)
sevgiler
4 Ağustos 2013 Pazar
Eylül Ayında Sunum
14 eylül cumartesi günü, Allah kısmet ederse, bir sunum yapmayı planlıyorum. 10:30 gibi başlayıp 1,5 saat kadar sürecek. Konumuz da özetle "duygularımızın kontrolü, istediğimiz ruhsal duruma istediğimiz anda girebilmek, olumsuz duygularımızı lehimize kullanmak" şeklinde olacak. İkramlar da güzel olacak :) Daha detaylı bilgiyi sonradan vereceğim, şimdilik ön bilgilendirme...
sevgiler
27 Temmuz 2013 Cumartesi
Olumsuzluk Mu Dediniz?
Bir şeyler okumam lazım. Uzun zamandır sadece CD(kişisel gelişim cd'leri) dinliyorum. Gözümden uyku akıyor ama okumam lazım. İşte şimdi elime bir kitap aldım, açtım bir sayfa ve çok güzel bir hikaye daha. Liderlerin en kötü gözüken koşulları bile nasıl değerlendirdikleriyle ilgili:
"IBM'in kurucusu Tom Watson'ın yardımcılarından biri, şirkete 10 milyon dolara mal olan korkunç bir hata yapar. Watson'ın bürosuna çağrıldığında 'Sanırım istifa etmemi istiyorsunuz' der. Watson yardımcısına bakarak:'Şaka mı yapıyorsun! Sadece eğitimin için 10 milyon dolar harcadık!' cevabını verir."
Antony Robbins-Sınırsız Güç
Bazen uykusuz kalmaya değiyor :)
sevgiler
23 Temmuz 2013 Salı
Alkali Beslenme
Olumsuz duygularımızın tek kaynağı düşüncelerimiz değildir, fizyolojik durumumuz da buna etkendir. Yediklerimiz, içtiklerimiz vücudumuzun dengesini bozarsa, bizim de enerjimiz düşer, içimizden bir şey yapmak gelmez. Özellikle asitli beslenmede vücut çaresiz kalır. Bu kadar toksik maddeyi dışarı atmaya çalışır, atamadıklarını yağ hücrelerinin içinde biriktirir. Metabolizma yavaşlar, halsizlik, yorgunluk oluşur.
Şöyle düşünün: Hani nasıl cildimizin bir ph'ı var ya aynı şey vücudumuz için de geçerlidir ve bu da alkalidir(ph 7'den fazla). Hücre içinde ve hücreler arası taşıma işlemi tuz dediğimiz elektrolitler aracılığı ile olur. Yetersiz elektrolit, vücudun varolanı tüketmesine sebep olur. Bu sebeple özellikle ph'ı 8 ve üzeri olan su içmek gerekir. Daha az olursa vücuttan tüketim olmaktadır.
İşte eğer biz bu dengeyi sağlayamazsak vücudumuz asidik tarafa kayar ve sinir-stres üretimi de artar. O yüzden beslenme alışkanlığımızı "alkali" yönüne kaydırmamız gerekir. Bu gruptaki yiyeceklerin hiç biri damak zevkinize uymuyorsa suyunuzun ph'ını 8 ve üzeri tutun, öğün aralarında limonlu su için(limon asitli ama vücudu alkali yapmaktadır). Bir şekilde dengeyi bulun. Genelde tavsiye edilen tabağınızın %80'i alkali, %20'si de asidik olsun.
Bir de ilk kuralımız şu:
-Yiyeceklere duygusal anlam yüklemiyoruz, yemek bazen sadece yemektir :)
Bu şekilde deneyin, vücudunuz rahatlayacak, siz de rahatlayacaksınız.
Ayrıca, kilo vermeye de yardımcı. Stres genelde mideye vurduğu için insanda yeme ihtiyacı oluşuyor. Vücut alkaliye yaklaştıkça stres de azalıyor, yemek yeme ihtiyacı da dolayısıyla azalıyor.
Bu arada, ben yaşam tarzımı bu yöne kaydırmaya başladım. Özellikle ph'ı 8.2'lik suyla ve limonlu suyla destekliyorum. Bazı tespitlerim oldu. Mesela domates sağlıklı olmasına sağlıklı ama asidik olduğu için biraz fazla yersem beni rahatsız ediyormuş, azalttım vs. Gerçekten faydasını gördüm bu yöntemin. Tavsiye ediyorum.
sevgiler :)
Şöyle düşünün: Hani nasıl cildimizin bir ph'ı var ya aynı şey vücudumuz için de geçerlidir ve bu da alkalidir(ph 7'den fazla). Hücre içinde ve hücreler arası taşıma işlemi tuz dediğimiz elektrolitler aracılığı ile olur. Yetersiz elektrolit, vücudun varolanı tüketmesine sebep olur. Bu sebeple özellikle ph'ı 8 ve üzeri olan su içmek gerekir. Daha az olursa vücuttan tüketim olmaktadır.
İşte eğer biz bu dengeyi sağlayamazsak vücudumuz asidik tarafa kayar ve sinir-stres üretimi de artar. O yüzden beslenme alışkanlığımızı "alkali" yönüne kaydırmamız gerekir. Bu gruptaki yiyeceklerin hiç biri damak zevkinize uymuyorsa suyunuzun ph'ını 8 ve üzeri tutun, öğün aralarında limonlu su için(limon asitli ama vücudu alkali yapmaktadır). Bir şekilde dengeyi bulun. Genelde tavsiye edilen tabağınızın %80'i alkali, %20'si de asidik olsun.
Bir de ilk kuralımız şu:
-Yiyeceklere duygusal anlam yüklemiyoruz, yemek bazen sadece yemektir :)
Bu şekilde deneyin, vücudunuz rahatlayacak, siz de rahatlayacaksınız.
Ayrıca, kilo vermeye de yardımcı. Stres genelde mideye vurduğu için insanda yeme ihtiyacı oluşuyor. Vücut alkaliye yaklaştıkça stres de azalıyor, yemek yeme ihtiyacı da dolayısıyla azalıyor.
Bu arada, ben yaşam tarzımı bu yöne kaydırmaya başladım. Özellikle ph'ı 8.2'lik suyla ve limonlu suyla destekliyorum. Bazı tespitlerim oldu. Mesela domates sağlıklı olmasına sağlıklı ama asidik olduğu için biraz fazla yersem beni rahatsız ediyormuş, azalttım vs. Gerçekten faydasını gördüm bu yöntemin. Tavsiye ediyorum.
sevgiler :)
Ramazan'da Güzel Bir Hikaye
Ashaptan birinin durumu çok bozulur. Bu arada karısı ona: “Resulullah (s.a.v)’ın yanına varıp bir şey istesen” der. Bunun üzerine o adam da bir şey istemek için Hz. Peygamber’in yanına gider. Hazret’in yanına vardığında Hz. Resulullah (s.a.v) onu görür görmez şöyle buyurur:
“Kim bizden bir şey isterse veririz, kim de ihtiyaçsız olmaya çalışırsa, Allah onu ihtiyaçsız kılar.”
Adamcağız Hz. Resulullah (s.a.v)’ın bu sözünü duyunca, kendisinden başkasının kastedilmediğini anlar ve bir şey istemeden huzurlarından ayrılır. Evine gelip durumu karısına anlatır. Ama ihtiyaç onu zorlar ve ikinci kez Hz. Resulullah’ın huzuruna varır. Fakat Hazret’in yine aynı şeyi buyurduğunu görür ve bu olay üç defa tekrarlanır.
Bunun üzerine komşusundan bir balta emanet alıp çöle çıkar, bir miktar odun toplayıp pazara getirir ve odunlarını bir buçuk kilo arpaya satar. Elde ettiği arpayı ekmek yaparak ailesiyle birlikte yerler.
Ertesi sabah daha fazla odun getirir ve yılmadan bu işine devam eder. İlk önce bir balta satın alır. Daha sonra elde ettiği kazançtan iki genç deve ve bir köle alır. Böylece durumu düzelip zenginleşir.
Daha sonra Hz. Resulullah’ın yanına giderek başından geçen macerayı Hazret’e anlatır. Hz. Resulullah (s.a.v) onun sözünü dinledikten sonra ona:
“Demedim mi kim, bizden bir şey isterse ona veririz, kim de ihtiyaçsız olmaya çalışırsa, Allah onu ihtiyaçsız kılar?!” buyururlar.
“Kim bizden bir şey isterse veririz, kim de ihtiyaçsız olmaya çalışırsa, Allah onu ihtiyaçsız kılar.”
Adamcağız Hz. Resulullah (s.a.v)’ın bu sözünü duyunca, kendisinden başkasının kastedilmediğini anlar ve bir şey istemeden huzurlarından ayrılır. Evine gelip durumu karısına anlatır. Ama ihtiyaç onu zorlar ve ikinci kez Hz. Resulullah’ın huzuruna varır. Fakat Hazret’in yine aynı şeyi buyurduğunu görür ve bu olay üç defa tekrarlanır.
Bunun üzerine komşusundan bir balta emanet alıp çöle çıkar, bir miktar odun toplayıp pazara getirir ve odunlarını bir buçuk kilo arpaya satar. Elde ettiği arpayı ekmek yaparak ailesiyle birlikte yerler.
Ertesi sabah daha fazla odun getirir ve yılmadan bu işine devam eder. İlk önce bir balta satın alır. Daha sonra elde ettiği kazançtan iki genç deve ve bir köle alır. Böylece durumu düzelip zenginleşir.
Daha sonra Hz. Resulullah’ın yanına giderek başından geçen macerayı Hazret’e anlatır. Hz. Resulullah (s.a.v) onun sözünü dinledikten sonra ona:
“Demedim mi kim, bizden bir şey isterse ona veririz, kim de ihtiyaçsız olmaya çalışırsa, Allah onu ihtiyaçsız kılar?!” buyururlar.
17 Temmuz 2013 Çarşamba
Olumsuz Duygularımız
Olumsuz duygularımız, aslında olgunlaşabilmemiz, değişmemiz için sinyal veren duygulardır. Bilinçaltımızın iletişim dilidir.
Mesela, hayal kırıklığı beklentilerimizin yüksek/farklı olduğu sinyalini verirken, pişmanlık, kendi kurallarımızı yıktığımızı anlatmak ister.
Olumsuz duygularımızı lehimize çevirmek için birinci adım, onları hissetmek ama onlarla bütünleşmemektir. Amacımız, bir adım geri çekilip onları izleyebilmektir.
Bunun için şunu yapabilirsiniz. Bir hafta boyunca, kendinizi ne zaman olumsuz hissederseniz kenara 1TL koyun, 5 dakika sonra hala olumsuzsanız yine 1TL. Bu şekilde odağınız kayacak, gözlemci duruma geçmiş olacaksınız.
Bir hafta sonunda da, o biriken paraları ihtiyacı olan birisine bağışlıyorsunuz. İlk adımımız bu kadar...
sevgiler :)
8 Temmuz 2013 Pazartesi
Bir Üniversite Anımız
Son zamanlarda ülkemizin gündemi Gezi Parkı eylemleri ya bizim de aklımıza bir anımız geldi.
Yıl 1995. ODTÜ'ye başlamışız, o zamanki rektörümüzün deyişiyle "civcivleriz" (ki ben bu lafın hakkını bu hikayeyle vermiş oluyorum).
Ayrıca, anamız babamız sıkı sıkı tembihlemiş, sakın hiçbir şeye karışma diye.
Bir gün ders arasında arkadaşımın sınıfına gidiyorum. Sınıftan birisi "dergi çıkaracağız, anket yapıyoruz, siz de sınıfınızda dağıtır mısınız" diyor. Ben de "tabi ki" diyorum, ODTÜ'deyiz, ilim-bilim dergisi çıkaracağız (diye düşünüyorum, ama meğersem siyasal içerikli bir dergi çıkarmak istiyorlarmış, kötülemek için yazmıyorum, öğrenci de düşünüp, olanı biteni yorumlayabilir sonuçta, ama benim algım farklı yerde). Ben bu gazla sınıfıma gidiyorum, dağıtıyorum anket kağıtlarını. Hoca, geliyor sınıfa, "kim dağıttı bunları?" diyor, "ben" diyorum gururla. İşin ilginç tarafı da benden başka kimse ilgilenmiyor (çünkü herkes anlamış mevzuyu).
Ben hevesle dolduruyorum anketi. Sorular da şöyle:
-Dergide ne olarak görev yapmak istersiniz?
Cevap: Sayfa düzenleyicisi :) (hemen bana vermezler bu görevi diye de düşünüyorum, ama maksat şansımızı denemek)
-Dergide hangi konular işlensin istersiniz?
Bomba Cevap geliyor: Her hafta bir hayvan tanıtılsın.... :)))) (herhalde, bu cevabı okuduklarında çok gülmüşlerdir, çünkü ben şu anda kendime çok gülüyorum :)))
sevgiler
Not: Akşam eve gidip de başımızdan geçenleri babamıza anlatana kadar da uyanmıyoruz :)))
Yıl 1995. ODTÜ'ye başlamışız, o zamanki rektörümüzün deyişiyle "civcivleriz" (ki ben bu lafın hakkını bu hikayeyle vermiş oluyorum).
Ayrıca, anamız babamız sıkı sıkı tembihlemiş, sakın hiçbir şeye karışma diye.
Bir gün ders arasında arkadaşımın sınıfına gidiyorum. Sınıftan birisi "dergi çıkaracağız, anket yapıyoruz, siz de sınıfınızda dağıtır mısınız" diyor. Ben de "tabi ki" diyorum, ODTÜ'deyiz, ilim-bilim dergisi çıkaracağız (diye düşünüyorum, ama meğersem siyasal içerikli bir dergi çıkarmak istiyorlarmış, kötülemek için yazmıyorum, öğrenci de düşünüp, olanı biteni yorumlayabilir sonuçta, ama benim algım farklı yerde). Ben bu gazla sınıfıma gidiyorum, dağıtıyorum anket kağıtlarını. Hoca, geliyor sınıfa, "kim dağıttı bunları?" diyor, "ben" diyorum gururla. İşin ilginç tarafı da benden başka kimse ilgilenmiyor (çünkü herkes anlamış mevzuyu).
Ben hevesle dolduruyorum anketi. Sorular da şöyle:
-Dergide ne olarak görev yapmak istersiniz?
Cevap: Sayfa düzenleyicisi :) (hemen bana vermezler bu görevi diye de düşünüyorum, ama maksat şansımızı denemek)
-Dergide hangi konular işlensin istersiniz?
Bomba Cevap geliyor: Her hafta bir hayvan tanıtılsın.... :)))) (herhalde, bu cevabı okuduklarında çok gülmüşlerdir, çünkü ben şu anda kendime çok gülüyorum :)))
sevgiler
Not: Akşam eve gidip de başımızdan geçenleri babamıza anlatana kadar da uyanmıyoruz :)))
8 Haziran 2013 Cumartesi
Liderlik
Liderlik, bilinç seviyesinin, ruhsal ve duygusal olgunluğun yüksek bir noktaya gelmesidir. O yüzden, tamam herkes lider doğmaz ama olabilir.
Liderler, duygularını kendileri kontrol edebilen insanlardır. Şöyle ki dış olaylara kızmak, sinirlenmek onların tercihidir. Biliyoruz ki başkaları bizi sinirlendiremez, kızdıramaz, üzemez; biz sinirleniriz, biz kızarız, biz üzülürüz. Kendimizde eksik gördüğümüz bir şeyle yüzleşiriz o anda, ama bilinçsizsek, hedefimiz hep karşımızdaki olur. Örneğin, dış görünüşünüzle ilgili olumlu yorumlar hoşunuza gidiyor, olumsuzlara kızıyorsanız henüz aşamadığınız bir şey vardır içinizde, karşınızdakine utandığınızı ya da kızdığınızı(artık ne hissediyorsanız), bunun onunla değil de sizinle ilgili olduğunu ve henüz bu konunun uzerinde çalışmadığınızı açıklayabilirsiniz. Bu insanın kendisiyle barışık olması demektir.
İşte, liderler de (ama gerçek liderler) kendileriyle barışıktır. O yüzden, onların kafalarından geçen düşünceden farklı bir şey söylerseniz önyargısız olarak değerlendirirler, kendileriyle ilgili mizaha hoşgörü gösterirler, övgü dolu sözlerin sarhoşluğuna kapılmazlar, kendileriyle dalga bile geçilse bile bir bakış açısı değişikliğiyle karşısındakini utandırabilirler, özgüven, özsaygı ve özdeğerleri oldukça yüksektir.
Atatürk'ün, sofrasında kendisini acımasızca eleştiren ve çıkışan Reşit Galip'i sonrasında Milli Eğitim Bakanı yapması gibi...
İnsanoğlu, dış dünyayı kontrol edemez, ne zaman ne yaşayacağını planlayabilir ama bilemez, başına her şey gelebilir, özgür iradesi bile elinden alınabilir. Her durumda tek kontrol edebileceği şey kendi iç dünyası, duygu ve düşünceleridir.
sevgiler
Liderler, duygularını kendileri kontrol edebilen insanlardır. Şöyle ki dış olaylara kızmak, sinirlenmek onların tercihidir. Biliyoruz ki başkaları bizi sinirlendiremez, kızdıramaz, üzemez; biz sinirleniriz, biz kızarız, biz üzülürüz. Kendimizde eksik gördüğümüz bir şeyle yüzleşiriz o anda, ama bilinçsizsek, hedefimiz hep karşımızdaki olur. Örneğin, dış görünüşünüzle ilgili olumlu yorumlar hoşunuza gidiyor, olumsuzlara kızıyorsanız henüz aşamadığınız bir şey vardır içinizde, karşınızdakine utandığınızı ya da kızdığınızı(artık ne hissediyorsanız), bunun onunla değil de sizinle ilgili olduğunu ve henüz bu konunun uzerinde çalışmadığınızı açıklayabilirsiniz. Bu insanın kendisiyle barışık olması demektir.
İşte, liderler de (ama gerçek liderler) kendileriyle barışıktır. O yüzden, onların kafalarından geçen düşünceden farklı bir şey söylerseniz önyargısız olarak değerlendirirler, kendileriyle ilgili mizaha hoşgörü gösterirler, övgü dolu sözlerin sarhoşluğuna kapılmazlar, kendileriyle dalga bile geçilse bile bir bakış açısı değişikliğiyle karşısındakini utandırabilirler, özgüven, özsaygı ve özdeğerleri oldukça yüksektir.
Atatürk'ün, sofrasında kendisini acımasızca eleştiren ve çıkışan Reşit Galip'i sonrasında Milli Eğitim Bakanı yapması gibi...
İnsanoğlu, dış dünyayı kontrol edemez, ne zaman ne yaşayacağını planlayabilir ama bilemez, başına her şey gelebilir, özgür iradesi bile elinden alınabilir. Her durumda tek kontrol edebileceği şey kendi iç dünyası, duygu ve düşünceleridir.
sevgiler
1 Haziran 2013 Cumartesi
Bir Hikaye Sizi Değiştirebilir Mi?
Size bir hikaye....
Bir bilge, artık tamamen olgunlaştığına, erdiğine kanaat getirip öğrenci yetiştirmeye başlamış.
Bir gün yoldan padişah geçiyormuş. Bizim bilge, bakmış ki elleri terliyor. O zaman anlamış ki daha olmamış. Hemen öğrencilerini dağıtmış.
Kıssada hisse, bizim tabiki ermiş olmak gibi bir hedefimiz yok henüz, amma velakin başkalarının da bizim içimizi huzursuz etmesine izin vermemek ve bunu doğal mizacımız haline getirebilmek....
Eğer ki biri, bir şey söyleyip, bir şey yapıp canınızı sıkıyorsa kendinize şu soruyu sorun: "Ben bu duruma nasıl bir anlam yükledim, nasıl yorumladım da canım sıkıldı?"
Kendimizi değiştirdiğimiz anda, dünya da değişir, insanlar da değişir, her şey bambaşka olmaya başlar :)
sevgiler
Bir bilge, artık tamamen olgunlaştığına, erdiğine kanaat getirip öğrenci yetiştirmeye başlamış.
Bir gün yoldan padişah geçiyormuş. Bizim bilge, bakmış ki elleri terliyor. O zaman anlamış ki daha olmamış. Hemen öğrencilerini dağıtmış.
Kıssada hisse, bizim tabiki ermiş olmak gibi bir hedefimiz yok henüz, amma velakin başkalarının da bizim içimizi huzursuz etmesine izin vermemek ve bunu doğal mizacımız haline getirebilmek....
Eğer ki biri, bir şey söyleyip, bir şey yapıp canınızı sıkıyorsa kendinize şu soruyu sorun: "Ben bu duruma nasıl bir anlam yükledim, nasıl yorumladım da canım sıkıldı?"
Kendimizi değiştirdiğimiz anda, dünya da değişir, insanlar da değişir, her şey bambaşka olmaya başlar :)
sevgiler
31 Mayıs 2013 Cuma
Duygularımız Bizi Nasıl Yönetir?
Beynimizde küçük, badem büyüklüğünde bir bölgeye denk gelen bir yer var, adına da amigdala demişler. Bu parça dışardan aldığımız sinyalleri o kadar hızlı işler ki beynin mantık bölgesi malesef onun hızına yaklaşamaz.
Hani bazen, sinirlenirsiniz, korkarsınız, kızarsınız, öfkelenirsiniz de sonra düşününce pişman olursunuz, saçmaladığınızı farkedersiniz. İşte bütün bunlar mantık ve duygu arasındaki hızdan kaynaklanır. Ve yapacak bir şeyiniz yoktur.
Dış dünyadan aldığımız sinyaller (ses, görüntü, dokunma, koku, tad gibi) mantıklı zihin devreye gitmeden önce amigdalaya gider ve amigdala da o sinyalleri yorumlar:tehlikedesin, hayatına kasıt var, her şey yolunda gibi... Ve o kadar hızlı hormonu basar ki kendinizi stres içinde, öfke içinde, korku içinde bulursunuz bile.
Ama amigdala duruma tek bir anlam vermez, birden fazla anlam da yükleyebilir.
Diyelim ki, patron size bağırıyor. Aslında, gerçek dünyada olan şey şu: Patronun sesinin desibeli yüksek, patron size bakıyor, kaşları çatık şekilde... Bu dışarda bir kameranın gözlemleyeceği bir şey.
İşte biz bunu hemen alıp işliyoruz. Anında kısa devre. Ve bir anlam veriyoruz. Öyle ya bizim hayatta kalmamız gerekiyor. Bu bedeni hayatta tutmak, bunun için de bir tepki vermek: Savaş ya da Kaç.
Evet harika. Anlam verildi: Patron bana kızıyor, patron beni küçümsüyor...
Tehlike çanları çalıyor. Varlığınıza yapılan bir tehdit söz konusu. Halbuki ortada hayati bir tehlike yok, karşınızda sizi yiyecek aç bir aslan felan yok. Ama amigdala bu durur mu? Basıyor hormonu. Öfke! İliklerinize kadar yayılıyor bu duygu.
Fekat patronun boğazına yapışamıyorsunuz. Niye???
Çünkü orda bitmiyor iş. Amigdala bir anlam daha çıkarıyor: Bu adam patron, senin hayatta kalman için paraya, ve dolayısıyla işe ihtiyacın var. Tamam, senin saygınlığını koruman değerli ama bu iş daha önemli. Aç kalırsın alim Allah. Saygınlık karın doyurmuyor.
Ve bunun için de bir hormon daha basıyor ama bu diğerini bastırmak için daha fazla: Korku. Bunu da iliklerinize kadar hissediyorsunuz, hatta daha şiddetli. Sizi durdurmak için gerekli bu.
Sonra, ne yapacağınıza karar veriyor beyniniz. Küçükken bu tip bir durumda modellediğiniz bir davranış var. Ya anneden, ya babadan, ya öğretmen, ya komşu vs. İşe yaramış mı zamanında? Yaramış. Beyniniz de bunu kaydetmiş. İşte, örneğin Susmak. Ya da küçükken babanız size kızdığında, siz de rahat durmamış ve ondan daha aşırı bir tepki gördüyseniz, tepki göstermemeyi öğreniyorsunuz. Çünkü onun karşısında hem acizsiniz, hem de ihtiyaçlarınızın karşılanması için ona ihtiyacınız var.
Neyse, biz patrondan azar işiten çalışanımıza dönelim. O da "sus"mayı modellediyse, patronun karşısında susuyor, gıkını çıkarmıyor. Kendini değersiz hissettiğini örtmesi, bunu kendinden saklaması için de "saygımdan sustum" diye bir kılıf uyduruyor.
Ama o öfke hormonu da salgılanmış, bir yere gitmiyor. Tepki de veremiyor. İçine atmak dediğimiz durum ortaya çıkıyor. Sonradan hastalık olarak bu bize geri dönüyor.
İşte malesef bu anlamlandırmaları yapan aslında biziz. Amigdalaya bunları kaydeden yani. Sonra da bu hayatı yaşıyoruz. Çoğu karar işe yararken, alınan bazı kararlar, bir süre sonra biz yetişkin olunca işe yaramıyor, hatta kendi kendimizi sabote etmemize neden oluyor. Ve duygular(amigdala), bizi yönlenlendiriyor. Hayatımız genelde bizi rahatsız edecek, bize acı verecek durumlardan uzak durmakla, kaçmakla geçiyor. O yüzden çoğu kişi hayallerini gerçekleştirmek için harekete geçmek yerine neden gerçekleştiremeyeceği yönünde bahanelere sarılıyor.
Şimdi. Bunu böyle kabul edecek miyiz? Değiştiremez miyiz? Tabi ki, bal gibi de değiştirebiliriz. Hatta beynimizin fiziksel yapısına göre bazılarımız stres hormonunu daha fazla algılıyor. Bu da onu daha olumsuz yapıyor. Ama değişebilir mi bu mizac? Elbette ki! Sakın ha sakın bir zerre bile kuşkunuz olmasın. Bunu bizzat yapabiliyorsam, hepimiz aynıyız, hepimiz bunu yapabiliriz. İşte sırrı:
Bu durumdan sıyrılmanın 1. yolu anlamı değiştirmek. Anlamı değiştirmek de şimdiye kadar hayatınızı dayandırdığınız prensiplerin, kuralların, bakış açılarının değişebileceğini kabul etmeniz. Hani küçükken fillerin ayaklarına zincir vuruyorlar da o hayvancağız devasa bir boyuta geldiğinde bile artık o zayıf zinciri kıramayacağına inanıyor. İşte bunun gibi, öğrenilmiş çaresizlik içinde olmayacağız.
İkinci yol da duygularınızla yüzleşmeniz. Eğer ki öfkenizin kaynağının patron değil de kendinizi değersiz hissetme olduğunuzla yüzleşebilirseniz zinciri kırmaya başlarsınız. Ben size ilk olarak bu yolu tavsiye ediyorum. Çünkü dediğim gibi amigdala o kadar hızlı hareket ediyor ki, onun önünü hemen kesmeniz zor. O duyguyla yüzleşmek zorundasınız. O duygunun ne kadar sahte bir anlama dayandığını bilirseniz, yüzleşmeniz kolay olur. Onun için hep "sıkıntıda nimet vardır, sıkıntı öğretinizdir" diyoruz.
Duygunun kaynağı anlam, anlamın kaynağı düşüncelerinizdir. İşte bunlara hakim olursanız, hayatınızın kontrolü sizdedir. Ve ben duyguların dünyevi dünyaya ait olduğunu düşünüyorum. Eğer ki olaylar, insanlar karşısında artık nötrseniz, hiç bir dış kaynak, bir insanın dış görünüşü, söylediği sözler, davranışları, ırkı, cinsi artık sizin duygularınızı etkileyemiyorsa işte o zaman siz ruhunuza, sonsuz huzura ulaşmışsınızdır. Amma velakin erme noktasına gelmek demektir bu benim için. Etraftaki her şeyin tek anlamı sevgi olur. Bunu umarım hepimiz bu dünyadaki vaktimiz dolmadan 1 sn bile olsa yaşarız.
sevgiler :)
Hani bazen, sinirlenirsiniz, korkarsınız, kızarsınız, öfkelenirsiniz de sonra düşününce pişman olursunuz, saçmaladığınızı farkedersiniz. İşte bütün bunlar mantık ve duygu arasındaki hızdan kaynaklanır. Ve yapacak bir şeyiniz yoktur.
Dış dünyadan aldığımız sinyaller (ses, görüntü, dokunma, koku, tad gibi) mantıklı zihin devreye gitmeden önce amigdalaya gider ve amigdala da o sinyalleri yorumlar:tehlikedesin, hayatına kasıt var, her şey yolunda gibi... Ve o kadar hızlı hormonu basar ki kendinizi stres içinde, öfke içinde, korku içinde bulursunuz bile.
Ama amigdala duruma tek bir anlam vermez, birden fazla anlam da yükleyebilir.
Diyelim ki, patron size bağırıyor. Aslında, gerçek dünyada olan şey şu: Patronun sesinin desibeli yüksek, patron size bakıyor, kaşları çatık şekilde... Bu dışarda bir kameranın gözlemleyeceği bir şey.
İşte biz bunu hemen alıp işliyoruz. Anında kısa devre. Ve bir anlam veriyoruz. Öyle ya bizim hayatta kalmamız gerekiyor. Bu bedeni hayatta tutmak, bunun için de bir tepki vermek: Savaş ya da Kaç.
Evet harika. Anlam verildi: Patron bana kızıyor, patron beni küçümsüyor...
Tehlike çanları çalıyor. Varlığınıza yapılan bir tehdit söz konusu. Halbuki ortada hayati bir tehlike yok, karşınızda sizi yiyecek aç bir aslan felan yok. Ama amigdala bu durur mu? Basıyor hormonu. Öfke! İliklerinize kadar yayılıyor bu duygu.
Fekat patronun boğazına yapışamıyorsunuz. Niye???
Çünkü orda bitmiyor iş. Amigdala bir anlam daha çıkarıyor: Bu adam patron, senin hayatta kalman için paraya, ve dolayısıyla işe ihtiyacın var. Tamam, senin saygınlığını koruman değerli ama bu iş daha önemli. Aç kalırsın alim Allah. Saygınlık karın doyurmuyor.
Ve bunun için de bir hormon daha basıyor ama bu diğerini bastırmak için daha fazla: Korku. Bunu da iliklerinize kadar hissediyorsunuz, hatta daha şiddetli. Sizi durdurmak için gerekli bu.
Sonra, ne yapacağınıza karar veriyor beyniniz. Küçükken bu tip bir durumda modellediğiniz bir davranış var. Ya anneden, ya babadan, ya öğretmen, ya komşu vs. İşe yaramış mı zamanında? Yaramış. Beyniniz de bunu kaydetmiş. İşte, örneğin Susmak. Ya da küçükken babanız size kızdığında, siz de rahat durmamış ve ondan daha aşırı bir tepki gördüyseniz, tepki göstermemeyi öğreniyorsunuz. Çünkü onun karşısında hem acizsiniz, hem de ihtiyaçlarınızın karşılanması için ona ihtiyacınız var.
Neyse, biz patrondan azar işiten çalışanımıza dönelim. O da "sus"mayı modellediyse, patronun karşısında susuyor, gıkını çıkarmıyor. Kendini değersiz hissettiğini örtmesi, bunu kendinden saklaması için de "saygımdan sustum" diye bir kılıf uyduruyor.
Ama o öfke hormonu da salgılanmış, bir yere gitmiyor. Tepki de veremiyor. İçine atmak dediğimiz durum ortaya çıkıyor. Sonradan hastalık olarak bu bize geri dönüyor.
İşte malesef bu anlamlandırmaları yapan aslında biziz. Amigdalaya bunları kaydeden yani. Sonra da bu hayatı yaşıyoruz. Çoğu karar işe yararken, alınan bazı kararlar, bir süre sonra biz yetişkin olunca işe yaramıyor, hatta kendi kendimizi sabote etmemize neden oluyor. Ve duygular(amigdala), bizi yönlenlendiriyor. Hayatımız genelde bizi rahatsız edecek, bize acı verecek durumlardan uzak durmakla, kaçmakla geçiyor. O yüzden çoğu kişi hayallerini gerçekleştirmek için harekete geçmek yerine neden gerçekleştiremeyeceği yönünde bahanelere sarılıyor.
Şimdi. Bunu böyle kabul edecek miyiz? Değiştiremez miyiz? Tabi ki, bal gibi de değiştirebiliriz. Hatta beynimizin fiziksel yapısına göre bazılarımız stres hormonunu daha fazla algılıyor. Bu da onu daha olumsuz yapıyor. Ama değişebilir mi bu mizac? Elbette ki! Sakın ha sakın bir zerre bile kuşkunuz olmasın. Bunu bizzat yapabiliyorsam, hepimiz aynıyız, hepimiz bunu yapabiliriz. İşte sırrı:
Bu durumdan sıyrılmanın 1. yolu anlamı değiştirmek. Anlamı değiştirmek de şimdiye kadar hayatınızı dayandırdığınız prensiplerin, kuralların, bakış açılarının değişebileceğini kabul etmeniz. Hani küçükken fillerin ayaklarına zincir vuruyorlar da o hayvancağız devasa bir boyuta geldiğinde bile artık o zayıf zinciri kıramayacağına inanıyor. İşte bunun gibi, öğrenilmiş çaresizlik içinde olmayacağız.
İkinci yol da duygularınızla yüzleşmeniz. Eğer ki öfkenizin kaynağının patron değil de kendinizi değersiz hissetme olduğunuzla yüzleşebilirseniz zinciri kırmaya başlarsınız. Ben size ilk olarak bu yolu tavsiye ediyorum. Çünkü dediğim gibi amigdala o kadar hızlı hareket ediyor ki, onun önünü hemen kesmeniz zor. O duyguyla yüzleşmek zorundasınız. O duygunun ne kadar sahte bir anlama dayandığını bilirseniz, yüzleşmeniz kolay olur. Onun için hep "sıkıntıda nimet vardır, sıkıntı öğretinizdir" diyoruz.
Duygunun kaynağı anlam, anlamın kaynağı düşüncelerinizdir. İşte bunlara hakim olursanız, hayatınızın kontrolü sizdedir. Ve ben duyguların dünyevi dünyaya ait olduğunu düşünüyorum. Eğer ki olaylar, insanlar karşısında artık nötrseniz, hiç bir dış kaynak, bir insanın dış görünüşü, söylediği sözler, davranışları, ırkı, cinsi artık sizin duygularınızı etkileyemiyorsa işte o zaman siz ruhunuza, sonsuz huzura ulaşmışsınızdır. Amma velakin erme noktasına gelmek demektir bu benim için. Etraftaki her şeyin tek anlamı sevgi olur. Bunu umarım hepimiz bu dünyadaki vaktimiz dolmadan 1 sn bile olsa yaşarız.
sevgiler :)
30 Mayıs 2013 Perşembe
Duygularımız ve Hayatımız
Bizi yöneten nedir? Anneniz, babanız,eşiniz, sevgiliniz, yoksa sizi kimse yönetemez mi, sizde süper bir özgür irade mi var?
Malesef, öyle süper bir irade yoktur insanoğlunda tabi eğer hiç duygusu yoksa.
Evet, bizi duygularımız yönetir, yönlendirir, hatta yönlenmemizi engeller. Bazen irade gösterip onların dediğinin aksini yaparız ve kendimizi takdir ederiz, ama kısa bir süre sonra özümüze döneriz. İçimiz rahat etmez çünkü.
Bu insanoğlunun doğasında olan bir şeydir, her şeye, herkese duygusal bir anlam yüklemek ve bu yüklediğimiz anlamlara göre de yaşamak...
Niye biliyor musunuz? Doğduğunda insanoğlu acizdir, yaşamak için muhtaçtır başkalarına. Bunu dile getiremez, zaten böyle bir muhtaciyeti anlayamaz da. Ama bunu bilen ve bu amaçla görevlendirilmiş bir bilinçaltımız vardır. Biz farkında bile olmadan kurar kendi dünyasını: bu iyi, bu kötü, bundan uzak dur, buna yaklaş, sakın böyle yapma(annen-baban kızar, mazallah bi dışlanırsın, aç kalır, ölürsün), sakın böyle söyleme, böyle bir durumda şunu yap diye... Ve sizi de bu dünyaya göre yönetir, tıpkı bir kumanda gibi. İplerimizi elinde tutar, hormonlarımız ve duygularımız aracılığıyla bizi yönlendirir.
Ama merak etmeyin, bu değişmez değildir. Bunlar değişebilir, kontrol edilebilir. Farkına varmanız gerekir sadece. Çünkü, siz mizacıhınız kurbanı olamayacak kadar mükemmel bir kapasiteye sahipsiniz, böyle yaratıldınız. Sadece bunun farkında varın. Kendinizi takdir edin, değer verin, sevin. O zaman duygularınızın efendisi olursunuz.
Çünkü;
Duygular hayatımızı kontrol eder. Duygularını kontrol eden hayatını kontrol eder.
sevgiler
23 Mayıs 2013 Perşembe
Zihnimizi Hayallerimize Göre Programlayalım :)
Haydi, bugün harekete geçelim biraz!
Diyete başlarlarız, zayıflarız, sonra yeniden kilo alırız. Spora başlarız, bir süre hevesle devam ederiz, sonra zor gelir, bırakırız. Bir türlü yapmak istediğimiz bir şeyi alışkanlık haline getiremeyiz.
Niye biliyor musunuz? Çünkü, istiyoruzdur, karar da vermişizdir, tamam, ama zihinsel olarak kendimizi hazırlamamışızdır buna. Bilinçaltıyla desteklenmeyen bir süreç, hatta kösteklenen bir süreç alışkanlık haline gelemez. Malesef böyle.
Bu yüzden bugün, yapmak istediğiniz bir şeyi hayatınızın nasıl bir parçası haline getireceğinizi konuşalım. Örnek, spor yapmak.
Spor yapmayı istemek hafif kalır. Eğer ki gerçekten bunu yapmak istiyorsak, kendimizi buna zorunlu hissetmemiz gerekir.
Öncelikle şu soruya cevap verelim: Spor yapmak sizin için ne ifade ediyor?
Spor yapmak eziyettir, spor yapmak gereksizdir, spor yapmak zordur.
Farzedelim, cevabımız:
-Spor sağlıktır.
-Peki sağlıklı mısınız?
-Evet, çok şükür, bir sorunum yok.
-E, o zaman spor yapmaya gerek var mı?
-Acelesi yok.
Bakın, bir ifade, nasıl da istediğiniz bir şeyi yapmanızı ertelemenizi sağlıyor.
O zaman, 1.kural, ifadelerimize dikkat ediyoruz. Hemen eski ifadelerimizi yenileriyle değiştiyoruz:
Spor keyiflidir, spor gençliktir, spor eğlencelidir, spor aktifliktir....
Spora verdiğimiz anlamı değiştirdiğimiz zaman, spora karşı yaklaşımımızda bir değişiklik olmaya başlayacaktır.
Ama bu yeter mi? Yetmeeezzz. Biz bir tali yol yapmıyoruz. Haydi bakalım! Otoban yapıyoruz!!!
Şimdi bize iki duygu lazım. Eldeki malzemeleri kullanıyoruz:
1. Keyif aldığımız, yapmamıza kimsenin mani olamadığı, mutlaka zaman yaratabildiğimiz bir alışkanlık, bir hobimizi aklımıza getirelim: örn; TV izlemek
2. Düzenli yaptığımız, yapmadığımızda kendimizi rahatsız hissettiğimiz başka bir alışkanlığımızı daha aklımıza getirelim. örn; diş fıçalamak
Örneklerimiz, ne kadar basit, di mi :)
Şimdi TV izlediğinizi düşleyin, ne hissediyorsunuz? Hislerinizi tutun :) Kendinizi spor yaparken görün.
Sonra, diş fıçalamadan önceki anınız aklınıza gelsin. Nasıl da zorunlu hissediyorsunuz kendinizi? Mecbursunuz bunu yapmaya. Hissedin bunu da. Ve sporu da bu duyguya bağlayın. Spor yapmak zorundasınız.
Bunu 5-6-7 kere, hatta daha da fazla tekrarlayın zihninizde, kazıyın iyice. Otoban yapıyoruz burda :)
Duygusal olarak hazırız artık. Spor ne zaman aklınıza gelse kendinizi bu duygusal durumlara sokun.
Sporu bu şekilde eşleştirin zihninizde: Spor sizin keyif aldığınız, ama erteleyemeyeceğiniz bir aktivite artık.
Bir tutku da olsun bu işte, di mi :) Bu tutku çeksin bizi. Bir yola çıkıyoruz, bizi çeken bir güç olmalı. Cevaplayacağımız soru şu:
Neden spor yapmak istiyorum? Yaptığım zaman sonuç nasıl olur? (Güzel cevaplar) Kendime güvenim artar.
Bir de kaçtığımız bir şeyler olsun, öyle ki geri dönemeyelim bu işten artık. Yola çıktık ya, başladığımız yere geri dönmemek için, arkamıza bile bakmamanız için:
Yapmazsam ne olur? (Ee, cevaplar biraz acıtıcı olsun) Spor yapmak zorundayım, yoksa yerçekimi beni mahveder :)
Ve bir hedef koyun kendinize. Küçük, başa çıkabileceğiniz bir başlangıç: Haftada 3 kere, 10'ar dakika gibi...
Başardık mı? Bravo size!!! Harikasınız. Siz bu işi yaparsınız artık. Şimdiden tebrik ediyorum sizi!!!
sevgiler :)
Not: Yine de olmuyorsa, şu iki soruyu sorun kendinize:
1. Spor yapmamaktan çıkarım ne?
2. Spor yaparsam ne olur? Neden kaçıyorum?
Cevaplar, size yol gösterecektir.
Diyete başlarlarız, zayıflarız, sonra yeniden kilo alırız. Spora başlarız, bir süre hevesle devam ederiz, sonra zor gelir, bırakırız. Bir türlü yapmak istediğimiz bir şeyi alışkanlık haline getiremeyiz.
Niye biliyor musunuz? Çünkü, istiyoruzdur, karar da vermişizdir, tamam, ama zihinsel olarak kendimizi hazırlamamışızdır buna. Bilinçaltıyla desteklenmeyen bir süreç, hatta kösteklenen bir süreç alışkanlık haline gelemez. Malesef böyle.
Bu yüzden bugün, yapmak istediğiniz bir şeyi hayatınızın nasıl bir parçası haline getireceğinizi konuşalım. Örnek, spor yapmak.
Spor yapmayı istemek hafif kalır. Eğer ki gerçekten bunu yapmak istiyorsak, kendimizi buna zorunlu hissetmemiz gerekir.
Öncelikle şu soruya cevap verelim: Spor yapmak sizin için ne ifade ediyor?
Spor yapmak eziyettir, spor yapmak gereksizdir, spor yapmak zordur.
Farzedelim, cevabımız:
-Spor sağlıktır.
-Peki sağlıklı mısınız?
-Evet, çok şükür, bir sorunum yok.
-E, o zaman spor yapmaya gerek var mı?
-Acelesi yok.
Bakın, bir ifade, nasıl da istediğiniz bir şeyi yapmanızı ertelemenizi sağlıyor.
O zaman, 1.kural, ifadelerimize dikkat ediyoruz. Hemen eski ifadelerimizi yenileriyle değiştiyoruz:
Spor keyiflidir, spor gençliktir, spor eğlencelidir, spor aktifliktir....
Spora verdiğimiz anlamı değiştirdiğimiz zaman, spora karşı yaklaşımımızda bir değişiklik olmaya başlayacaktır.
Ama bu yeter mi? Yetmeeezzz. Biz bir tali yol yapmıyoruz. Haydi bakalım! Otoban yapıyoruz!!!
Şimdi bize iki duygu lazım. Eldeki malzemeleri kullanıyoruz:
1. Keyif aldığımız, yapmamıza kimsenin mani olamadığı, mutlaka zaman yaratabildiğimiz bir alışkanlık, bir hobimizi aklımıza getirelim: örn; TV izlemek
2. Düzenli yaptığımız, yapmadığımızda kendimizi rahatsız hissettiğimiz başka bir alışkanlığımızı daha aklımıza getirelim. örn; diş fıçalamak
Örneklerimiz, ne kadar basit, di mi :)
Şimdi TV izlediğinizi düşleyin, ne hissediyorsunuz? Hislerinizi tutun :) Kendinizi spor yaparken görün.
Sonra, diş fıçalamadan önceki anınız aklınıza gelsin. Nasıl da zorunlu hissediyorsunuz kendinizi? Mecbursunuz bunu yapmaya. Hissedin bunu da. Ve sporu da bu duyguya bağlayın. Spor yapmak zorundasınız.
Bunu 5-6-7 kere, hatta daha da fazla tekrarlayın zihninizde, kazıyın iyice. Otoban yapıyoruz burda :)
Duygusal olarak hazırız artık. Spor ne zaman aklınıza gelse kendinizi bu duygusal durumlara sokun.
Sporu bu şekilde eşleştirin zihninizde: Spor sizin keyif aldığınız, ama erteleyemeyeceğiniz bir aktivite artık.
Bir tutku da olsun bu işte, di mi :) Bu tutku çeksin bizi. Bir yola çıkıyoruz, bizi çeken bir güç olmalı. Cevaplayacağımız soru şu:
Neden spor yapmak istiyorum? Yaptığım zaman sonuç nasıl olur? (Güzel cevaplar) Kendime güvenim artar.
Bir de kaçtığımız bir şeyler olsun, öyle ki geri dönemeyelim bu işten artık. Yola çıktık ya, başladığımız yere geri dönmemek için, arkamıza bile bakmamanız için:
Yapmazsam ne olur? (Ee, cevaplar biraz acıtıcı olsun) Spor yapmak zorundayım, yoksa yerçekimi beni mahveder :)
Ve bir hedef koyun kendinize. Küçük, başa çıkabileceğiniz bir başlangıç: Haftada 3 kere, 10'ar dakika gibi...
Başardık mı? Bravo size!!! Harikasınız. Siz bu işi yaparsınız artık. Şimdiden tebrik ediyorum sizi!!!
sevgiler :)
Not: Yine de olmuyorsa, şu iki soruyu sorun kendinize:
1. Spor yapmamaktan çıkarım ne?
2. Spor yaparsam ne olur? Neden kaçıyorum?
Cevaplar, size yol gösterecektir.
20 Mayıs 2013 Pazartesi
Kızımın Oyuncak Köpeği
Bugün bonbon çıktı ortaya. Kızımın oyuncak köpeği. Hikayesi de çok ilginçtir.
Geçen senelerde altının birdenbire fırladığı bir zaman dilimi vardı ya işte o sıralarda ben de iş için İskenderun'a gitmiştim(işimin altınla alakası yok :) ). Bizimki de o zaman 3.5-4 yaşlarında. Ee, uzak yere yatılı gidiyorsun, çocuğa bir hediye götüreyim dedim, özledim de, o da beni özlemiştir, dönüşte sevinsin. Zorla, bir tane oyuncakçı buldum. Ne alayım, ne alayım? Kararsızım. Neyse, iki seçeneğe indirdim: iki tane oyuncak köpek. Birini yanında yürütüyorsun, diğeri de el şıplatınca hareket ediyor. İkincisi daha sevimli geldi. Oyuncakçı, içerdeki bir müşteri bayan el çırpıp duruyoruz. Her defasında farklı bir hareket yapıyor. Oturuyor, takla atıyor, falan, ama çok hoş, biz oynayıp duruyoruz. 7 fonksiyonlu. Ee, ben de güzel bir hediye aldım diye iyice eminim artık.
Neyse, döndüm eve. Hediyemi çıkardım, verdim. Bizimki ciddidir, pek duygularını belli etmez. Aldı, baktı. Memnun gibi...Sonra bana döndü ve gayet şaşkın(ben bu köpekle n'apıcam der gibi) ama bir o kadar da ciddi:
-Annesi, altın çok değerliymiş, niye altın almadın :)
Aynen, böyle... :) Ben köpekcikle bakışakaldım :)
Napıyım çocuğum senin annen de böyle, oyuncak alıyo sana :)
Devamı şöyle gelişti. Ben tabi, artık böyle şeylere aşina olduğum için bozuntuya vermedim. Dedim, "senin altınların bankada." Arada köpeğin fonksiyonlarını anlatmaya da çalışıyorum. O oynamasa ben oynıycam nerdeyse. Ama çocuk yemiyor.
Neyse, ertesi gün oldu, işteyim. Telefonda konuşuyoruz. "annesi bana altınlarımı getir" :)
Akşam daha kapıyı açar açmaz, "annesi altınımı getirdin mi?". Ben içimden "merhabaaaa, hoşbulduuuukkk, canım kızım" gibi sevgi sözcükleri.... :) Daha içeri adımımızı atmadan kapıda, bir çeyrek altını taktık yakasına, biz takarken bir baktı altına, biraz "bu buymuş altın" bakışı, ama bozuntuya da vermedi hiç.
Herhalde o zamanlar yanında "altın çok değerlendi" felan diye konuşulunca, çocuk da bişiy sandı altını. Artık nasıl bir şey canlandırmıştı gözünde bilmiyorum ama altının kendisiyle tanıştıktan sonra bir daha da adını anmadı zaten :)
Köpeği de sevdi, adını bonbon koydu. Bu sabah çıkarmış yeniden ortaya, babasına pil taktırıyordu yavru kuşum. Benim de aklıma geldi bu hikaye. Yazayım dedim...
Geçen senelerde altının birdenbire fırladığı bir zaman dilimi vardı ya işte o sıralarda ben de iş için İskenderun'a gitmiştim(işimin altınla alakası yok :) ). Bizimki de o zaman 3.5-4 yaşlarında. Ee, uzak yere yatılı gidiyorsun, çocuğa bir hediye götüreyim dedim, özledim de, o da beni özlemiştir, dönüşte sevinsin. Zorla, bir tane oyuncakçı buldum. Ne alayım, ne alayım? Kararsızım. Neyse, iki seçeneğe indirdim: iki tane oyuncak köpek. Birini yanında yürütüyorsun, diğeri de el şıplatınca hareket ediyor. İkincisi daha sevimli geldi. Oyuncakçı, içerdeki bir müşteri bayan el çırpıp duruyoruz. Her defasında farklı bir hareket yapıyor. Oturuyor, takla atıyor, falan, ama çok hoş, biz oynayıp duruyoruz. 7 fonksiyonlu. Ee, ben de güzel bir hediye aldım diye iyice eminim artık.
Neyse, döndüm eve. Hediyemi çıkardım, verdim. Bizimki ciddidir, pek duygularını belli etmez. Aldı, baktı. Memnun gibi...Sonra bana döndü ve gayet şaşkın(ben bu köpekle n'apıcam der gibi) ama bir o kadar da ciddi:
-Annesi, altın çok değerliymiş, niye altın almadın :)
Aynen, böyle... :) Ben köpekcikle bakışakaldım :)
Napıyım çocuğum senin annen de böyle, oyuncak alıyo sana :)
Devamı şöyle gelişti. Ben tabi, artık böyle şeylere aşina olduğum için bozuntuya vermedim. Dedim, "senin altınların bankada." Arada köpeğin fonksiyonlarını anlatmaya da çalışıyorum. O oynamasa ben oynıycam nerdeyse. Ama çocuk yemiyor.
Neyse, ertesi gün oldu, işteyim. Telefonda konuşuyoruz. "annesi bana altınlarımı getir" :)
Akşam daha kapıyı açar açmaz, "annesi altınımı getirdin mi?". Ben içimden "merhabaaaa, hoşbulduuuukkk, canım kızım" gibi sevgi sözcükleri.... :) Daha içeri adımımızı atmadan kapıda, bir çeyrek altını taktık yakasına, biz takarken bir baktı altına, biraz "bu buymuş altın" bakışı, ama bozuntuya da vermedi hiç.
Herhalde o zamanlar yanında "altın çok değerlendi" felan diye konuşulunca, çocuk da bişiy sandı altını. Artık nasıl bir şey canlandırmıştı gözünde bilmiyorum ama altının kendisiyle tanıştıktan sonra bir daha da adını anmadı zaten :)
Köpeği de sevdi, adını bonbon koydu. Bu sabah çıkarmış yeniden ortaya, babasına pil taktırıyordu yavru kuşum. Benim de aklıma geldi bu hikaye. Yazayım dedim...
12 Mayıs 2013 Pazar
Yaşam Koçluğu
Merhabalar,
Adına yaşam koçluğu, hayat tasarımcısı ya da ne derseniz diyin, ben artık kısmetse hayatımı bu yöne doğru kaydırmaya karar verdim. Esasen bilgisayar mühendisiyim ve seviyorum mesleğimi. Ama bir yaştan sonra tekrarlar insanı memnun etmemeye başlıyor. Hayatta takılıyorsun. İnsan, hep diyorum ya, doğru soruyu sorunca cevap kendiliğinden gelir. Sabah aklıma ilk gelecek şeyin de sorumun cevabı olacağını biliyordum. Kalbimin sesini dinliyorum arkadaşlar, inşallah hayırlısı olur.
Daha önce de düşündüm bireysel seansları, ama çok çekindim, altından kalkamam gibi geldi. Şimdiyse, itiraf edeyim gene bir korkum var, içimdeki ses vıdı vıdı etmeye başladı bile, ama benim yolum buysa en azından küçük bir adım atmam gerekir diye düşünüyorum. Yıllardır bu işin içindeyim zaten, hem de çok keyif alıyorum. Faydalı olduğuma, olacağıma da inanıyorum. Ee, neden başlamayayım, di mi :)
Aslında bu işi ticarete dökme yanıydı beni rahatsız eden. Çünkü, bunu bir gönül işi olarak görüyorum. Ama bireysel desteklerde hem zaman ayıracağım hem seans öncesi-sonrası ek çalışma yapmak zorunda olacağım, hem de hayatımı bu yöne kaydırabilmek için bu işin bir ciddiyetinin olması ve böyle de anlaşılması gerekiyor. Hani bu bir arkadaşla sohbet, dertleşme olmayacak, bunun bilincini yerleştirmek için bir karşılık olması lazım geliyor. Daha önce yaptığım ufak-tefek çalışmalardan biliyorum bunu. Bir de insan gerçekten değişime kendi içinde hazır olduğu zaman başvuruyor.
Şimdi, şöyle düşüyorum: İlk seansımız, yarım saatlik bir süre, tanışma-analiz şeklinde olacağı için ücretsiz. Sonrasında devam etmek isterseniz...Böylesi daha adaletli geldi bana. Ayrıca, eğer ki benim yardımcı olamayacağım bir konu olursa da bunu size açıkca söyleyeceğimden, ve size uzmanlığına inandığım başka birini tavsiye edeceğimden emin olabilirsiniz. Bunu belirtiyorum, çünkü bu sektör, rahatlıkla oyalama yapılabilecek bir sektör, kendi tecrübelerimden biliyorum :)
Bana şimdilik maille ulaşabilirsiniz: yasamtasarimcisi@gmail.com
Bu isim biraz iddialı oldu ama bütün isimler alınmış malesef, bize bir tek bu kalmış...
Eğer üstesinden gelemediğiniz bir sorununuz, terk edemediğiniz bir alışkanlığınız, hayatınızın değiştirmek istediğiniz bir yönü, yani kısaca kendinizle ilgili, sevdiğiniz, yardım etmek istediğiniz insanlarla ilgili her konuda başvurabilirsiniz.
sevgiler ve keyifli pazarlar :)
Adına yaşam koçluğu, hayat tasarımcısı ya da ne derseniz diyin, ben artık kısmetse hayatımı bu yöne doğru kaydırmaya karar verdim. Esasen bilgisayar mühendisiyim ve seviyorum mesleğimi. Ama bir yaştan sonra tekrarlar insanı memnun etmemeye başlıyor. Hayatta takılıyorsun. İnsan, hep diyorum ya, doğru soruyu sorunca cevap kendiliğinden gelir. Sabah aklıma ilk gelecek şeyin de sorumun cevabı olacağını biliyordum. Kalbimin sesini dinliyorum arkadaşlar, inşallah hayırlısı olur.
Daha önce de düşündüm bireysel seansları, ama çok çekindim, altından kalkamam gibi geldi. Şimdiyse, itiraf edeyim gene bir korkum var, içimdeki ses vıdı vıdı etmeye başladı bile, ama benim yolum buysa en azından küçük bir adım atmam gerekir diye düşünüyorum. Yıllardır bu işin içindeyim zaten, hem de çok keyif alıyorum. Faydalı olduğuma, olacağıma da inanıyorum. Ee, neden başlamayayım, di mi :)
Aslında bu işi ticarete dökme yanıydı beni rahatsız eden. Çünkü, bunu bir gönül işi olarak görüyorum. Ama bireysel desteklerde hem zaman ayıracağım hem seans öncesi-sonrası ek çalışma yapmak zorunda olacağım, hem de hayatımı bu yöne kaydırabilmek için bu işin bir ciddiyetinin olması ve böyle de anlaşılması gerekiyor. Hani bu bir arkadaşla sohbet, dertleşme olmayacak, bunun bilincini yerleştirmek için bir karşılık olması lazım geliyor. Daha önce yaptığım ufak-tefek çalışmalardan biliyorum bunu. Bir de insan gerçekten değişime kendi içinde hazır olduğu zaman başvuruyor.
Şimdi, şöyle düşüyorum: İlk seansımız, yarım saatlik bir süre, tanışma-analiz şeklinde olacağı için ücretsiz. Sonrasında devam etmek isterseniz...Böylesi daha adaletli geldi bana. Ayrıca, eğer ki benim yardımcı olamayacağım bir konu olursa da bunu size açıkca söyleyeceğimden, ve size uzmanlığına inandığım başka birini tavsiye edeceğimden emin olabilirsiniz. Bunu belirtiyorum, çünkü bu sektör, rahatlıkla oyalama yapılabilecek bir sektör, kendi tecrübelerimden biliyorum :)
Bana şimdilik maille ulaşabilirsiniz: yasamtasarimcisi@gmail.com
Bu isim biraz iddialı oldu ama bütün isimler alınmış malesef, bize bir tek bu kalmış...
Eğer üstesinden gelemediğiniz bir sorununuz, terk edemediğiniz bir alışkanlığınız, hayatınızın değiştirmek istediğiniz bir yönü, yani kısaca kendinizle ilgili, sevdiğiniz, yardım etmek istediğiniz insanlarla ilgili her konuda başvurabilirsiniz.
sevgiler ve keyifli pazarlar :)
8 Mayıs 2013 Çarşamba
Kalbimizin ve Mantığımızın Sesi
Hani bazen bi boş bulunursunuz, bir cesaret gelir, normalde yapmayacağınız bir şeyi yapacak gücü bulursunuz. Sonra, birden vazgeçersiniz, "saçmalama" dersiniz, "ne gerek var şimdi" dersiniz....
İşte, o boş bulunduğunuz anda kalbinizin sesini duymuşsunuzdur, sonraysa mantığınız yani korkularınız devreye girmiştir.
Bu bir oyundur; oyunu kimin kazanacağına ise siz karar verirsiniz: korku mu, umut mu?
sevgiler
İşte, o boş bulunduğunuz anda kalbinizin sesini duymuşsunuzdur, sonraysa mantığınız yani korkularınız devreye girmiştir.
Bu bir oyundur; oyunu kimin kazanacağına ise siz karar verirsiniz: korku mu, umut mu?
sevgiler
6 Mayıs 2013 Pazartesi
Suçlamak
Hani tecrübe felan deriz ya! Tek kelimeyle hikaye! İnsanların yaş ilerledikçe ilişkilerdeki başarısızlıkları devam eder. Sadece sevgili olarak düşünmeyin, hayattaki tüm rolleri düşünün: anne, baba, anneanne, babaanne, hala, dayı, amca, teyze, kuzen, yiğen, arkadaş, iş arkadaşı vs gibi.
İlişkilerde yaşanılan her olumsuz durumda birinci öncelik suçlamaktır. Ya karşı taraf suçlanır ya da insan kendini suçlu hisseder. İkisi de zedeleyici duygulara, sonuçlara yol açar.
Demem o ki, yaşın ilerlemesi bir şeyi değiştirmez, sadece ruhun olgunlaşması hayatınızı değiştirebilir. O da yaşa bakmaz :)
sevgiler
İlişkilerde yaşanılan her olumsuz durumda birinci öncelik suçlamaktır. Ya karşı taraf suçlanır ya da insan kendini suçlu hisseder. İkisi de zedeleyici duygulara, sonuçlara yol açar.
Demem o ki, yaşın ilerlemesi bir şeyi değiştirmez, sadece ruhun olgunlaşması hayatınızı değiştirebilir. O da yaşa bakmaz :)
sevgiler
28 Nisan 2013 Pazar
İyi Niyet
Niyeyse, herkes iyi niyetlidir :) Kimse bu konuda mangalda kül bırakmaz :)
O zaman dualarımızı doğru edelim: "Allah'ım bizi iyilerle karşılaştır!" yerine "Allah'ım gönlümüze göre ver!" dersek daha mutlu oluruz...
sevgiler :)
O zaman dualarımızı doğru edelim: "Allah'ım bizi iyilerle karşılaştır!" yerine "Allah'ım gönlümüze göre ver!" dersek daha mutlu oluruz...
sevgiler :)
26 Nisan 2013 Cuma
Şikayetçiler
Merhabalar,
Bu haftayı hiç şikayet etmeden kapatalım demiştik ama mümkün olmadı. Alışkanlık işte :)
Ama yine de insanın şikayet halinde olduğunu farkedebilmesi bile keyifli :)
Şikayet ederek aslında içimizdeki enerjiyi negatif tarafa akıtıyoruz. O tarafımızı besliyor, güçlendiriyoruz. Şikayet etmemek başlangıçta zor. Çünkü bilinçaltı etmeniz gerektiğine inanıyorsa yapmak zorundasınız. O enerjiyi, öfke ya da kızgınlığı atmak zorundasınız. Ama işte, kendi kendinizi de zehirlememek için bu halin farkında olun.
Ayrıca, şikayet, "ben sorumlu değilim" demektir. Sorumluluğu üstünüzden atmanın en kolay yoludur. Başkasını suçlarsınız, olayları suçlarsınız. Bir nevi rahatlarsınız. Bir nevi kendinizi kandırırsınız.
Şikayet etmek, başka bir davranışla değiştirilebilir. Sizin için daha faydalı sonuçlar verecek bir davranış olabilir mesela.
Ya da devam da edebilirsiniz, ama söylediklerinize sakın inanmayın :)
Hadi bakalım, bu haftanın da oyunu bu olsun: Kendinizi şikayet ederken yakalamak...Kesinlikle keyif alacaksınız. Bir film izler gibi düşünün kendinizi :)
sevgiler
Bu haftayı hiç şikayet etmeden kapatalım demiştik ama mümkün olmadı. Alışkanlık işte :)
Ama yine de insanın şikayet halinde olduğunu farkedebilmesi bile keyifli :)
Şikayet ederek aslında içimizdeki enerjiyi negatif tarafa akıtıyoruz. O tarafımızı besliyor, güçlendiriyoruz. Şikayet etmemek başlangıçta zor. Çünkü bilinçaltı etmeniz gerektiğine inanıyorsa yapmak zorundasınız. O enerjiyi, öfke ya da kızgınlığı atmak zorundasınız. Ama işte, kendi kendinizi de zehirlememek için bu halin farkında olun.
Ayrıca, şikayet, "ben sorumlu değilim" demektir. Sorumluluğu üstünüzden atmanın en kolay yoludur. Başkasını suçlarsınız, olayları suçlarsınız. Bir nevi rahatlarsınız. Bir nevi kendinizi kandırırsınız.
Şikayet etmek, başka bir davranışla değiştirilebilir. Sizin için daha faydalı sonuçlar verecek bir davranış olabilir mesela.
Ya da devam da edebilirsiniz, ama söylediklerinize sakın inanmayın :)
Hadi bakalım, bu haftanın da oyunu bu olsun: Kendinizi şikayet ederken yakalamak...Kesinlikle keyif alacaksınız. Bir film izler gibi düşünün kendinizi :)
sevgiler
5 Nisan 2013 Cuma
Söyleşimiz
Demiştim ya size, bir söyleşi düzenliyorum ama çok az katılımlı bir şey olduğu için fazla duyuramamıştım. Benim için ilkti. Kendi eksiklerimi gördüm. Daha iyi ve farklı nasıl yapabileceğimi değerlendirdim. Buna devam etme kararı aldım. Ama her biri diğerinden daha bir farklı olmalı. Ben her defasında değişmeliyim, kendimi yenilemeliyim ki o farkı yaratabileyim.
Güzel ve keyifliydi. Beni en çok etkileyen ise, ve gerçekten faydalı olduğuma inandıran, bir katılımcımızın "Oğlumu şimdi anlıyorum!", demesiydi.
Şimdi, küçükler için nasıl anlatabilirim, liseliler için nasıl bir şeyler düzenlemeliyim. Bunlar üzerine çalışıyorum.
Evet, sonuç olarak doğru soruyu sorunca hayat da size cevabını veriyor: "Ben bu hayata ne verebilirim?"
sevgiler :)
Güzel ve keyifliydi. Beni en çok etkileyen ise, ve gerçekten faydalı olduğuma inandıran, bir katılımcımızın "Oğlumu şimdi anlıyorum!", demesiydi.
Şimdi, küçükler için nasıl anlatabilirim, liseliler için nasıl bir şeyler düzenlemeliyim. Bunlar üzerine çalışıyorum.
Evet, sonuç olarak doğru soruyu sorunca hayat da size cevabını veriyor: "Ben bu hayata ne verebilirim?"
sevgiler :)
Varsayımda Bulunmak-Bulunmamak
Bugün yine bir varsayımda bulunma-bulunmama vakası yaşadık.
İnanın ki sonuç olarak şunu diyebilirim: Kimse yerine kesinlikle düşünemiyorsunuz. Sadece siz öyle sanıyorsunuz, varsayımlarda bulunuyorsunuz. Verilen tepki o anda, sizeymiş gibi gelebilir. Ama karşınızdakinin o anda neler düşündüğünü bi bilseydiniz, siz o tepkinin sebepleri arasında nokta kadar yeriniz olduğunu anlardınız.
Demesi kolay di mi :)
İnanın ki sonuç olarak şunu diyebilirim: Kimse yerine kesinlikle düşünemiyorsunuz. Sadece siz öyle sanıyorsunuz, varsayımlarda bulunuyorsunuz. Verilen tepki o anda, sizeymiş gibi gelebilir. Ama karşınızdakinin o anda neler düşündüğünü bi bilseydiniz, siz o tepkinin sebepleri arasında nokta kadar yeriniz olduğunu anlardınız.
Demesi kolay di mi :)
1 Nisan 2013 Pazartesi
Down sendromlu genç dünyanın zirvesinde
Down sendromlu Eli Reimer, imkansızı başararak dünyanın en yüksek dağı Everest'in 5 bin 182 kilometredeki noktasına ulaştı.
People dergisinin haberine göre, Eli Reimer, 10 günlük bir tırmanışın ardından 5 bin 182 kilometrelik noktasına babasıyla beraber çıktı.
Babası Justin Reimer ile yola çıkan 15 yaşındaki Down sendromlu Eli, gururla finiş bayrağını kaldırırken yaşıtları kadar normal değil onların bazılarından da üstün olduğunu gösterdi.
Eli'nin babası Justin Reimer, ''Bu saygı duyulacak, bu ilham kaynağı olacak inanılmaz bir an'' diyerek oğluyla duyduğu gururu aktardı.
Eli'nin sadece dağa tırmanmadığını, gruba önderlik de yaptığını dile getiren gururlu baba, ''Bütün yol boyunca bize liderlik etti. Aslında o değil biz engelliymişiz gibi geldi. Çünkü o herşeye karşı koyarken biz bazen rüzgardan bile rahatsız olduk'' dedi.
Kaynak: http://blog.milliyet.com.tr/Down_sendromlu_genc_dunyanin_zirvesinde/Blog/?BlogNo=409733&RefNo=22
People dergisinin haberine göre, Eli Reimer, 10 günlük bir tırmanışın ardından 5 bin 182 kilometrelik noktasına babasıyla beraber çıktı.
Babası Justin Reimer ile yola çıkan 15 yaşındaki Down sendromlu Eli, gururla finiş bayrağını kaldırırken yaşıtları kadar normal değil onların bazılarından da üstün olduğunu gösterdi.
Eli'nin babası Justin Reimer, ''Bu saygı duyulacak, bu ilham kaynağı olacak inanılmaz bir an'' diyerek oğluyla duyduğu gururu aktardı.
Eli'nin sadece dağa tırmanmadığını, gruba önderlik de yaptığını dile getiren gururlu baba, ''Bütün yol boyunca bize liderlik etti. Aslında o değil biz engelliymişiz gibi geldi. Çünkü o herşeye karşı koyarken biz bazen rüzgardan bile rahatsız olduk'' dedi.
Kaynak: http://blog.milliyet.com.tr/Down_sendromlu_genc_dunyanin_zirvesinde/Blog/?BlogNo=409733&RefNo=22
28 Mart 2013 Perşembe
Kısa Aramız Sona Erdi Mi Yoksa ;)
Merhabalar,
Şifremle ilgili bir sorun yaşadığım için bloğuma giremiyorum malesef :( Ama, Allah'tan telefonumda giriş yapılmış bir şekilde bırakmışım. Şimdi ordan ulaşıyorum size.
Bu arada küçük bir sunum hazırlığı içerisindeyim. Artık farklı platformlarda yer almak istiyorum. Daha henüz buradan da duyuru yapılacak çapta büyük değil. Sponsor filan ayarlamak gerekiyor öyle bir girişim için, yoksa altından kalkmak zor :) Ama emin olun, ne yapıp edip bir gün sizlerle de tanışacağım :)
sevgiler
Şifremle ilgili bir sorun yaşadığım için bloğuma giremiyorum malesef :( Ama, Allah'tan telefonumda giriş yapılmış bir şekilde bırakmışım. Şimdi ordan ulaşıyorum size.
Bu arada küçük bir sunum hazırlığı içerisindeyim. Artık farklı platformlarda yer almak istiyorum. Daha henüz buradan da duyuru yapılacak çapta büyük değil. Sponsor filan ayarlamak gerekiyor öyle bir girişim için, yoksa altından kalkmak zor :) Ama emin olun, ne yapıp edip bir gün sizlerle de tanışacağım :)
sevgiler
27 Şubat 2013 Çarşamba
Tereddüt
Bugün arabayla Cinnah'tan Hoşdere'ye doğru dönerken dönüş için olan kırmızı ışık sönmüştü, döndüm ben de. Sonra, hemen akabinde bir ışık daha farkettim. Bu kırmızı yanıyordu. Yaya geçidine bir an baktım, yayalara da yeşil yanıyor. Bir an duraksadım. Sonra hiç yaya olmadığı için geçtim. Dönüşe ikinci bir ışık daha koymaları garip geldi, tereddüt ettim aslında.
Bu da aklımıza bir hikaye getirdi:
Almanya'da bir Türk, gecenin bir vakti, sokakta in cin top oynarken, kırmızı ışığa geliyor, bir an duruyor, sonra geçiyor. Kim görcek ki diyor, kendi kendine. Hem görse ne olur?
Ertesi gün, karakola çağrılıyor. Fotoğrafı çekilmiş. Bu sen misin diyorlar? Yok dese olmaz. Çünkü önüne konsolosluktan aldıkları kendi fotosunu da koyuyorlar. Hayır, derse ve o olduğu kanıtlanırsa cezası çift katına çıkıyor, vs. Mecbur kabul ediyor. Ehliyetine el konuluyor.
Sonra bir yazı geliyor. Göz muayenesine gidiyor. Bakıyor doktor bir sorun yok. Kırmızıyla-yeşili birbirinden ayırabiliyor.
Bizimki, "oh", diyor. "Ehliyetimi verecekler."
Almanlar "Alla Allaaa diyor, acaba sorun neydi de geçti?" :) Anlam veremiyo ecnebi tabi :)
Arkasından, psikolog. Her şey normal. Hani bir anlık psikolojik bozuluk desen, yok. Bekleyip de geçmiş. Karar vermiş yani.
Bizimki, "oh", diyor. "Ehliyetimi verecekler."
Almanlar "Alla Allaaa diyor, acaba sorun neydi de geçti?" :) Anlam veremiyo ecnebi :)
Sonra, bunu çağırıyorlar. Arabaya biniyor. 1 kişi yanına, 2 kişi de arkaya. Sür, diyorlar. Bizimki sürüyor. Işığa gelince yanındaki adam, kırmızıysa "Bak bu kırmızı, kırmızıda durulur. Neymiş, tekrar et." Bizimki, "Bu kırmızı, kırmızıda durulur." Sonra arkasındaki 2 adam da sırayla söylüyor söyletiyor. Yeşil yanınca, "Bak bu yeşil, yeşil yanınca geçilir, tekrar et!" Bizimki 2 saat boyunca 3 adamın teker teker sözlerini tekrar ediyor. Ve bu 3 gün sürüyor.
Sonra ehliyetini veriyorlar. Ama artık bizimki kırmızıda töbe geçmiyor :)
Kıssadan hisse: Binlerce kez tekrarlanan düşünceler artık bizim de alışkanlığımız, karakterimiz haline gelir. Asla tereddüt bile etmeyiz.
sevgiler :)
Bu da aklımıza bir hikaye getirdi:
Almanya'da bir Türk, gecenin bir vakti, sokakta in cin top oynarken, kırmızı ışığa geliyor, bir an duruyor, sonra geçiyor. Kim görcek ki diyor, kendi kendine. Hem görse ne olur?
Ertesi gün, karakola çağrılıyor. Fotoğrafı çekilmiş. Bu sen misin diyorlar? Yok dese olmaz. Çünkü önüne konsolosluktan aldıkları kendi fotosunu da koyuyorlar. Hayır, derse ve o olduğu kanıtlanırsa cezası çift katına çıkıyor, vs. Mecbur kabul ediyor. Ehliyetine el konuluyor.
Sonra bir yazı geliyor. Göz muayenesine gidiyor. Bakıyor doktor bir sorun yok. Kırmızıyla-yeşili birbirinden ayırabiliyor.
Bizimki, "oh", diyor. "Ehliyetimi verecekler."
Almanlar "Alla Allaaa diyor, acaba sorun neydi de geçti?" :) Anlam veremiyo ecnebi tabi :)
Arkasından, psikolog. Her şey normal. Hani bir anlık psikolojik bozuluk desen, yok. Bekleyip de geçmiş. Karar vermiş yani.
Bizimki, "oh", diyor. "Ehliyetimi verecekler."
Almanlar "Alla Allaaa diyor, acaba sorun neydi de geçti?" :) Anlam veremiyo ecnebi :)
Sonra, bunu çağırıyorlar. Arabaya biniyor. 1 kişi yanına, 2 kişi de arkaya. Sür, diyorlar. Bizimki sürüyor. Işığa gelince yanındaki adam, kırmızıysa "Bak bu kırmızı, kırmızıda durulur. Neymiş, tekrar et." Bizimki, "Bu kırmızı, kırmızıda durulur." Sonra arkasındaki 2 adam da sırayla söylüyor söyletiyor. Yeşil yanınca, "Bak bu yeşil, yeşil yanınca geçilir, tekrar et!" Bizimki 2 saat boyunca 3 adamın teker teker sözlerini tekrar ediyor. Ve bu 3 gün sürüyor.
Sonra ehliyetini veriyorlar. Ama artık bizimki kırmızıda töbe geçmiyor :)
Kıssadan hisse: Binlerce kez tekrarlanan düşünceler artık bizim de alışkanlığımız, karakterimiz haline gelir. Asla tereddüt bile etmeyiz.
sevgiler :)
25 Şubat 2013 Pazartesi
''Dünya engelli güzeli'' engel tanımıyor
Denizde yaşadığı kaza sonucu felç olarak yaklaşık 8 yıldır tekerlekli sandalyeye bağımlı hayatını sürdüren, 2009'da ''Dünya Engelli Güzeli'' seçilen Nergis Demirarslan, resim yaparak engellilere destek oluyor.

Samsun- Eniştesinin 2005 yılında denizde yaptığı şaka sonucu boynu kırılarak felç kalan 21 yaşındaki Demirarslan, o günden bu yana yaşamını tekerlekli sandalyede sürdürmek zorunda kaldı. 2008'de Antalya'nın Kemer ilçesinde gerçekleştirilen Türkiye Engelliler Güzellik Yarışması'nda birinci seçilen, ardından Uluslararası Engelliler Vakfınca düzenlenen Dünya Engelliler Güzellik Yarışması'nda da ''dünya güzeli'' olan Demirarslan, resim yaparak engellilere destek oluyor.
Demirarslan, yaptığı açıklamada, yaşadığı kazanın ardından tedavi gördüğü Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nde (GATA) hayatıyla ilgili planlar yapmaya başladığını dile getirerek, ''Benim de bir sosyal yaşantım olmak zorundaydı. İlk olarak tedavim sürerken resim yapmaya başladım. Başta çok başarılı değildim ancak azmederek, öğretmenlerimin de yardımıyla iyi seviyede resim yapmayı başardım'' dedi.
Parmaklarını kullanamadığı için özel aletler yardımıyla resim yaptığını anlatan Demirarslan, ''Engelliler yararına resim sergisi açarak onlara bir nebze olsun katkıda bulunmak istiyorum. Hayatımdan son derece memnunum, engelli olmam hiçbir şey değiştirmedi. Engellilerin yapabilecekleri sınırlıdır diye düşünülür, ben engellilere şans verildiğinde her şeyi yapabileceklerini gördüm'' diye konuştu.
''Gözümde bütün engelliler güzel''
Dünya güzeli seçilmesinin hayatında fazla değişikliğe yol açmadığını belirten Demirarslan, şunları kaydetti:
''Yarışmalara sosyal faaliyet olsun diye girmiştim. 850 aday içinden ilk 50'ye seçildim. Sonrasında önce Türkiye, ardından dünya güzeli oldum. Gözümde bütün engelliler güzel, en güzel olmayı tahmin etmesem de katıldım ve birinci oldum.''
Demirarslan, resim çalışmalarını Amisos 55 Engelliler Gençlik Spor Kulübü'nde sürdürdüğünü sözlerine ekledi.
Kulüp başkanı Mehmet Yaşar ise Nergis gibi birçok engellinin çalışarak hayata bağlandığına dikkati çekerek, ''Engelli olmak hayatı bırakmak anlamına gelmiyor. Bazı insanlar, 'ben olsam yaşayamam' diye düşünüyor. Ben kaza geçirmeden önce 'öyle yaşantı olmaz' diyordum, kazadan sonra hayata bakış açım değişti. Zaten o kadar çok çalıştım ki engelli kaldığıma üzülmeye vaktim bile olmadı''ifadelerini kullandı.
kaynak: http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=389846
Not: Aslında başka bir dünya güzelinin başına gelen haberi arıyordum ama demek ki herkesin başına her şey gelebilirmiş.
Demirarslan, yaptığı açıklamada, yaşadığı kazanın ardından tedavi gördüğü Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nde (GATA) hayatıyla ilgili planlar yapmaya başladığını dile getirerek, ''Benim de bir sosyal yaşantım olmak zorundaydı. İlk olarak tedavim sürerken resim yapmaya başladım. Başta çok başarılı değildim ancak azmederek, öğretmenlerimin de yardımıyla iyi seviyede resim yapmayı başardım'' dedi.
Parmaklarını kullanamadığı için özel aletler yardımıyla resim yaptığını anlatan Demirarslan, ''Engelliler yararına resim sergisi açarak onlara bir nebze olsun katkıda bulunmak istiyorum. Hayatımdan son derece memnunum, engelli olmam hiçbir şey değiştirmedi. Engellilerin yapabilecekleri sınırlıdır diye düşünülür, ben engellilere şans verildiğinde her şeyi yapabileceklerini gördüm'' diye konuştu.
''Gözümde bütün engelliler güzel''
Dünya güzeli seçilmesinin hayatında fazla değişikliğe yol açmadığını belirten Demirarslan, şunları kaydetti:
''Yarışmalara sosyal faaliyet olsun diye girmiştim. 850 aday içinden ilk 50'ye seçildim. Sonrasında önce Türkiye, ardından dünya güzeli oldum. Gözümde bütün engelliler güzel, en güzel olmayı tahmin etmesem de katıldım ve birinci oldum.''
Demirarslan, resim çalışmalarını Amisos 55 Engelliler Gençlik Spor Kulübü'nde sürdürdüğünü sözlerine ekledi.
Kulüp başkanı Mehmet Yaşar ise Nergis gibi birçok engellinin çalışarak hayata bağlandığına dikkati çekerek, ''Engelli olmak hayatı bırakmak anlamına gelmiyor. Bazı insanlar, 'ben olsam yaşayamam' diye düşünüyor. Ben kaza geçirmeden önce 'öyle yaşantı olmaz' diyordum, kazadan sonra hayata bakış açım değişti. Zaten o kadar çok çalıştım ki engelli kaldığıma üzülmeye vaktim bile olmadı''ifadelerini kullandı.
kaynak: http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=389846
Not: Aslında başka bir dünya güzelinin başına gelen haberi arıyordum ama demek ki herkesin başına her şey gelebilirmiş.
Öykü-"Vardır Bir Hayır"
Bir zamanlar bir padişah varmış ve onun çok yakın çocukluğundan beri birlikte büyüdüğü bir arkadaşı. Kanuni ve İbrahim gibi düşünün. Padişah bu arkadaşını hiç yanından ayırmazmış, çünkü can dostuymuş onun.
Yalnız, bu arkadaşının bir huyu varmış ki bazen padişahı bile çileden çıkarabiliyormuş. Ne olursa olur, iyi-kötü, kimin başına gelirse gelsin, kendisi ya da başkası farketmez, hep "vardır bir hayır" dermiş.
Bir gün, padişah ava çıkmış. Arkadaşı da yanında tabi. Padişahın tüfeğini o dolduruyor. Son tüfeği doldururken bir hata mı yapmış ne, tüfek geri tepmiş ve padişahın bir parmağını koparmış. Padişah feryat, figan. Bizimki yine sakin: "Vardır bir hayır!" demiş. Padişah iyice çıldırmış: "Bu işte ne hayır olabilir, parmağım gitti görmüyor musun?" demiş. O kızgınlıkla arkadaşını zindana attırmış.
Bu olaydan bir sene sonra padişah yine ava çıkmış. Ama bu sefer fazla cesur davranıp, yasak bölgeye girmiş. Adamlarıyla birlikte atlarından inmiş, geziniyorlarmış. Tam o sırada, orada yaşayan aslanlar karşılarına çıkmış, bunlara saldırmışlar. Yalnız padişaha saldıran aslan, padişahın bir parmağının eksik olduğunu görünce duralamış, padişah da bunu fırsat bilip, hemen atına atlayıp ordan kaçmış. Yanındakilerin sonu ise vahim olmuş.
Padişah sarayına döner dönmez hemen zindandaki arkadaşının yanına koşmuş. "Ah arkadaşım, vah arkadaşım, ben sana ne büyük haksızlık yapmışım, ben ne zalimmişim, affet beni." Arkadaşı yine sakin, "Olur mu hiç demiş, bunda da vardır bir hayır!" Padişah kızmış, "Yahu, ne hayrı, 1 senedir zindandasın, en yakın arkadaşımı 1 senedir zindanlara hapsettim!"
Arkadaşı da: "Ya demiş sen beni zindana attırmasaydın. Ben de seninle ava gelecektim. O zaman halimi düşünebiliyor musun?"
Kıssadan hisse: Hayatta her şey başımıza gelebilir, önemli olan bunları nasıl anlamlandırdığımızdır...
sevgiler :)
Yalnız, bu arkadaşının bir huyu varmış ki bazen padişahı bile çileden çıkarabiliyormuş. Ne olursa olur, iyi-kötü, kimin başına gelirse gelsin, kendisi ya da başkası farketmez, hep "vardır bir hayır" dermiş.
Bir gün, padişah ava çıkmış. Arkadaşı da yanında tabi. Padişahın tüfeğini o dolduruyor. Son tüfeği doldururken bir hata mı yapmış ne, tüfek geri tepmiş ve padişahın bir parmağını koparmış. Padişah feryat, figan. Bizimki yine sakin: "Vardır bir hayır!" demiş. Padişah iyice çıldırmış: "Bu işte ne hayır olabilir, parmağım gitti görmüyor musun?" demiş. O kızgınlıkla arkadaşını zindana attırmış.
Bu olaydan bir sene sonra padişah yine ava çıkmış. Ama bu sefer fazla cesur davranıp, yasak bölgeye girmiş. Adamlarıyla birlikte atlarından inmiş, geziniyorlarmış. Tam o sırada, orada yaşayan aslanlar karşılarına çıkmış, bunlara saldırmışlar. Yalnız padişaha saldıran aslan, padişahın bir parmağının eksik olduğunu görünce duralamış, padişah da bunu fırsat bilip, hemen atına atlayıp ordan kaçmış. Yanındakilerin sonu ise vahim olmuş.
Padişah sarayına döner dönmez hemen zindandaki arkadaşının yanına koşmuş. "Ah arkadaşım, vah arkadaşım, ben sana ne büyük haksızlık yapmışım, ben ne zalimmişim, affet beni." Arkadaşı yine sakin, "Olur mu hiç demiş, bunda da vardır bir hayır!" Padişah kızmış, "Yahu, ne hayrı, 1 senedir zindandasın, en yakın arkadaşımı 1 senedir zindanlara hapsettim!"
Arkadaşı da: "Ya demiş sen beni zindana attırmasaydın. Ben de seninle ava gelecektim. O zaman halimi düşünebiliyor musun?"
Kıssadan hisse: Hayatta her şey başımıza gelebilir, önemli olan bunları nasıl anlamlandırdığımızdır...
sevgiler :)
16 Şubat 2013 Cumartesi
Taptaze Güçlendiren İnançlar :)
Merhabalaarrr, uzuuunnn bir aradan sonra yeniden yazmaya devam. Nasılsınız? Nasıl gidiyor? İnançlarınızı sorguluyor musunuz? Sizi güçlendirecek inançlar bulmaya çalışıyor musunuz?
Bu konuda size ufacık da olsa destek olmak istiyorum, ama eminim ki siz kendiniz için daha iyisini yapacaksınız:
1. Hiç bir durum kalıcı değildir.
2. Olumsuz gibi görünen olay, durumlarda bile mutlaka bir hayır vardır. O "hayır" neyse, er ya da geç algılarız.
3. Başkalarından gelen olumsuz söz ve davranışlar da birer hediyedir, kabul etmeme hakkımız vardır.
4. Başkaları hakkındaki olumsuz düşüncelerimizde boğuluruz. İnsanlar gerçekten söylediklerini düşünüyordur. Gerçekten öyle oldukları için o şekilde davranıyorlardır. Eğer, yalan söylediklerine, bahane ürettiklerine eminsek, bunu yapmak zorunda oldukları için böyle yapıyorlardır. Bunu kişisel algılamıyoruz, ama yemiyoruz da :)
5. Yanında kendimizi rahat hissedemediğimiz insanlardan uzak durmak hakkımızdır. Bu dünyaya bir kere geliyoruz.
6. Erken kalkan yol alır. Ertelenen hayallere ulaşmak güçtür.
7. Hayallerimizi sadece kendimiz gerçekleştirebiliriz.
8. Mide ağrılarımız (stres ağrıları) sadece kendimizle yüzleşirsek geçer :)
9. Başkaları "haksız" olduğunuzu söyleyebilir. Doğrudur. Onun algı dünyası böyledir. Hatta bütün dünya karşınıza dikilebilir. Asla kendinizden şüphe etmeyin. Büyük insanları, tarihe adı geçen insanları hatırlayın.
10. Kapasitemiz sınırsızdır, buna sınır koyan sadece biziz, düşüncelerimizdir. Özgüvenimizi ve kendimize biçtiğimiz değeri arttırdıkça cesaretimiz de artar ve engellerimizi aşarız.
Daha sonra bunlarla ilgili küçük küçük hikayelerim de olacak.
uzun zaman sonra yeniden sevgiler :)
Bu konuda size ufacık da olsa destek olmak istiyorum, ama eminim ki siz kendiniz için daha iyisini yapacaksınız:
1. Hiç bir durum kalıcı değildir.
2. Olumsuz gibi görünen olay, durumlarda bile mutlaka bir hayır vardır. O "hayır" neyse, er ya da geç algılarız.
3. Başkalarından gelen olumsuz söz ve davranışlar da birer hediyedir, kabul etmeme hakkımız vardır.
4. Başkaları hakkındaki olumsuz düşüncelerimizde boğuluruz. İnsanlar gerçekten söylediklerini düşünüyordur. Gerçekten öyle oldukları için o şekilde davranıyorlardır. Eğer, yalan söylediklerine, bahane ürettiklerine eminsek, bunu yapmak zorunda oldukları için böyle yapıyorlardır. Bunu kişisel algılamıyoruz, ama yemiyoruz da :)
5. Yanında kendimizi rahat hissedemediğimiz insanlardan uzak durmak hakkımızdır. Bu dünyaya bir kere geliyoruz.
6. Erken kalkan yol alır. Ertelenen hayallere ulaşmak güçtür.
7. Hayallerimizi sadece kendimiz gerçekleştirebiliriz.
8. Mide ağrılarımız (stres ağrıları) sadece kendimizle yüzleşirsek geçer :)
9. Başkaları "haksız" olduğunuzu söyleyebilir. Doğrudur. Onun algı dünyası böyledir. Hatta bütün dünya karşınıza dikilebilir. Asla kendinizden şüphe etmeyin. Büyük insanları, tarihe adı geçen insanları hatırlayın.
10. Kapasitemiz sınırsızdır, buna sınır koyan sadece biziz, düşüncelerimizdir. Özgüvenimizi ve kendimize biçtiğimiz değeri arttırdıkça cesaretimiz de artar ve engellerimizi aşarız.
Daha sonra bunlarla ilgili küçük küçük hikayelerim de olacak.
uzun zaman sonra yeniden sevgiler :)
18 Ocak 2013 Cuma
"Sıkıntı Nimettir"
“Yüce Allah, kendisine gizli lütuf sahibi demeleri için zehrin içine panzehiri gizledi. Yüce Allah siyahlığı beyazlıkta gizliyor; beyazlığa da siyahlıkta yer veriyor.”
Mevlana
Mevlana
17 Ocak 2013 Perşembe
Nasıl Bir Sevgili İstersiniz ;)
Yakışıklı? Güzel?
Her daim sizi anlasın.
Hep sizin yanınızda olsun.
Onun yanında rahat olun.
Kendinizi hep değerli hissedin.
Sizi sonsuza kadar çok çok ama çok sevecek.
Siz O'na hayransınız, O size.
Kime baksanız O'nu görüyorsunuz.
Her an onu hissediyorsunuz, her an aşkı içinizde.
O en yakın dostunuz, en iyi arkadaşınız, sizi olduğunuz gibi kabul eden, sizi böyle seven, hep yanınızda sizi saf sevgiye boğan, size her daim değer veren, sizi sizden daha iyi tanıyan, O halikulade, şimdiye kadar hayatınıza giren her sevgiliden daha tam, anlatmaya kelimeler yetmez zaten.
Anladınız mı? Size sizden de yakın aşk. Size hep farklı suretlerde göründü, öyle girdi hayatınıza, siz farkedin diye. Ama hep kendinizi eksik hissettiğiniz için, hep başkalarında aradınız o aşkı.
Halbuki, sizi tamamlayacak aşk zaten içinizde. Hep dualar ederek dışımızda sandığımız. Siz tamsınız, bütünsünüz aslında. Aşk da içinizde, gerçek sevgili de.
İnanın, hizaya getirmeye çalıştığınız sevgiliniz ya da ilişkiniz bu arayışı bulmanız için.
Aşk duygunuz daim olsun.
sevgiler :)
Her daim sizi anlasın.
Hep sizin yanınızda olsun.
Onun yanında rahat olun.
Kendinizi hep değerli hissedin.
Sizi sonsuza kadar çok çok ama çok sevecek.
Siz O'na hayransınız, O size.
Kime baksanız O'nu görüyorsunuz.
Her an onu hissediyorsunuz, her an aşkı içinizde.
O en yakın dostunuz, en iyi arkadaşınız, sizi olduğunuz gibi kabul eden, sizi böyle seven, hep yanınızda sizi saf sevgiye boğan, size her daim değer veren, sizi sizden daha iyi tanıyan, O halikulade, şimdiye kadar hayatınıza giren her sevgiliden daha tam, anlatmaya kelimeler yetmez zaten.
Anladınız mı? Size sizden de yakın aşk. Size hep farklı suretlerde göründü, öyle girdi hayatınıza, siz farkedin diye. Ama hep kendinizi eksik hissettiğiniz için, hep başkalarında aradınız o aşkı.
Halbuki, sizi tamamlayacak aşk zaten içinizde. Hep dualar ederek dışımızda sandığımız. Siz tamsınız, bütünsünüz aslında. Aşk da içinizde, gerçek sevgili de.
İnanın, hizaya getirmeye çalıştığınız sevgiliniz ya da ilişkiniz bu arayışı bulmanız için.
Aşk duygunuz daim olsun.
sevgiler :)
16 Ocak 2013 Çarşamba
Sizi Kaç Kişi Hatırlayacak? Hatırlasa Size Faydası Ne Olacak?
Düşünsenize siz öldükten sonra en fazla kaç kuşak sizi bilip hatırlayacak? Artık daha geç yaşta anne-baba olunduğu düşünülürse iki kuşak bizi görecek. 3. kuşak belki...Sonra hatırlayan olmayacak bile. Siz biliyor musunuz dedenizin dedesini?
O halde niye başkalarının size sunduğu hayatı yaşıyorsunuz ki? Kendi hayalleriniz, kendi doğrularınız, mutluluğunuz için değil de başkaları sizi beğensin, aman laf etmesin, aman hayal kırıklığına uğramasın, sizi suçlayıp, dışlamasın, o üzülmesin, bu üzülmesin vs vs vs.
Ama işte, bir kere yaşayacaksınız, arkanızdan iyi ya da kötü 2, bilemediniz en fazla 3 nesil konuşacak. Sonra sizi bilen kalmayacak. E, o halde:
1. Niye başkaları için yaşıyorsunuz?
2. Niye hayallerinizi erteliyorsunuz?
3. Niye ömrünüzden gün çalan insanlara bu kadar değer veriyorsunuz?
Hadi diyelim ki öyle bir eser bıraktınız
ki, kuşaklar boyunca adınız geçecek. Zaten, o zaman siz kendi doğrularınızla yaşamış olacaksınız. O yüzden özel olacaksınız. Kendi hayallerinizi gerçekleştirdiğiniz için adınız anılmaya devam edecek. Ama, önemli olan kendiniz için yaşamış, kendi hayatınızı, kaderinizi kendiniz belirlemiş olacaksınız. Biz de sizi burada örnek olarak yazacağız.
Dışardan gelen vızıltıları değil, içinizden yükselen sesi dinleyin, o size yolunuzu gösterecektir.
çok çok sevgiler :)
O halde niye başkalarının size sunduğu hayatı yaşıyorsunuz ki? Kendi hayalleriniz, kendi doğrularınız, mutluluğunuz için değil de başkaları sizi beğensin, aman laf etmesin, aman hayal kırıklığına uğramasın, sizi suçlayıp, dışlamasın, o üzülmesin, bu üzülmesin vs vs vs.
Ama işte, bir kere yaşayacaksınız, arkanızdan iyi ya da kötü 2, bilemediniz en fazla 3 nesil konuşacak. Sonra sizi bilen kalmayacak. E, o halde:
1. Niye başkaları için yaşıyorsunuz?
2. Niye hayallerinizi erteliyorsunuz?
3. Niye ömrünüzden gün çalan insanlara bu kadar değer veriyorsunuz?
Hadi diyelim ki öyle bir eser bıraktınız
ki, kuşaklar boyunca adınız geçecek. Zaten, o zaman siz kendi doğrularınızla yaşamış olacaksınız. O yüzden özel olacaksınız. Kendi hayallerinizi gerçekleştirdiğiniz için adınız anılmaya devam edecek. Ama, önemli olan kendiniz için yaşamış, kendi hayatınızı, kaderinizi kendiniz belirlemiş olacaksınız. Biz de sizi burada örnek olarak yazacağız.
Dışardan gelen vızıltıları değil, içinizden yükselen sesi dinleyin, o size yolunuzu gösterecektir.
çok çok sevgiler :)
Mevlana-Rubailer I
Düşünme, boş yere kafanı yorma, kendini uykuya ver, uyu. Çünkü düşünce, gönlün
ay yüzüne perde olur. Gönül ay gibidir. Düşünce bulut olur onu örter, nurunu
gizler. Bu sebeple gönülde düşünceye yer verme, düşünüp taşınmayı suya at.
***
Sırlara dalanlar, sırlar içinde varlıktan kurtulanlar, bu gece,
kendilerinden geçmişler, sevgili ile perde arkasında, halvetde oturmuşlardı, Ey
yabancı varlık! Aşk yolundan çekil, bu gece yabancıların aramızda bulunması bizi
üzer, bize zahmet verir.
***
Müşkülünü çözen, seni hakikata ulaştıran bilgiyi, ölüm gelip çatmadan önce iste,
öğrenmeye çalış, Aklını başına al da, şu dünyâyı, yani var gibi görünen yoğu
bırak, yok gibi sandığın varı iste.
***
“Hayatda olduğum sürece yanlış yoldan gitmiyeyim, doğruluktan
ayrılmayayım” diye tövbe ettim. Fakat eğriye, doğruya baktığım sürece görüyorum
ki, bütün eğri de, doğru da sevgilimizin doğru ve eğrisidir.
***
O,
öyle bir sevgilidir ki, onun aşkının getirdiği derd, her hastanın devâsıdır.
Her
kim onu sevmiş, ona yar olmuşsa o da onu sevmiş, ona yar olmuştur. Bana
diyorlar ki: "Boş durma, dâima bir işle uğraş." Ben işsizim, bir işle meşgul
değilim ama, herkesin uğraştığı şu dünya işlerinden uzak durmak da aslında büyük
bir iştir.
***
Herhangi bir kimsede, gizli bir aşk derdi yoksa, o yaşıyormuş gibi
görünse de, onun gönlü ve canı yoktur. O
âdeta gezen, dolaşan bir ölüdür. Eğer aklın varsa, git de Hak'dan derd iste,
çünkü derdsiz olmak, aşk derdine düşmemek, tedavisi imkansız bir
hastalıktır.
14 Ocak 2013 Pazartesi
Çocuğumu Yeniden Yetiştirmem Mümkün Olsaydı
Ona işaret parmağımı kaldırıp yasaklar koymak yerine,
parmaklarıyla resim yapmayı öğretirdim…
Hatalarını daha az düzeltir,
onunla daha çok yakınlık kurmaya çalışırdım…
Onu sadece gözlerimle izler,
daha çok şefkat gösterirdim…
Onuna daha çok yürüyüşlere çıkar,
uçurtmalar uçururdum…
Ona karşı ciddi bir tavır içinde olmak yerine,
onunla oynardım…
Onunla kırlarda koşar,
yıldızları seyrederdim…
Onunla daha az çekişir,
ona daha sıkı sarılırdım…
Önce benlik saygısı kazanmasını sağlardım,
sonra ev almaya çalışırdım…
Ona katı davranmaz,
onu daha çok onaylar ve yüreklendirirdim…
Güç konusunda daha az ders verir,
sevgi konusunda daha çok şey öğretirdim…
Diane Loomans
***Peki ya içinizdeki çocuk? Onun için ne yapıyorsunuz?
sevgiler
parmaklarıyla resim yapmayı öğretirdim…
Hatalarını daha az düzeltir,
onunla daha çok yakınlık kurmaya çalışırdım…
Onu sadece gözlerimle izler,
daha çok şefkat gösterirdim…
Onuna daha çok yürüyüşlere çıkar,
uçurtmalar uçururdum…
Ona karşı ciddi bir tavır içinde olmak yerine,
onunla oynardım…
Onunla kırlarda koşar,
yıldızları seyrederdim…
Onunla daha az çekişir,
ona daha sıkı sarılırdım…
Önce benlik saygısı kazanmasını sağlardım,
sonra ev almaya çalışırdım…
Ona katı davranmaz,
onu daha çok onaylar ve yüreklendirirdim…
Güç konusunda daha az ders verir,
sevgi konusunda daha çok şey öğretirdim…
Diane Loomans
***Peki ya içinizdeki çocuk? Onun için ne yapıyorsunuz?
sevgiler
Uyanık Olmak
11.Ocak'ta yılmaz Özdil'in bir yazısına denk geldim. Ben burda bir-iki alıntı yapacağım. Ama orijinalini okumak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz.
- Bebek katiline mi danışıyoruz?
- Asla.
- Ya kime danışıyoruz?
- İmralı’ya.
- Ha o başka.
*
Algı yönetimidir bu.
Psikolojik harekâttır.
Ahaliyi, hep duyduğu, tanıdığı, bildiği anlamından uzaklaştırır, uyutur. Amerikan Savunma Bakanlığı tarafından kavramlaştırılmıştır. “Seçili bilgiler yayarak, kitlelerin duygularını düşüncelerini mantığını etkileyip... Hedeflenen istekler doğrultusunda, davranışlarını yönlendirmek” şeklinde özetlenir.
Kelimeler, cümleler, resimler, ses, koku... Bunlar dışarıyla olan bağlantılarımızdır. Ve bilinçaltınızda bir yer edinmişlerse, bir duyguyla da ilişkilendirilmiştir. Yılmaz Özdil, yazısında güncel bir konuyu işleyerek buna değinmektedir aslında.
Şimdi, biz bunu hayatımıza olumlu bir şekilde nasıl sokabiliriz? Esas, bizim sorumuz bu. Biz farkında olmasak bile hayatımızın içinde olan bir kavram aslında: Tetikleyiciler. Reklam sektöründe de çok kullanılmakta. Güzel bir aile ortamı, arkasından deterjan felan gibi. Ürünü göstermeden önce sizdeki güzel duygular tetikleniyor ve arkasından bilinçaltınız ürünle duyguyu birbirine bağlıyor. Hoş bir taktik di mi :) Bence süper.
Bilinçaltının nasıl çalıştığını biliyorsanız, farkındaysanız lehinize çevirebileceğiniz bir durum. Sadece uyanık olmanız gerekmekte, o kadar.
Daha önce size düşüncelerinizi listeleyin diye bir ödev vermiştim. Bir düşünce de aynı şekilde, ne kadar yoğun bir duyguyla bağlanmışsa o kadar güçlenmekte. Bunun hep farkına varmak gerek.
sevgiler
Not: Bu arada, "imralı" da bizde öyle nötr bir hissiyat uyandırmıyor, aksine oldukça olumsuz duyguları tetikliyor. Çünkü bu kelime bir ada resmiyle değil, bir adamın resmiyle eşleşmiş durumda. Umarım herkeste de böyledir.
- Bebek katiline mi danışıyoruz?
- Asla.
- Ya kime danışıyoruz?
- İmralı’ya.
- Ha o başka.
*
Algı yönetimidir bu.
Psikolojik harekâttır.
Ahaliyi, hep duyduğu, tanıdığı, bildiği anlamından uzaklaştırır, uyutur. Amerikan Savunma Bakanlığı tarafından kavramlaştırılmıştır. “Seçili bilgiler yayarak, kitlelerin duygularını düşüncelerini mantığını etkileyip... Hedeflenen istekler doğrultusunda, davranışlarını yönlendirmek” şeklinde özetlenir.
Kelimeler, cümleler, resimler, ses, koku... Bunlar dışarıyla olan bağlantılarımızdır. Ve bilinçaltınızda bir yer edinmişlerse, bir duyguyla da ilişkilendirilmiştir. Yılmaz Özdil, yazısında güncel bir konuyu işleyerek buna değinmektedir aslında.
Şimdi, biz bunu hayatımıza olumlu bir şekilde nasıl sokabiliriz? Esas, bizim sorumuz bu. Biz farkında olmasak bile hayatımızın içinde olan bir kavram aslında: Tetikleyiciler. Reklam sektöründe de çok kullanılmakta. Güzel bir aile ortamı, arkasından deterjan felan gibi. Ürünü göstermeden önce sizdeki güzel duygular tetikleniyor ve arkasından bilinçaltınız ürünle duyguyu birbirine bağlıyor. Hoş bir taktik di mi :) Bence süper.
Bilinçaltının nasıl çalıştığını biliyorsanız, farkındaysanız lehinize çevirebileceğiniz bir durum. Sadece uyanık olmanız gerekmekte, o kadar.
Daha önce size düşüncelerinizi listeleyin diye bir ödev vermiştim. Bir düşünce de aynı şekilde, ne kadar yoğun bir duyguyla bağlanmışsa o kadar güçlenmekte. Bunun hep farkına varmak gerek.
sevgiler
Not: Bu arada, "imralı" da bizde öyle nötr bir hissiyat uyandırmıyor, aksine oldukça olumsuz duyguları tetikliyor. Çünkü bu kelime bir ada resmiyle değil, bir adamın resmiyle eşleşmiş durumda. Umarım herkeste de böyledir.
11 Ocak 2013 Cuma
Rubai 465-469
Göğsünün içindekini gerçek gönül sana kimse,
Hak yolunda iki üç adım attı da herşey bitti sandı.
Aslında tesbih, seccade, tövbe, sofuluk, günahtan sakınma,
bunların hepsi yolun başıdır.
Hak yolcusu aldandı da bunları varacağı yer sandı.
465
Hak yolunda iki üç adım attı da herşey bitti sandı.
Aslında tesbih, seccade, tövbe, sofuluk, günahtan sakınma,
bunların hepsi yolun başıdır.
Hak yolcusu aldandı da bunları varacağı yer sandı.
465
Bu
görünen ben, ben değilim.
Şu halde, "ben, ben" dediğim kimdir? söyle, söyleyen,
ben değilim.
Peki
"benim dilim ile söyleyen kimdir? söyle.
Aslında, ben baştan ayağa kadar bir
gömlekden fazla bir şey değilim.
Benim, gömleği olduğum varlık, kimdir? Söyle;"
469
Mevlana
7 Ocak 2013 Pazartesi
Haftanın Ödevi: Düşüncelerimizi Listelemek
Bu hafta artık, "yaşam koçluğu" tadında daha somut şeyler çalışalım.
Size öncelikle zihninizdeki düşüncelerinizden bahsedelim. Bunların güçlü olup olmamasına göre 3 kategoriye ayırabiliriz. Ve bunlara göre de siz hayatınızı yaşarsınız:
1. Görüşlerimiz : Çok güçlü değildirler. Tam tersi bir fikir duyduğunuzda ya da yaşadığınızda, şahit olduğunuzda değiştirebilirsiniz.
2. Doğrularımız : Daha güçlüdürler. Bu doğruları referans alarak yaşam tarzınızı oluşturmaya çalışırsınız. Fakat, harekete geçmek için yeteri kadar güçlü değillerdir. Görüşlerimiz kadar kolay olmasa da değiştirebiliriz.
3. İnançlarımız : Çok çok güçlüdürler. Bunlar uğruna acı çekmeyi bile göze alabilirsiniz. Artık sizin için bu bir tutkudur. Sonunda alacağınız ödül daha büyüktür.
Örnek verelim: "sağlıklı olmak için spor yapmak gereklidir".
1. Görüş olarak bunu benimsemiş olabilirsiniz. Ama spor yapmadan da sağlıklı olan insanları görünce şart olmadığına dair karşıt bir görüş geliştirebilirsiniz.
2. Bu sizin doğrunuz olabilir. Ama spor yapmanız, onu bir yaşam tarzı haline getirmeniz için yeteri kadar güçlü değildir. Arada sırada heveslenirsiniz, yaparsınız. Ama sürekli hale getiremezsiniz. Çünkü, bunun için bedel ödemeniz lazımdır. Soğuk havalarda, zamanınızın az olduğu anlarda hemen vazgeçersiniz.
3. Bu bir inançsa, tamamdır. Artık, çok güçlü bir tutku halini almıştır. Ve bunun için her fırsatı değerlendirirsiniz. Fırsatları görürsünüz ya da yaratırsınız. Yapmazsanız rahatsız olursunuz. Bilinçaltınızda spor ve sağlık birbiriyle tam anlamıyla eşleşmiştir. Ve sağlıklı olmak için bunu yaparsınız. Keyif alırsınız.
Şimdi, bu haftaki göreviniz, aklınızdan geçen düşünceleri not etmek. Genellediğiniz, doğru saydığınız her şeyi not edin.
-Bu böyledir
-Bu böyle olmalıdır
-Şunu şöyle yapmazsak öyle olmaz.
-O yanlış bişiy
-Doğrusu budur
-Ben ...yım (harikayım, yeterliyim, yetersizim)
-vs vs vs
Anlaşıldı galiba...Her düşünceyi not edin. Bakalım bunlardan neler çıkaracağız?
Bunda amacımız, sizi zayıflatan düşüncelerinizi bulmak, bunları görüş haline getirebilmek. İkinci amacımız sizi güçlü kılabilecek düşünceleri bulmak ve bunları inancınız haline getirebilmek. Böylelikle kendi engellerinizi ortadan kaldırıp, kendi fırsatlarınızı yaratabilecek duruma gelmenizi sağlamak.
listeyi bekliyorum, sevgiler :)
Size öncelikle zihninizdeki düşüncelerinizden bahsedelim. Bunların güçlü olup olmamasına göre 3 kategoriye ayırabiliriz. Ve bunlara göre de siz hayatınızı yaşarsınız:
1. Görüşlerimiz : Çok güçlü değildirler. Tam tersi bir fikir duyduğunuzda ya da yaşadığınızda, şahit olduğunuzda değiştirebilirsiniz.
2. Doğrularımız : Daha güçlüdürler. Bu doğruları referans alarak yaşam tarzınızı oluşturmaya çalışırsınız. Fakat, harekete geçmek için yeteri kadar güçlü değillerdir. Görüşlerimiz kadar kolay olmasa da değiştirebiliriz.
3. İnançlarımız : Çok çok güçlüdürler. Bunlar uğruna acı çekmeyi bile göze alabilirsiniz. Artık sizin için bu bir tutkudur. Sonunda alacağınız ödül daha büyüktür.
Örnek verelim: "sağlıklı olmak için spor yapmak gereklidir".
1. Görüş olarak bunu benimsemiş olabilirsiniz. Ama spor yapmadan da sağlıklı olan insanları görünce şart olmadığına dair karşıt bir görüş geliştirebilirsiniz.
2. Bu sizin doğrunuz olabilir. Ama spor yapmanız, onu bir yaşam tarzı haline getirmeniz için yeteri kadar güçlü değildir. Arada sırada heveslenirsiniz, yaparsınız. Ama sürekli hale getiremezsiniz. Çünkü, bunun için bedel ödemeniz lazımdır. Soğuk havalarda, zamanınızın az olduğu anlarda hemen vazgeçersiniz.
3. Bu bir inançsa, tamamdır. Artık, çok güçlü bir tutku halini almıştır. Ve bunun için her fırsatı değerlendirirsiniz. Fırsatları görürsünüz ya da yaratırsınız. Yapmazsanız rahatsız olursunuz. Bilinçaltınızda spor ve sağlık birbiriyle tam anlamıyla eşleşmiştir. Ve sağlıklı olmak için bunu yaparsınız. Keyif alırsınız.
Şimdi, bu haftaki göreviniz, aklınızdan geçen düşünceleri not etmek. Genellediğiniz, doğru saydığınız her şeyi not edin.
-Bu böyledir
-Bu böyle olmalıdır
-Şunu şöyle yapmazsak öyle olmaz.
-O yanlış bişiy
-Doğrusu budur
-Ben ...yım (harikayım, yeterliyim, yetersizim)
-vs vs vs
Anlaşıldı galiba...Her düşünceyi not edin. Bakalım bunlardan neler çıkaracağız?
Bunda amacımız, sizi zayıflatan düşüncelerinizi bulmak, bunları görüş haline getirebilmek. İkinci amacımız sizi güçlü kılabilecek düşünceleri bulmak ve bunları inancınız haline getirebilmek. Böylelikle kendi engellerinizi ortadan kaldırıp, kendi fırsatlarınızı yaratabilecek duruma gelmenizi sağlamak.
listeyi bekliyorum, sevgiler :)
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
Etiketler
- anılarım (1)
- anlamlar (1)
- beslenme (1)
- blog hakkında (7)
- duygular (2)
- duygularımız (1)
- haber (2)
- hedefler (16)
- hikaye (1)
- hikayeler (3)
- idoller (8)
- ilişkiler (23)
- karikatür (2)
- kızımın hikayeleri (1)
- kişisel (158)
- kitap (2)
- kitaplar (2)
- kutlama (1)
- Mesnevi (2)
- Mevlana (1)
- oyunlar (4)
- öykü (3)
- özlü sözler (22)
- para (15)
- projem (1)
- resim (1)
- sunum (2)
- şifa (7)
- trafik (1)
- yaşam koçluğu (1)
- yoga (1)


