28 Kasım 2012 Çarşamba

Dünyayı Hizaya Sokmak

Muhteşem Yüzyıl sadece bir diziyken, ülkemizin gündem maddelerinden biri oluverdi. O dönemler, padişahın ağzından çıkan her söz emir. "Tiz vurun kellesini" dese, kelle gidiyor. Çünkü Hak'kı, adaleti o temsil ediyor.

Hal böyle olunca bizim de aklımıza şöyle bir söz geldi: "En zor sınav, güç senin eline geçtiğinde başlar."
Çünkü güç sendeyse, birinin lafı seni rahatsız mı etti: "vurun kellesini!", halinden tavrından hoşlanmadın mı: "atın içeri!" deme hakkın var. Dışardaki rahatsızlıkları ortadan kaldırınca sen huzur buluyorsun ya da öyle sanıyorsun. "En zor" deme sebebimiz de bu. Kontrol senin elinde olduğu için, içeriye yönelmek, kendini düzeltmeye çalışmak yerine, dışarıyı hizaya sokuyorsun, buna gücün var.

Güç sende değilse de sabrediyosun. Hani "sabır erdemdir" deriz ya. Ya da "sabreden derviş muradına ermiş". Sabretmeyi sınav olarak görüyoruz. Aslında sınav sabrettiğin şeyde. O anda. Onun farkında değiliz. O durumun geçmesini bekliyoruz. Beklemeyi, sınavdan sayıyoruz.

Bir dizi vardı. Kral'ın dostunu doğa üstü güçler kaçırıyor, farklı bir boyuta. Ve kral da onu kurtarabilmek için bir sürü sınavdan geçmeli. Kral epey güçlü, hepsinden geçiyor. Sonra karşısına bir köylü çıkıyor. Veriyor veriştiriyor krala, ne hareketler, öyle böyle diil. Kral da dayanamıyor, kılıcıyla onu öldürüyor. Ve sınavını orada kaybediyor. Açıklaması da şöyle: "Eğer sağır olsaydın, bunları duymazdın ve öyle bir tepki vermezdin." Yani insanın kendi içinde bitiyor her şey.

Esas düşman içimizde. Eğer o düşmanı yenersek, dışarısı da barış ve huzur dolu olur.

sevgiler :)

26 Kasım 2012 Pazartesi

Koyunlarla Kuzuların Buluşması


Hani bir haber vardı hatırlar mısınız? Bir köyde, yaklaşık 700 kuzu annelerini bulmuştu. Koyunlarla, kuzular, ayrı ayrı yerlerde kalıyorlar. Her gün beslenme için yanyana geliyorlar. Normal şartlarda, kuzuların, %90'sı annesini buluyor, anne de yavrusunu. Ve bu buluşma anı da en fazla 3-5 dakika sürüyor.


Şimdi, aklımıza bir fıkra geldi. Olay uzakdoğuda geçiyor. Çin'de diyelim. Avrupa'dan gelen bir sürü turist grup ve her birinin başında da Çinli bir rehber. Bir Çinli rehberlerden biri, bir ara grubuna şöyle sesleniyor: "Kaybolmayın sakın. Zaten hepiniz birbirinize benziyorsunuz." :)

Halbuki, biz de hep bunu düşünürüz: "Ya adamların hepsi birbirine benziyo, nasıl ayırediyorlar birbirlerini?"
Meğersem, ordan da burası böyle görünüyormuş. O yüzden, koyunlarla kuzuların buluşmaları bize "vay be, 3-5 dakika mı, nasıl da tanıyorlar birbirlerini" diye haber konusu olacak bir olay gibi geliyor. Oysa ki herkesin, her canlının apayrı bir dünyası var ve o dünya ona özel.

İşte, size farklı bir bakış açısı daha :) sevgiler

23 Kasım 2012 Cuma

Bedenimize Şiddet Uygulamıyoruz!

Yoga konusunda insanlar ne kadar önyargılı. Hep akıllarda oturup, bağdaş kuran bir imaj var. Halbuki yoga çok daha farklı. Aşağıda 93 yaşındaki bir teyzeyi görüyorsunuz. Yaptığı hareket kolay değil, hem de bu yaşta. Ama demek ki insan bedenine iyi bakarsa yapabiliyor. Kim bilir belki, bu resim, bu yazı ve yoganın faydalarını okudukça kafanızdaki imaj değişir :)



Özellikle, bütün gün bilgisayar ya da masa başında oturmak, sağlıksız duruş şekilleri sonucu çoğumuzda ilerleyen yıllarda kas ve iskelet sistemi rahatsızlıkları ortaya çıkıyor. Sonra insan hangi doktora gideceğini bilemiyor: Fizik tedavi uzmanına mı, ortopediste mi, yoksa nörolojiye mi? Ama sonuçta hepsinin ortak bir sözü var: Spor yapacaksınız. Peki hangi spor? Spor yaparken sakatlanan da bi çok insan tanıyoruz.

O yüzden, biz kendimiz için en uygununun yoga olduğuna karar verdik. Bugün ilk dersimize gittik. Hocamız kendimizi zorladığımızı farkettiği zaman şöyle dedi: "Bedenimize şiddet uygulamıyoruz." Öyle ya, herkesin sınırları farklı. Herkes kendi sınırlarını zorlamalı. Ayrıca, kaslar yıllar içinde iyice gerginleşiyor. Biriken stres, yorgunluk, yıpranma. Öyle birden bire sağlıklı bir kas gibi zorlamamak lazım. Yavaş yavaş, kendi sınırlarını zorlaya zorlaya. Hem kendi bedenini tanıyor bu şekilde insan, hem de sınırlarını aşıyor. Hareketi nereye kadar yapabilirsen, senin için orası iyidir. Orada durmayı bileceksin.

Neyse, şimdi kısaca da faydalarından bahsedelim. Biraz uzunca bir alıntı oldu ama yazı güzel gerçekten(Eskiden sakladığım için kaynağını belirtemiyorum malesef):

Yoga duruşları egzersizlerden farklı olarak kardiovasküler sistemde gerginlik yaratmamakta, fiziksel sağlığı ve dayanıklılığı geliştirmektedir. Bu nedenle, onlar hem sağlıklı hem de rahatsızlığı olan kişiler için yararlıdırlar.

20 dakika Yoga çalışması sağlık açısından bir saat jimnastik antremanından daha etkileyicidir. Bir Asana'nın uygulanması 10 jimnastik egzersizinden daha etkileyicidir. Asana'ların jimnastik egzersizlerinden daha etkileyici olmasının sırrrı hareketlerin yavaş ve bilinçli yapılması, nefesin hareketle senkronize edilmesi ve duruşta bir süre kalmadır. Yavaş, bilinçli hareket ve duruşta kalma sayesinde kaslar, kirişler ve bağlar uzanmakta, güçlendirmekte, sıkılaştırmakta ve sağlam kılınmakta, eklemler esnetmekte, bedenin enerjisi dengelenmekte ve konsantrasyon artmaktadır. Jimnastik egzersizleri kalbi gerip yıpratmakta ve enerjiyi tüketmektedir, oysa duruşlar gerginliği attırmakta ve enerjiyi arttırmaktadır. Bunun dışında yavaş hareket ve duruşta kalma iç organları ve bezleri canlandırmakta ve onların fonksiyonlarını düzene sokmaktadır.

Birçok spor türü vardır ki kasları zorlayarak sıkıştırıyor ve şişiriyor. Zaman içinde boyle şişirilmiş kaslarda ağrılar meydana çıkıyor ve spor artık yapılmadıkta çabuk yağlanma başlıyor. Yoga çalışmaları ise kasları esnetiyor, uyumlu geliştiriyor ve normal boyutlarına ulaştırıyor. Spor yaparken çabuk çalışan kas hareketin hızıyla sürüklenmekte ve sertleşmektedir, oysa Asana yaparken yavaş çalışan kas kendi gücünü kullanmakta ve esnemektedir. Sporda yapılan sert hareketler, kaslarda oksijen yetersizliği yaratıyor ve bu yüzden solunum sıklaşıyor. Akcigerler zorlanıyor ve kalp yorularak yıpranıyor. Oysa sağlıklı olmak için yalnız kaslar değil tüm iç organlar ve salgı bezleri dengeli bir şekilde çalışmalıdır. Yoga çalışmaları bedende artı bir enerji üretmekte, denge sağlamakta ve bu enerjiyi ve dengeyi korumaktadır.

Duruşlar uygulanırken enerji depolanmaktadır oysa jimnastik egzersizleri yapılırken enerji tüketilmektedir. Bu nedenle Asana'lar uyguladıktan sonra birey kendini tazelenmiş ve enerjik hissetmektedir, oysa jimnastik egzersizleri yaptıktan sonra birey kendini yorgun ve bitkin hissetmektedir. Duruşta kalırken enerji korunmakta ve enerji akımları güçlenmektedir, böylece birey kendini dinlenmiş, canlı ve neşeli hissetmektedir. Duruşlar uygulanırken iç organlar masaj etkisi almakta ve canlanmaktadır, oysa jimnastik egzersizleri yapıldıkta iç organlar gerilmekte ve yıpranmaktadır. Asana'lar uygulanırken kaslar şekillenmekte, oysa jimnastik egzersizleri yapıldıkta kaslar sismektedir. Duruşlar uygulanırken beden esneklik kazanmakta, oysa jimnastik egzersizleri yapıldıkta beden sertmeşmektedir. Asana'lar yalnız bedeni değil zihni de etkilemektedir; insan kendini huzurlu ve sağlam hissetmektedir. Oysa jimnastik egzersizleri yalnız bedeni etkilemektedir. Yoga duruşlarını uygulayan insan her zaman sağlam, güçlü, kararlı ve genç görünmektedir.

Sabit duruş sırasında kaslar esneklik kazanmaktadır. Duruşta kalma süresi kasların esnemesine verilen zamandır. Duruş yapılırken kaslar asla zorlanmamalıdır. Kas zorlandıkta kendini korumak için kasılmaktadır. Bu halde zorlamak olumlu bir sonuç vermez ve kaslar zedelenebilir. Kasları esnetmek için onları gevşetmelisiniz.

Kişisel Algılama!

İnsanlar seni yanlış anladığında dert etme,
Duydukları senin sesin,
Fakat akıllarından geçirdikleri kendi düşünceleridir...

Mevlana

Bir Azmin Hikayesi Daha

Elazığ'da, Anadolu Lisesi Sınavı'ndan yüksek puan almasına rağmen, okula gönderilmeyen ve 14 yaşında evlendirilen Esra Gülmez, 15 yıl sonra yeniden başladığı eğitim hayatında, Fırat Üniversitesi (FÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü'nü bitirip, öğretmen oldu.


Evlendikten sonra 3 çocuk sahibi olan Gülmez'in eğitim özlemi bitmedi. Çocuklarını büyüten Gülmez, 15 yıl aradan sonra, 1994'te yeniden başladığı eğitim hayatında, önce ortaokul ve liseyi dışarıdan bitirdi.

Girdiği üniversite sınavında da başarılı olan Gülmez, Fırat Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü'nü kazandı. Gülmez, üniversiteyi bitirdiği yıl sınıf öğretmeni olarak atandı. Halen Elazığ Bilim Sanat Merkezi'nde rehberlik biriminde görevini sürdüren Esra Gülmez, bir yandan da hem yüksek lisansını, hem doktorasını tamamladı.


Haberin orijinali bu linkte: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/21987129.asp

Eğer ki hala bir şeyleri yapmak için geç kaldığınızı düşünüyorsanız, öyle olmadığını gösteren çok güzel bir örnek bu haber.

sevgiler

22 Kasım 2012 Perşembe

Ol-mak ya da DAVRAN-mak, Mesele Biraz Bilinçaltında :)

Bir önceki yazımızda anlattığım örnek biraz havada kalmış galiba. Daha güzel bir örnekle açıklayalım o zaman.

Şimdi bir kişi OL-mak ya da öyle bir kişiymiş gibi DAVRAN-mak arasında dağlar kadar fark vardır. Diyelim ki siz, "hayır diyemeyen bir kişisiniz". Bir türlü "hayır" diyemiyorsunuz, kendinize öncelik veremiyorsunuz. Artık bu sizi rahatsız etmeye başladı, hatta canınıza tak etti. Siz artık değişmek istiyorsunuz. "Hayır" diyebilen bir insan olmak istiyorsunuz. Diyin o zaman! Sizi engelleyen ne :)

Cevap doğru, her zamanki gibi bilinçaltı kodlarınız :)

Dolayısıyla, eğer ki siz "hayır" diyebilen bir insanın iç rahatlığına kavuşana kadar, bu şekilde davranırsanız, yani "hayır" demeye başlarsanız kendiniz huzursuz olacaksınız. Bir süre sonra da böyle davranmaktan vazgeçeceksiniz zaten. Olay da bu işte. OL-madığınız bir insan gibi DAVRAN-mak.

O halde, önce OL-mak lazım, di mi? Önce, "hayır" diyen bir insan gibi hissetmek. Önce o OL-mak, sonra da uygulamaya geçmek.

İnsan, OL-madığı biri gibi davranamaz, sadece rol yapar. Belki herkesi kandırabilir ama kendini kandıramaz. İç huzursuzluk artar. İçinden gelmez çünkü, içinde bir şeyler ona engel olur. Kendiyle mücadele haline girer. Doğal hali değildir. Sürekli tetikte olması gerekir.

O zaman n'apıyoruz? Önce, bilinçaltımızı hazırlıyoruz. Onu kendi tarafımızda yer almaya ikna edersek, akışta bize destek oluyor, yoksa köstek. Ve eğer onun gönlü olmazsa da, her zamanki gibi kazanan o oluyor. Bunu aklınızdan çıkarmayın. Size verdiğim Güç Duruşu egzersizi de bilinçaltı seviyesinde bir çalışma. Bilinçaltınızı hazırlama amaçlı.

Hep dediğimiz gibi, bilinçaltımız bizim sadık bir hizmetkarımız aslında, yeter ki bunun farkında olalım.

sevgiler :)

20 Kasım 2012 Salı

Çok Kararsızım Çok :)

Aslında kararsızlık, karar veremeden durup kalmak, seçim yapmamak da bir seçimdir. Mevcut durumu koruma seçimi.

Genelde, bir adım atamamanın ardında yatan sebep, sizin o seçim yapacağınız kimliğe bürünemiyor olmanızdır. Kendinizi o kimlikte güvensiz hissetmenizdir.

Örneğin, sosyal bir insan olsam. Parmak şıklatınca olmuyor. Önce o kişi olmayı seçmek gerekiyor. Sosyal bir insan nasıl hisseder? Bunu iliklerime kadar hissetmeliyim ki o seçimi yapabileyim. O kişi olabileyim.

Bu konuda, size güçlü bir teknik önermek istiyorum. Adı Güç Duruşu. John Harricharan'a ait bir metot.

Bu teknik 3 adımdan oluşmakta:
1. Önce kendinizi huzurlu hissetmeniz gerekiyor. Bunu bir anınızı gözünüzün önüne getirerek, kendinizi rahat ve iyi hissettiğiniz bir kişiyle birlikte olduğunuzu düşünerek, ya da huzurlu hissettiğiniz bir yerin hayalini kurarak başarabilirsiniz.

2. Sonra, o kişi olsanız nasıl hissedersiniz, bunu imgeleyin. Nasıl bir tavrınız, edanız olur, nasıl bir duygu içinde olursunuz. 1 dakika boyunca hissedin yeter.

3. En sonunda da bu kişi olduğunuz için şükredin.

Teknik çok kolay ve denemesi bedava :)

sevgiler

19 Kasım 2012 Pazartesi

Gerçeklik-III

Her şey önce zihnimizde başlar. Önce her şey bir fikirdir. İlişkiler, para, meslek, hatta siz kendiniz bile bir fikirsinizdir. Sonra bu fikirler gerçekleşmeye başlar. Sizin gerçeğiniz olmaya başlar.

"Dervişin fikri neyse zikri de odur." diye bir söz vardır bilirsiniz. İşte, tam da böyledir. Kendimiz düşünürüz, kendimiz inanırız, inandığımızı da yaşarız.

Peki ya her şey bir yalansa? Yani, kendi hakkımızdaki düşüncelerimiz mesela. Aslında biz düşündüğümüz gibi biri değilsek, biz daha farklı biri olabilecekken yıllardır kendi söylediğimiz yalanlara inandığımız için böyle biriysek. Ne dersiniz? Olabilir mi?

Kendini, değersiz, yetersiz, sevilmeye layık görmeyen, bir işi doğru düzgün başaramadığını düşünen, kararsız bulan, dirençsiz bulan vs. bir çok insan vardır. Bunlar onun kendine koyduğu etiketleridir. Belki başkaları onu böyle olduğuna ikna etmiştir, o da inanmıştır. Ve buna inanan bilinçaltı da hayatını bu şekilde yönlendirmektedir. Ama nasıl?

Şöyle ki: Bilinçaltı bu eksikleri saklamak zorundadır. Bunlar, güçsüz, zayıf yönlerdir. Ortaya çıkmamalıdır. Yoksa, insan hayatta kalma şansını yitirir. Bunları kamufle eder. Mesela, kendini sevilmeye layık görmeyen bir insan için, "insanlara güven olmaz" diye bir inancı güçlü kılar zihinde. Ve sevgiyi reddeder, çünkü layık değildir. Buna da inanmıştır. Bu şekilde hayatını sürmektedir.

İşte, kendi zihninizde aslında yalanlarla yaşadığınızı bilirseniz, bu güçlü potansiyeli gerçekten özgür iradenizle işe yarar hale getirebilirsiniz. Nasıl mı? Daha güzel yalanlar söyleyerek :)

sevgiler




16 Kasım 2012 Cuma

Hürrem'in Kanuni'ye Aşkı

Bu yazımız tam bir dizi yorumuyla başlıyor. Biliyorsunuz ben Muhteşem Yüzyıl mudavimlerindenim :) Şimdi, 72. bölümde (geçen hafta yani) Hürrem Sultan, Kanuni'ye aşkını yeniden kanıtlamıştır. Ben de şaşırdım açıkcası, böyle bir tutku beklemiyordum. Hayatının tek anlamı aşkıymış meğersem. Neyse konuya dönelim. Perşembe günlerini hasekisiyle geçirmesi bir gelenek olan padişah, Hürrem yerine Firuze'yi tercih etmiş ve Hürrem de bunu öğrendiğinde perişan olmuştur. İşte odasına dönerken, Hürrem'in ağzından dökülen sözler:

Ya Rab, sevgilinin maksadı ne? Bir bilseydim. Kaçacağım yolu bağlamış. Gönlümü de kararımı da almış gitmiş.

Ya Rab, o benim varım yoğum, o benim merhametli padişahım, neden merhametsiz taş yürekli olmakta? Bir bilseydim.

Ya Rab, şu tüten dumanım , şu "Ya Rab" diye feryad edişlerim, ağlayışlarım sevgilinin kulaklarına erişebilecek mi? Sevgilim bunları işitecek mi? Bir bilseydim.

Ya Rab, bu coşkunluğum nedir? Yüzüme gerilen perde nedir? Çünkü benim için her şey sensin. Bana bir de sensin, bin de sensin. Her an susarken de söylerken de gözümde senin aşkın, senin hayalin var. Benim rızkım da sensin, zamanım da sensin.

Ya Rab "Balçıktan yapılmış beden evi nerede? Can evi, gönül evi nerede? Ey Allah'ım benim ailem nerede?Soyum sopum nerede?" diye feryadlar içinde kalmışım şu kirli dünyada. Ey gönül, sen asıl kendi şehrinden sürülmüşsün, sen burada gurbettesin.

Ya Rab kara yüzlü dünya gecesi benim gündüzüme eş olamaz. Benim ilk baharımın arkasından taş yürekli sonbahar gelmez. Ey hislere, hakikatlere perde olan dudaklarım artık susma vaktidir.

der Hürrem Sultan, ve zehri ağzına götürür.

Divan-ı Kebir'den alınmış bu gazelin orijinali aşağıdaki gibidir:

• "Ya Rabbi! Sevgilinin maksadı ne; bir bilsem!" dedim. Kaçacağım yolu bağlamış; gönlümü de, kararımı da almış gitmiş!
• Ya Rabbi! O, beni nereye kadar çekecek; bir bilseydim! Yularımı tutmuş, her tarafa çekip durmada; niçin, ne maksatla çekip duruyor?
• "Ya Rabbi! O, benim varım yoğum; o, benim merhametli padişahım! Neden merhametsiz, taş yürekli olmada; bir bilseydim!" dedim.
• Ya Rabbi! Şu tüten dumanım, şu; "Ya Rabbi!" diye feryad edişlerim, sızlanışlarım sevgilinin kulağına erişebilecek mi, sevgilim bunları duyacak mı; bunları bir bilseydim!..
• Ya Rabbi! Bir bilseydim; sonunda beni nereye çekecek! Ya Rabbi; bu bekleyiş gecesi ne kadar uzadı!
• Ya Rabbi! Bu coşkunluğum nedir, yüzüme gerilen perde nedir? Çünkü, benim için herşey Sen'sin; bana bir de Sen'sin, bin de Sen'sin, Sen!..
• Her an, susarken de, söylerken de gözümde Sen'in aşkın, Sen'in hayalin var; benim rızkım da Sen'sin, zamanım da Sen'sin!..
• Bazan, ona "av" derim, bazan "bahar" derim; bazan, ona "şarap" adını takarım, bazan da ona "mahmurluğum" derim!
• Balçıktan yapılmış beden evi nerede, can evi, gönül evi nerede? Ya Rabbi! Ben, buradan bıktım; asıl şehrimi, vatanımı arzu ediyorum!
• Ey gönül; galiba sen, işin farkında değilsin! Sen, asıl kendi şehrinden sürülmüşsün; sen, burada gurbettesin! "Ey Allah'ım! Benim adamlarım nerede;  soyum sopum nerede?" diye feryatlar içinde, şu kirli dünyada kalmışım!..
• Ya Rabbi; şehrime geri dönseydim de, padişahımın merhametini, o şehirdeki dostum, sevgilim olan canların hepsini de görseydim!
• Kara yüzlü dünya gecesi, benim gündüzüme eş olamaz; benim ilk baharımın arkasından taş yürekli sonbahar gelmez!
• Ey gerçek duygulara, hakikatlere perde olan dudaklarım! Hiç susmuyorsunuz; boş yere konuşup duruyorsunuz! Bu manasız davul ne zamana kadar çalınacak? Ah, işte perde yırtıldı gitti! 

Mevlana

Farklı Zihinler, Farklı Gerçeklikler

İnsanın başına her şey gelebilir. Tek değişen insanın bununla nasıl başa çıktığıdır aslında. Şimdi sözü Yiğit Özgür'ün karikatürlerine bırakalım. Burada zengin bir gerçeklikle, normal, sıradan bir gerçekliğin aynı olaylara vereceği farklı tepkileri göreceksiniz. Siz olsanız hangi tepkiyi verirdiniz? Diğer tepkiye sadece bir bakış açısı kadar uzakta olduğunuzu hatırlayın. İyi eğlenceler :)







Gerçeklik-II

Geçen gün büyükbabamla küçük kızım hakkında konuşurken bana şöyle bir şey söyledi: "Okuyup, iyi bir yere de girerse, kendini kurtarmış olur."

Bu hiç de yabancı bir söylem değil. Çoğumuz bu şekilde büyüdük ki çoğumuz bu şekilde yaşıyoruz :)

Küçüklükten beri, iyi bir yere girip çalışmak bizim ekonomik kurtuluşumuz olarak öğretildi. Hatta devlete girersen en garantilisi, dendi. Biz de hayatlarımızı bu şekilde yönlendirdik. Bildiğimiz tek yol bu oldu çünkü. Farklı yolları görüyorduk, fakat bize göre değildi onlar. Memur zihniyeti deriz ya. Bir yere gir, işin garanti olsun. Bu beyinlerimize kazındı.

İşte zihnimizde yarattığımız gerçekliğimizi, gerçeğimize dönüştürmeye çabaladık biz de. Çoğu genç üniversite sınavına bel bağladı. Kazanamayan kahroldu. Not ortalamaları önemliydi. Çünkü, bir yere girebilmek için yüksek olması gerekiyordu. Sürekli, "dersine çalış" diye büyümemiz de anne-babalarımızın bir tek bu yolu bilmesinden, diğer yolları bizim için riskli bulmasındandı. Riski yaratan da öncelikli zihindi. Cesareti kıran da.

Şimdi, küçüklüğümüzde bilinçaltımıza çizilen hayat tarzlarını yaşıyoruz ya da yaşamaya çalışıyoruz. Diyoruz ya insan aslında mükemmel bir varlık, gerçek bir güç. Bilinçaltını, zihnini, düşüncelerini değiştiren bu çarklardan kurtulup özgürlüğüne kavuşabiliyor. En azından farkına varıyor, kendi düşüncelerinin, korkularının hayatını yaşadığını. Ve bir sonraki adımda kendi korkularından sıyrılıp, özgürce seçim yapabiliyor.

Düşüncelerinizin esiri olmaktan kurtulup, onların efendisi olduğunuzu hatırlarsanız ki bunun için burdayız hepimiz, emin olun ki hayatınız daha farklı olacaktır.

sevgiler :)

15 Kasım 2012 Perşembe

Cömert Olmak

Cömert olmak, vermek, beklentisiz vermek insanın mutluluk kabını dolduran jestlerdir. Ne kadar çok kişiye, ne kadar çok jest yaparsanız, o kadar kazanırsınız.

Niye, biliyor musunuz? Çünkü insanoğlu, vermeden alamaz. Önce verebilmeyi öğrenmesi gerekir. Sevgi vermeden alamaz, dostluk vermeden alamaz, samimiyet vermeden alamaz. İnsanın önce kendi içinde olması gerekir. Olsun ki dışarda da bunlarla karşılaştığında farkına varabilsin. Önce kendi içinde olmalıdır ki verebilsin. Verebilsin ki tanışsın bunlarla. Tanımadığı, farkında bile olmadığı şeyleri nasıl alabilir ki insan, istersen önüne altın tepsiyle getir. Görebilmesi lazımdır ilk başta. Algılayabilmesi ya da.

Pintilik yapmadığı sürece büyür insan. Öyle güzel işlere de imza atar ki. Gönlü zengin insanların kurdukları dernekleri, hayır kurumlarını bir düşünün. Bunlar, vermek amaçlıdır. Alınan şeyse insanlıktır. Sadece insanlık değil, özgüven, özdeğer, özsevgi. Bunlar arttıkça insanın gerçek gücü de ortaya çıkar. Daha da büyür insan.

Bir "şükran günü" hiç yiyecekleri olmadığı halde babaları tarafından terk edilen ve o gün komşularının getirdiklerini yiyen bir aile. Anthony Robbins'in ailesi. Ve o gün verilen bir karar: "Babamın yaptığını seçmiyorum, ben herkese yardım eden bir insan olacağım."  Ertesi sene şükran gününde 2 komşusuna yiyecek götürüyor. Sonraki senelerde sayı artıyor. Vakıf kuruyor. Daha da çok insana ulaşıyor bugün kurduğu vakıfla. Yardım ettiği insan sayısı arttıkça kendisi de büyüyor. Ruhsal olarak büyüdükçe, öz-değeri de büyüyor. Ondan bir şeyler öğrenmek isteyen insan sayısı artıyor. Ama o kadar cömert ki veriyor. Yaptığı şey bu: Vermek. Ve verdikçe alıyor. Bu kadar basit başlıyor aslında, bir saatlik zaman diliminizin 1milyon dolar etmesi.

Kıssadan hisse, ya kendinize saklarsınız kendinizi ya da açarsınız gönlünüzü, cömert olursunuz, dünyaya bakışınız değişir, kendi engellerinizi aşarsınız ve sonra engel tanımazsınız. Her zamanki gibi seçim sizindir.

sevgiler

13 Kasım 2012 Salı

Gerçeklik-I

Aslında 10.Kasım'da yazmak istediğim bir şeyler vardı, ama kısmet bugüneymiş. Daha önceki yazılarımı okuyanlar bilir. Ben, Atatürk'ün tesadüfen gönderilmediğine ve yüksek varlık seviyesinde olduğuna inanıyorum. Savaşçı, devletçi kişiliğinden ziyade insanlığına hayranım. Ama konumuz bu değil tabi ki, konumuz kişisel gelişim.

Şu bir gerçek ki, Atatürk'ü seven de var, sevmeyen de. Lisedeydim. Bir arkadaşım, onu sevmediğini söylediğinde şaşırmıştım. Nasıl olabilirdi böyle bir şey? Mümkün müydü onu sevmemek? Yaptıkları gün gibi açık ortadaydı. Hepimiz bugün onun sayesinde bu hayatları yaşayabiliyorduk. Onu sevmiyorum demek, tamamen "bencillik ve cahillik"ti. Okusaydı böyle demezdi.

Tabi, o zamanlar atladığım bir şey vardı: Gerçeklik. Herkesin gerçekliğinin, zihnindeki dünyanın farklı oluşu. Sevmiyorum, diyorsa, gerçekten sevmiyordu. Ve onun zihninde Atatürk imajı o şekilde yerleşmişti. Zihin buna göre şekilleniyordu. Farklılığa imkan tanımıyordu. Okuyordu o da, okumuyor değildi. Ama kendi zihninde eşleşen bilgileri kabul ediyordu. Zihin haklı olduğuna daha da inanıyordu. Ters gelenlere muhtemelen sinirleniyor, algılamıyordu bile. Tıpkı hepimizde olduğu gibi. Kendine farklı gelen düşünceleri "bencillik ve cahillik" gibi kılıflarla algılamayı reddediyordu, "okusaydı böyle demezdi" diyerek haklılığını pekiştiriyordu.

Gerçeklik böyle bir şeydir işte. Zihnimiz siz farkına varana kadar böyle çalışır. Kendisine uymayan bilgileri eler, algılamaz, ikna olmuş görünse bile unutur. Ama işte, hepimizin bir gerçekliği vardır. O yüzden, karşınızdaki insan bir şeyler söylüyorsa, bu doğru olduğu için değil, kendi gerçekliğinde böyle olduğu içindir.

Geçenlerde ünlü birisi de türbanla ilgili, "öcü görmüş gibi oluyorum" demiş. Komik olan şu ki, bu hatunun  resimlerini koyup, altına "esas öcü sensin" denmesi. Tam zıddını düşünen bir insan, "kadın böyle diyorsa, gerçekten böyle düşünüyor olmalı", diyemiyor. Olay da burada kopuyor.

Herkes kendi kafasındaki gerçekliği adapte etmeye çalışıyor. Karşı tarafa fırsat tanımıyor. Saldırı ve ben haklıyım psikolojisine giriyor. 

Halbuki, dünyada tek gerçek ve tek gerçeklik yok. Bunu kabul ettiğimiz anda hoşgörü başlıyor. İşte o zaman, karşı tarafa kendini ifade etmesi için imkan tanıyıp, onun dünyasını anlamaya başlıyor insan. Hem kendi gerçekliğimiz zenginleşiyor, hem de kendi içimizde daha barışçıl oluyoruz.

Kıssadan hisse, ne diyoruz: "Öyle diyorsa, onun için gerçekten öyledir." Bir de bu bakış açısıyla yaklaşmaya çalışalım karşımızdakilere. Bakalım, neler değişecek?

sevgiler :)

Not: Gerçeklik önemli bir mevzu. Bu konudaki yazılarımıza devam edeceğiz.

9 Kasım 2012 Cuma

Geçmişle Barışmak

Geçmişle barışmak için önce geçmişin hesaplarını bir bir kapatmak gerekir. Hesaplar açık mı ki demeyin. Çocukluğunuza dair hatırladığınız bütün olayları listeleyin. Bir olaya ait sadece bir resim bile kalmışsa kafanızda listeleyin onu. Üstünde bile durmadığınız bir olaydır muhtemelen, ama orada bir karar almışsınızdır. O kararla, şimdiki hayatınızı yaşıyor, yönlendiriyorsunuzdur.

Bu kararlarımızı nasıl bulabiliriz? Listelediğiniz olayları, gözlerinizi kapatıp, yeniden yaşayın. Ne hissediyorsunuz? O küçük çocuk, neler hissediyor? O çocuk, sözcüklerin anlamını bilemez, yaşadığını adlandıramaz. Ama şu anda, artık siz bilebilirsiniz. Hissettiği bir tedirginlik mi, kaygı mı, üzüntü mü, suçluluk mu, öfke mi? Neye karar verdi peki? Sevilmeye layık olmadığına mı, hiçbir şeyi beceremediğine mi, kimseye güvenmemesi gerektiğine mi? Ne diyor size? Bir işitin onu.

Geçmişte yaşanılan şeyleri değiştiremezsiniz, bu doğrudur. Ama aldığınız kararları değiştirebilirsiniz. Orada küçük bir çocukken, çaresizken hissettiğiniz o duyguyla eşleştirdiğiniz o kararlarınız artık geçerliliğini yitirmiştir. Ve bu kararları bugün değiştirebilirsiniz. Buna hemen şimdi başlayabilirsiniz.

Dün attığınız o tohumların hasat mevsimindesiniz, yarın da bugün atacağınız tohumların meyvelerini toplayacaksınız. Gecikmeyin, ertelemeyin. Geçmişinizle barışın ve kendinizi özgür kılın.

sevgiler :)

Sinir Olmak Yerine

Hani bu aralar Ali Ağaoğlu'nun bir reklamı var ya sürekli dönen, "beni anlamıyorsunuz!". Bu reklama çok kişi sinir oluyormuş.

Şimdi, sizin fikirlerinize, inançlarınıza, yaşam tarzınıza, dünya görüşlerinize ters düşen şeylerle her zaman karşılaşabilirsiniz. Bunlara sinirlenmeniz, sizin duygularınızın dışarıya bağımlı olduğu anlamına gelir. Bu da özgüvenle alakalı bir durumdur aslında. Duygularınız ne kadar sizin kontrolünüzde?

Özgüveninizin hangi noktada olduğunu kontrol etmek istiyorsanız, özellikle dünya görüşünüze ters düşen radyo, televizyon programlarına bir göz atın. Bakalım, ne kadar sinirlendirebiliyor bunlar sizi?

Sizi sinirlendiren aslında buradaki konuşmalar vs değildir. Farkına varabilirseniz, içinizdeki korkularınızın, önyargılarınızın tetiklenmesine sebep olur bunlar. Eğer siz, bunların değişmez olduğuna inanıyorsanız, en iyi, en doğru şeyler olduğunu düşünüyorsanız, siz bütün dünyayı kendi kafanıza göre şekillendirmeye çalışırsınız. O yüzden de farklı düşünceler, sözler, davranışlar filan sizi kızdırır.

Esnek olmaya başladığınızda ise, yani dünyada tek gerçeklik olmadığına, en doğru gerçekliğin sizin kafanızdaki gerçeklik olmadığına inanmaya başladığınızda ise farklılıklardan avantaj çıkarmaya başlarsınız. Daha anlayışlı, daha  hoşgörülü olursunuz ki bu kendinize yapabileceğiniz en büyük iyiliktir aslında. Karşınızdakini anlamaya başlarsınız. Çoğumuz, karşımızdakini duyarız ama kafamızdaki gerçekliğe uydurmaya çalışmaktan anlamayız. Farklı dünyalar, farklı renkler, farklı gerçeklikler olduğunu kabul ettiğiniz anda bu dünyayla ahenk içinde yaşamaya başlarsınız.

Mesela, Ali Ağaoğlu reklamın sonunda çok güzel bir laf ediyor: "tarih hayallerini gerçekleştirenleri yazar" diye. Reklama sinir olanların kaçırdıkları bir nokta bu. Çünkü, gerçekten doğruyu söylüyor. Hepimiz hayal kurarız, ama tarih hayallerini gerçekleştirenleri yazar. Yani, hayaller gerçekleşebilir. Aslında, güzel bir örnek, size manevi bir destek oluyor. Ama tabi, sinir olmak yerine önyargısız yaklaşabilirseniz.

Ya da mizahı açıdan çok güzel espiriler çıkarmışlar reklamdan. Bu da başka bir bakış açısı, benim çok hoşuma gitti:
Biz kadınlar, kıyafet dolabının önünde aynı Ali Ağaoğlu gibiyiz:
-Bu değil,
-Bu da değil,
-Bu çok sıradan,
-Bu hiç değil,
-Beni anlamıyorsunuz :D

Kıssadan hisse, siz ne kadar esnek olursanız, hayattaki fırsatları, şansları o kadar kolay yakalarsınız.

sevgiler

3 Kasım 2012 Cumartesi

Fedakar İnsanlarla Yaşamak

Fedakarlıkla ilgili daha önce bir yazı yazmıştık. Bu yazımızda bir insanın neden fedakar olabileceği, arkasında hangi nedenlerin yatabileceğini söylemiştik.

Şimdi de böyle bir insanla yaşıyorsanız nasıl tedbir alabileceğinizden bahsedelim.

Fedakar insan, beklentisi olan insandır. Evet! Beklentisi olmayan insanı hissedersiniz. Fakat, fedakar insan, bir beklenti sonucu yapar bunu, bunu da hissedersiniz. Hissetmiyorsanız da size söyler :) Ee, o fedakarlık yaparken iyi, karşılığını beklerken kötü, di mi :)

Eğer ki, böyle bir insanla yaşamak zorundaysanız, onun sizin için yaptıklarından dolayı minnet duygusu; beklentisini karşılayamazsanız suçluluk duygusu hissetmeniz normaldir.

Ama o insana ve kendinize yapacağınız en büyük iyilik, onun fedakarlık yapmasına izin vermemektir. Böylelikle, o da kendisi için yaşamaya başlar ya da buna mecbur kalır. Siz de minnet ve suçluluk duygularından sıyrılarak daha bağımsız kılarsınız kendinizi. Ona artık, fedakarlık beklemediğinizi hissettirin. Hayatının anlamını sorgulamaya başlayacaktır, sudan çıkmış balığa dönecektir belki de. Yeniden eski gücünü kazanmaya çalışacaktır. Öyle ya fedakarlık yapmasından almaktadır gücünü. Yılmayın, derim ama. Siz taviz vermezseniz, aslında ona da iyilik yapmış olursunuz. Onu bir oyunun içinden çıkarmış olursunuz.

Fedakar insanla yaşamak zordur ama artık yetişkinseniz, ve hala bu durumdaysanız, bu sizin de tercihiniz demektir. Ya şikayet etmeyeceksiniz ya da önlemini alacaksınız :) Bu kadar basit aslında.

sevgiler



Hata Yapmamaya Çalışan İnsanlar

Bazı insanlar vardır; açık kapatırlar. Bazıları vardır; açık ararlar.

Açık arayan insanlarla yaşamak zordur. Ama kendileri için hayat bir o kadar daha zordur. Niye derseniz?

İnsanların hep açıklarını gördükleri için ve bunları düşündükleri, belki dillendirdikleri için, kendileri hata yapmamak için uğraşırlar. Hata yapmamaları lazımdır. Açık vermemeleri lazımdır. Yoksa, verdikleri açık farkedilirse, onlar da aynı eleştirel tarza maruz kalabilirler. Kaçtıkları şey budur. Aslında bu tip insanlar kendilerini sürekli yargıladıklarının farkında değildirler.

Başkalarını eleştirirken aslında kendimizi görürürüz onlarda. Kendimizle yüzleşiriz. Ve farkına varana kadar da yüzleşmeye devam ederiz. Hatırlar mısınız size bir oyun önermiştim: Aynalar diye. Bu oyunu biraz daha oynayın bu hafta. Bakalım ilişkilerinizde sizi rahatsız eden şeyler nedir? Size nasıl ayna oluyorlar?

Açık arayan ve mükemmeli oynayan insanlarla çalışmak zordur. Onu değiştiremezsiniz. Ama ona izin vermemek sizin elinizde. Kendinize güvenin, karşı tarafa sınır koyun. Sizin sınırlarınızı aşamayacağını hissettirin ona.

Ayrıca her insan hata yapar. Bu sizin insan olmanızın bir gereğidir. Mükemmeli oynayan kişiler, küçükken eleştirelere fazla maruz kalmış olabilirler, belki kendilerinden daha gözde bir kardeş yüzünden ön plana çıkmaya çalışıyor olabilirler, ya da gerçekten eleştiri geldiği zaman ne yapacağını bilemeyeceği için, aciz kaldığını saklayabilmek için böyle bir yolu seçmişlerdir. Kim bilebilir?

Farkındalığın ne kadar önemli olduğunu görüyor musunuz? Farkında olmadan nasıl hayatlar yaşayabiliyor insanoğlu, hem de kendi tercihleriyle malesef...

sevgiler

2 Kasım 2012 Cuma

Terfiler

Terfiler hakkında yazalım bir de :) "Maaşlı çalışan" kategorisine girenlerin itici gücü.

Ben terfi için mücadeleleri şuna benzetiyorum: Hani sabit akan bir trafikte, arkanızdaki araba, önünüze geçmek için bir mücadele verir. Sizi sağlar, sollar, selektör yakar, hızlanır, en sonunda muradına erip önünüze geçer ya, sonra 1 araba öne geçmenin verdiği bir mutlulukla öyle devam eder yoluna. Ne kazandı? 1 araba önde gitme. Ama nerde? Hala aynı trafiğin içinde. O önde, siz arkada devam edersiniz aynı trafikte.

Bir kere terfi, dediğimiz gibi "maaşlı kategoride" çalışanlar için söz konusudur, ödül gibidir. Fakat, hakkıyla ya da farklı bir şekilde terfi eden kişi için bu kategoriye daha fazla bağlanma olur. Oysa ki ha memur, ha müdür farketmez! İkisi de aynı bilinç seviyesindedir. Parayla ilişkisi aynıdır. Para için çalışır. Birinin yetkisi daha fazla, daha az farketmez. Belirli saatlerini vermek zorundadır. Tatilini belirli günlerde yapabilir. İzin istemelidir. Belirlenen görevleri vardır. Üstleri vardır. Kısacası özgür değildir.

Bazen, dergilerde felan görüyorum, ellerini kavuşturmuş, "bilmem ne" şirketinin genel müdürü olmuş, gururla resim çektiriyorlar. Sonra ekliyor, "çok çalıştım, azimliydim" felan. Geldiği noktayla övünüyor. Gıcık olmuyorum, yanlış anlamayın, fakat onların baktığı açıdan bakmıyorum olaya. Benim gözümde hala maaşlı çalışan kategorisindeler. Ben övünecekleri bir durum göremiyorum. Çok çalışmış, o noktaya gelmiş olabilirler ama benim bakış açımda hala aynı noktalar. Bilinç olarak yani. Başladığı nokta ile geldiği nokta arasındaki fark sadece maaş, yetki, ünvan. Ya bağımlılık? Bunu henüz aşamamışlardır. 1 araba öne geçmişler. Hadi bunlar 4-5 araba öne geçsinler :) Bir fark yok aslında.

O yüzden, terfileri artık daha farklı görüyorum. Terfi edemediği için üzülenleri, haksız yere öne geçenleri izliyorum sadece. Küçük, dar bir alanda sıkışık kalmış düşünceler olarak görüyorum. Daha büyük hayalleri olmalı insanların diye düşünüyorum.

Bu arada, iş yerinizde haksız yere terfi eden birisi olduğunu düşünüyorsanız, size farklı bir bakış açısı vermek isterim. Öyle ki bu insana kızmak yerine acıyabilirsiniz bile. Düşünsenize, terfi edebilmek için verdiği mücadeleyi, siz huzur içindeyken, ve sadece terfiler açıklandığında üzülürken, o kişinin daha uzun bir süreçte hırslarıyla kendini yediğini. Ayrıca, haksızlık yapan bir kişinin içi hiç bir zaman rahat olmaz. Neden derseniz? Kişi, dışarıyı da her zaman kendi gibi görür. O yüzden, o da her an kendisine haksızlık yapıldığı, yapılacağı düşüncesiyle huzursuzluk içinde tetikte olur. Siz merak etmeyin, terfiyi o almış olabilir ama huzur da sizde kalmıştır. Aynı trafikte 1 araba öne geçme çabası.

Ayrıca, bu durumu avantaja çeviren bir hikaye de anlatayım size. Çok yakından şahit olduğum bir hikaye: Herkes terfisini alırken, onu terfi ettirmemişlerdi. Askerliği saymamışlar. Ama bazı kişilerinkini sayıyorlarmış. O da çalıştığı yerden istifa etti. Şu anda çok daha yüksek bir  maaş ve mevkide. Hala aynı trafikte :) Ancak, ayrıldığı yerde zamanında terfi etseydi, aynı yerde çalışmaya devam edip şu anki olanaklarına kavuşamayacaktı, bu noktaya gelme fırsatını yaratamayacaktı belki de. Şimdi artık, bu trafikten çıkmayı da düşünüyor :) O yüzden onu takdir ediyorum, umarım gerçekleştirir.

Terfi hikayesini de böyle noktayalım. Hepinize sevgiler diliyorum :)

Yılmak Ya Da Yılmamak

"Çaresiz kaldığım zamanlarda gider, bir taş ustası bulur, onu seyrederim. Adam belki yüz kere vurur taşa; ama değil kırmak, küçücük bir çatlak bile oluşturamaz onda. Sonra birden, yüz birinci vuruşta taş ikiye ayrılıverir. İşte o zaman anlarım ki taşı ikiye bölen o son vuruş değil, ondan öncekilerdir."

Jacob Riis

Etiketler