30 Eylül 2012 Pazar

Çocuk Gibi Korkusuzca Resim Çizmek :)

Hiç dikkat ettiniz mi? Çocuklar, nasıl resim yapıyorlar? Yamuk yumuk, di mi :) Ama fark ettiniz mi? Hiç biri de bırakmıyor resmi. Korkusuzca oynatıyor ellerindeki kalemleri. Bir an bile tereddüt etmiyorlar.

Şimdi, bir çocuğa ve yetişkine "haydi bir zebra çizin" dediğinizde çocuk direkt çizmeye başlayacaktır. Ama, yetişkinimiz, "benim resmim güzel değil ki, çöp adam bile çizemem ben, zebra nasıl bişiydi?..." böyle bilimum bir sürü laf sayar. İçinden de "rezil etmeyelim kendimizi, çizemiyeceksin ki, boşuna uğraşma..." der der durur. O kalem bir türlü oynayamaz. Kalemi tutmayı, çizgi çizmeyi çocuktan çok daha iyi yapabildiği halde içinde dır dır etmekten, zebrayı bir türlü gözünün önünde canlandıramaz. Kendine fırsat vermez çünkü.

Çocuk, resmi bitirir. Özel bir resim çizme kabiliyeti de yoktur. Ama, yetişkinden daha iyi benzetmiştir. Hatta ona ders bile verebilir: "Bak şöyle yapıcaksın, şimdi beni izle" diye :)

İşte, çocuklar korkusuzca çizerler resimlerini. Ve gerçekten çizerler, mükemmel olmayacağından çekinmezler.

Sonuç olarak, korkularınızın önünüze geçmesine izin vermeyin! Çocukları örnek alın!

sevgiler :)

29 Eylül 2012 Cumartesi

Niye Doyduğumuz Halde Yemeye Devam Ederiz?

Anaokuluna ya da kreşe giden çocukların bazılarında yemek seçme problemi var. Bugünkü veli toplantımızda bu gündeme geldi. Aileler, çocukları büyüme çağında olduğu için endişeliler. Ödül sistemi konuşuldu. Yemeğini bitirene gülen bebek...

Şimdi bu çok masum görünse bile farkında bile olmadan çocuğun bilinçaltına şu mesaj gidebilir: Yemeğini yersen, sonunda ödül ve haz var. Çocuğun bilinçaltı, ödül aldığında hissettiği mutluluk ve tatmin duygusuyla yemek yemeyi bağdaştırır. Halbuki doyma duygusuyla bağdaştırıp, bedeninden gelen sinyale göre yemeyi kesmesi gerekir. Ama ödülün verdiği haz, doyma hissinden daha baskın olduğu için bu bilinçaltı tarafından unutulur.

Yetişkin hayata geldiğinde ne olur peki? Komut şudur: Mutlu olmak için yemek ye! Kendini iyi hissetmek için yemeye devam et!

Doysa bile kesemez yemek yemeyi. Duygusal açlık devam etmektedir. Ve açlığı gidermek için de küçükken öğrendiği tek yol budur.

Bilinçaltı, her zaman iradeye baskın gelir. Bir sürü bahanesi vardır. Diyetler bir süre sonra devam edemez. Niye? Duygular, mantığı bastırır. Hormonlarınız, sizin düşünme sürecinizden daha hızlı salgılanır.

O yüzden, hep diyoruz ya düşüncelerinize dikkat edin, onların esiri haline gelmeyin, her şeye şüpheyle yaklaşın, duygularınızı izleyin, bedeninizin sesini dinleyin. Hayatınızın, huyunuzun, suyunuzun, karakterinizin, kaderiniz ipuçları bunlarda gizli...

sevgiler :)

28 Eylül 2012 Cuma

Dünyanın, Doğanın Düzeni Ve Biz



Bu dünya, bu kainat kusursuz bir tasarımdır. Mükemmel bir şekilde kurulup, başlatılmış ve bırakılmıştır. Bırakılmıştır, dedik. Çünkü, müdahaleye ihtiyaç kalmayacak bir tasarım vardır altında, mükemmel bir ahenk, mükemmel bir denge. Denge bozulduğu zaman, tekrar bulunur. Ama çok bozulmuşsa, eskisi gibi değil, yeni bir denge, farklı bir denge. (Yukarda çektiğim ekoloji pazarından bir görüntü tadında olan ve hayran kaldığım renk tonlarını da acemi bir fotoğrafçı olsam bile sizinle paylaşmak istedim.)

İnsanoğlunun misafir olduğu beden de bu dengenin bir parçasıdır. Öyle güzel yaratılmıştır ki topraktan gelir, toprağa gitmesi gerekir. Şimdi mezarlıklarımız hep betonarme gerçi. Çünkü bunu unutmuşuz. Mezarlıklarımız yemyeşil olabilecekken, mermer taşlarıyla, betonlarla bembeyaz.

Neyse, konuya nerden geldik? Atatürk Orman Çiftliği'nde dile kolay 3000 ağaç kesilmiş. "Beyaz Saray" yapılacakmış. Bir misafir için, ha kulübe, ha saray ne fark eder acaba? Dünyada kalıcı mıyız ki? Heykellerin dikilse, fotoların basılsa, herkes seni medhetse ne? Önemli olan kendin değil mi? Zaten, bu dünyevi bağlardan kurtulduktan sonra kendinle başbaşa kalmayacak mısın?

Türk Milleti, Atatürk'ün sadece savaşçı ve politik dehasına mı hayran, yoksa insanlık yönüyle de mi kalpleri kazanmış? "Yurtta sulh, cihanda sulh!" sadece coğrafyalar arası savaşları, barışları işaret eden basit bir laf mı? Yoksa, kalbinde sulhu sağlamaktan da mı bahsediyor?

Bu dünyaya gelen her bir "ruh" için bir ders, bir sınav, yaşaması gereken bir şeyler vardır. O yüzden, acımasızca kestiler ağaçlarımızı diye onlara kızmayın. Ama şunu da unutmayalım, bu düzen, bu nizam kalıcı ama bizler misafir olarak en hayırlı hizmeti vermeliyiz.

sevgiler

""İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır." Hz. Muhammed(SAV)

27 Eylül 2012 Perşembe

Kanuni'den Hürrem Sultan'a...

Eee, hep kişisel gelişim, kişisel gelişim, nereye kadar, biraz ara verelim, di mi :)
Ben okuduğumda hayran kaldım, sözler büyüleyici.
Sizinle de paylaşmak istedim. Çevirisi de aşağıda...sevgiler

*************************************************************
Kanuni Sultan Süleyman'ın Eşi Hürrem Sultan İçin Yazdığı Şiir
Celis-i halvetim, varım, habibim mah-ı tabanım
Enisim, mahremim, varım, güzeller şahı sultanım

Hayatım hasılım,ömrüm, şarab-ı kevserim, adnim
Baharım, behçetim, rüzum, nigarım verd-i handanım

Neşatım, işretim, bezmim, çerağım, neyyirim, şem’im
Turuncu u nar u narencim, benim şem’-i şebistanım

Nebatım, sükkerim, genc,m, cihan içinde bi-rencim
Azizim, Yusuf’um varım, gönül Mısr’ındaki hanım

Stanbulum, Karaman’ım, diyar-ı milket-i Rum’um
Bedahşan’ım ve Kıpçağım ve Bağdad’ım, Horasanım

Saçı marım, kaşı yayım, gözü pür fitne, bimarım
Ölürsem boynuna kanım, meded he na-müsülmanım

Kapında çünki meddahım, seni medh ederim daim
Yürek pür gam, gözüm pür nem, Muhibbi’yim hoş halim!


Günümüze Çevirisi:


Benim birlikte olduğum, sevgilim, parıldayan ayım,
Can dostum, en yakınım, güzellerin şahı sultanım.

Hayatımın, yaşamımın sebebi Cennetim, Kevser şarabım
Baharım, sevincim, günlerimin anlamı, gönlüme nakşolmuş resim gibi sevgilim, benim gülen gülüm,

Sevinç kaynağım, içkimdeki lezzet, eğlenceli meclisim, nurlu parlak ışığım, meş’alem.
Turuncum, narım, narencim, benim gecelerimin, visal odamın aydınlığı,

Nebatım, şekerim, hazinem, cihanda hiç örselenmemiş, el değmemiş sevgilim.
Gönlümdeki Mısır’ın Sultanı, Hazret-i Yusuf’um, varlığımın anlamı,

İstanbul’um, Karaman’ım, Bütün Anadolu ve Rum ülkesindeki diyara bedel sevgilim.
Değerli lal madeninin çıktığı yer olan Bedahşan’ım ve Kıpçağım, Bağdad’ım, Horasan’ım.

Güzel saçlım, yay kaşlım, gözleri ışıl ışıl fitneler koparan sevgilim, hastayım!
Eğer ölürsem benim vebalim senin boynunadır, çünkü bana eza ederek kanıma sen girdin, bana imdad et, ey Müslüman olmayan güzel sevgilim.

Kapında, devamlı olarak seni medhederim, seni överim, sanki hep seni öğmek için görevlendirilmiş gibiyim.
Yüreğim gam ile, gözlerim yaşlarla dolu, ben Muhibbi’yim, sevgi adamıyım, bana bir şeyler oldu, sarhoş gibiyim. Bir hoş hale geldim.


(internetten alıntıdır)

26 Eylül 2012 Çarşamba

İçinde Özgür Olmak

'İşin en kötüsü bilerek ya da bilmeden
insanın mapushaneyi kendi içinde taşımasıdır'

Nazım Hikmet

25 Eylül 2012 Salı

Saflık ve Masumiyet

Saflık ve masumiyet, bu dünyadaki en güçlü koruma kalkanınız, silahınızdır. Kaybettiğinizi düşünmeyin, içinizde bir yerde saklıdır.

Dünyaya bir de bu gözle bakın lütfen. Etrafı değiştiremezsiniz ama içinizi değiştirebilirsiniz.

sevgiler

24 Eylül 2012 Pazartesi

Her Duruma Uygun Tüketim Sunan Sistem :)


Tecrübelerimiz

Tecrübe dediğiniz olaylar sizi daha mağdur, daha bencil, daha ben merkezci yapıyorsa, bilin ki dersinizi almamışsınız ve yeniden yaşayacaksınız demektir.

Niye biliyor musunuz? Çünkü siz aynısıdır, kendinizi değiştirmeyip, üstünüze bir kabuk örmüşsünüz, elinize de bir kalkan almışsınız ya da uzak durmaya çalışıyorsunuz demektir. Hep çevrenizi, etrafınızdakileri değiştirmeye çalışıyorsunuz demektir. Ama aynı noktadan bakmayı sürdürdükçe de hep aynı şeyleri göreceğinizin farkında değilsinizdir.

O yüzden sınavınız devam etmektedir.

sevgiler

22 Eylül 2012 Cumartesi

"Atatürk Gibi Düşün"menin Gücü!

"Atatürk gibi düşün!" demenin gücü nerden gelir?

NLP'de bir teknik vardır. Mükemmel insanı modellemek. Güçlü bir tekniktir, ecnebi bunu kullanır. Kendinizi onun yerine koyar, onun gibi hissederseniz, bir de onun gözlerinden bakarsanız dünyaya beyniniz de onun beyni gibi çalışmaya başlar.

Einstein'ın da bir lafı vardır: "Problemi üreten zihin, çözümü üretemez." Köşeye sıkışmıştır çünkü. Düşünme şeklini değiştiremeden çözüm üretemez.

Peki ya, "Atatürk gibi düşünürsek"?

İşte biz bunu hakediyoruz. Çocuklarımız da buna layıklar. Onlara verebileceğimiz en güzel hediyedir bu. Kendinizden, çocuklarınızdan esirgemeyin bunu. Dünyası zenginleşen insan, zorluklar karşısında pes etmez. Her zaman bir çıkış yolu bulur.

O yüzden, "Atatürk gibi düşünelim!"

sevgiler :)

"Atatürk Gibi Düşün!"

Biliyor musunuz? Norveçlilerin zor durumda kaldıklarında, sıkıştıklarında, imkansız gibi görünen, bir çözümü olmadığına inandıkları anda kullandıkları bir söz vardır: "Atatürk gibi düşün, Mustafa Kemal gibi düşün!"

Ecnebi olayı zaten çok güzel çözmüş de biz niye sahip çıkmayalım bu söze, di mi? Çocuklarımıza, birbirimize neden söylemeyelim? Utanmayalım, komik bulmayalım, "aman boşver" demeyelim, garipsemeyelim...

Aksine söyleyelim, söyleyelim ki dilimize, kültürümüze yerleşsin, çocuklarımız en ufak bir sorun karşısında pes etmesin. İmkansız diye bir şeyin olmadığını, her şeyin mümkün olduğunu görsün.

O halde şikayet etmek, endişe etmek yok. Atatürk gibi düşünelim, bu küçük adımı atalım lütfen.

sevgiler :)

20 Eylül 2012 Perşembe

Babaannemin Dilek Kapısı

Biz olumsuz şeyler söylediğimizde, babaannem hep der ki "öyle konuşmayın, dilek kapısı açık olabilir". O da ninemden, dedemden duymuş olmalı ki kuşaktan kuşağa geçmiş "dilek kapısı".

O kadar doğru ki insanın konuştuklarına dikkat etmesi gerektiği. Benim çok sevdiğim şiir gibi bir söz vardır. Gazeteden kesip, yıllardır cüzdanımın içinde taşımışımdır. Çok güzel özetler bu durumu:

Düşüncelerinize dikkat edin,
Onlar sözleriniz olacaktır.
Sözlerinize dikkat edin,
Onlar davranışlarınız olacaktır.
Davranışlarınıza dikkat edin,
Onlar alışkanlıklarınız olacaktır.
Alışkanlıklarınıza dikkat edin,
Onlar karakteriniz olacaktır.
Karakterinize dikkat edin,
O kaderiniz olacaktır.
Frank Outlaw

Düşüncelerinizin kölesi olmayın, olmak zorunda da değilsiniz. Siz düşüncelerinizin efendisi olun...

Teşekkürler babaanneciim :)

sevgi ve saygılarımla

Aranan Sevgili

Ey gönül..!
Ne tuhaf değil mi, bir ömür, şah damarından daha yakın bir sevgiliyi aramakla geçiyor...


-Mevlana-

Kanser Deneyimi-I

Öncelik kabullenmektir. Ama insanoğlu için bu bir süreçtir. Merak etmeyin, bu süreçten herkes geçmektedir. Ve her acı gibi görünen deneyim böyle başlar.

Artık içsel temizliğe başlama vakti gelmiştir. Her hastalığın altında bir psikolojik sebep yattığını biliyor muydunuz? E bu sebebi de dışardan Ayşe, Fatma yaratmıyor, di mi? Siz bunu farkında olmadan yaratıyorsunuz. Aferin size, harika bir iş çıkarmışsınız. Bedenlerimiz, mükemmel mekanizmalardır. Bu mekanizmayı bozmak için epey çaba göstermişsiniz. Eğer bu güç sizde varsa, bunu tersine çevirecek kapasiteye de sahip olduğunuza inanın lütfen...

Hadi, şimdi çalışmalara başlayalım. Eğer bir önceki yazımızda bakış açınızı değiştirebildiyseniz bunu bir lütuf olarak kabul etmişsinizdir. Yoksa, korkularınızla yüzleşebilmek için en kötü senaryoyu çizmeniz gerekmekte. Bununla da barışmanız, panikten kurtulmanız.

Sonra, içinize attığınız duygularınızla yüzleşmeniz...

Yıllar önce çok sevdiğim bir insan vardı, rahmetli, hala da çok severim. Çok pozitif, güler yüzlü bir insandı. Ama geçmişte hep çok çektiğini söyler dururdu. Kimbilir içinde neler yaşıyordu? Kanser bütün vücuduna yayılmıştı. Fakat, o kadar pozitifti ki, o çevresine umut veriyordu. Tedavileri de hep olumlu sonuçlanıyordu. Ama, sevdiği insanı, hayat arkadaşını kaybedince bıraktı kendini. Hala pozitifti ama bir amacı kalmamıştı besbelli. Yaşı da ileriydi, torunlarını da görmüştü. Sonunda ölüm sebebine kanser dendi ama öyle değildi işte, kanser bir vesile olmuştu.

Şimdilik burda bırakalım, sonra devam ederiz....

sevgiler :)





Kanserden Korkmak Mı, Yoksa Şükretmek Mi?

Dikkat ettiyseniz, bloğumuzdaki yazılarımızın ana teması hep hedeflerimiz, hayallerimiz ve bunlara ulaşabilmek için kendi kendimize koyduğumuz sınırlarımızı nasıl aşacağımız yönünde. Bakış açımızdaki bir açılık bile değişimin hayatımızı nasıl değiştireceğini anlatıyoruz. Deneyimlemediğimiz konulara girmiyoruz. Hastalıklar diye adlandırdığımız geçici deneyimlerimiz de bunlardan biriydi. Ama bir şeyler yazma vakti gelmiş olmalı ki, sözler dökülmeye başladı.

Kanserle ilgili duyduklarınız ya da yakın çevrenizde yaşananlar hiç de hoş değil biliyorum. Bu şekilde de kafamızda oluşan imajı tahmin edebiliyorum. Çağın vebası...

Tabi ki teknolojinin bize sunduğu tedavi imkanlarına şükredelim ve tedavimizi olalım. Yalnız, temizlik bu şekilde dıştan bitmez, içten de bir temizlik gereklidir. Zaten, tüm deneyimlerimizin amacı da bu değil midir?

Öncelikle, bakış açımızı değiştirmemiz gerekir. Biz bir kere bu bedende misafiriz. Ama kendimizi hep ev sahibi olarak görmekteyiz. Elbette ki misafirliğimiz bir gün gelecek bitecek. Ev sahibi de bu dünyaya ait bir parça olarak doğanın dengesine katılacak.

Peki, bu süre içinde "gerçek biz"in görevi ne? Niye ziyaret ediyoruz burayı?

Kendimizi hatırlayabilmek için...Ve herşeyin yolunda gitmesi, güllük gülistanlık olması bizi bu rehavete kaptırıyor. Kendimizi unutuyoruz, ev sahibi olarak görmeye başlıyoruz. Acılarsa, silkinip kendimize gelmemizi sağlıyor. Her acı deneyim, kendimize, ruhumuza, özümüze ulaşmamız için bir fırsat sunuyor. Sizi değişime zorluyor. Bu yüzden belki o kişi daha şanslı oluyor.

Yıllardır kafanıza taktığınız şeyleri, affetmediğiniz insanları, kendinize yaptığınız merhametsizliği bir düşünün. Bunlar, hep dünyevi şeyler. Bir de 200-300 yıl sonrasını düşünün. Taktığınız şeyler n'oldu? Bundan 200-300 yıl önce ne olduysa o oldu.

Bunu deneyimliyorsanız şükredin, ruhsal bilinç seviyenizi yükseltmek için bahşedilen bir deneyimdir bu aslında. Bu şansınızı iyi kullanın. Ve bunu sevdikleriniz deneyimliyorsa, buna saygı duyun, onları onurlandırın. Geçmeleri gereken bir yoldur bu.

sevgiler :)



18 Eylül 2012 Salı

Artık "Hastalık" Değil "Geçici Deneyim"...

"Hastalık" deyince insanın aklına ilaç, doktor, hastane geliyor. Sanki çaresizliği çağrıştırıyor.

Halbuki, virüsler, mikroplar her an her yerde, onlarla birlikte yaşıyoruz. Ama aynı ortamda bile birimiz hasta olurken, diğerimiz turp gibi sağlam çıkarabiliyoruz kışı.

Vücudumuzda her gün 200-300 tane kanserli hücre oluşuyor. Ama hepimiz kanseri deneyimlemiyoruz.

Peki fark nerde? Fark, bağışıklık sistemimizde...Ne zaman zayıflarsa o zaman denge bedenimizin aleyhinep işlemeye başlıyor.

Peki bağışıklık sistemimizi kim zayıflatıyor? Onlar mı? Yoksa kendimiz mi? Sizce :)

O yüzden, diyorum ki, bunlar "geçici deneyim"lerdir. Siz de iyileşmek için dışa bağımlı değilsiniz. Bunu içsel gücünüzü kale gibi sağlamlaştırarak yapabiliriz.

Ama, ne diyoruz? Önce kendini, duygularını kabul, kendinle yüzleşme, kendini affetme, kendine merhamet ve şefkat...Bilinçaltınıza ne ekerseniz, onu biçersiniz. Kendinizi yaşamaya layık görmezseniz, o da bedeninizi yok etmeye başlar. Siz, bu dünyaya geldiğinize, hala özgür iradenizle hareket ettiğinize göre en iyiye layıksınız ki buraya gelmeye hak kazandınız. Lütfen, kendinize haksızlık etmeyin ve kendinize iyi davranın.

Size ufak da olsa bu yazılarımla destek olmaya çalışıyorum. Ama herşey sizde biter, içinizde...

sevgiler :)

Yeni Kart Vizitimiz :)

Daha çok kişiye ulaşmak istediğimi hep dile getiriyordum. İşte bunun için bir adım attım. Amacımız belli, yoldan geçen, hiç tanımadığım herkese verebilmek. Ama biliyorum ki herkesin interneti yok. Bunun için bir sonraki adım da küçük bir kitapçık olabilir. Bunun için çalışmalarımız devam ediyor...

Ama kiminle devam ediyor? İşte çok yakın bir zamanda ailemizden biri olan, benim heyecanımı başarılı yeteneği ve yaratıcılığıyla destekleyen, paylaşan perde arkasındaki o güzel kızın emeği için çok teşekkür ediyorum.

Ee, artık "gelin"in titizi değil, grafik çizeni makbul arkadaşlar :)))

sevgiler hepinize :)


Not : Bu yazıyı yazdığım akşam, ilk olarak hiç tanımadığım bir beyfendiye ilk kart vizitimizi verdik. Umarım okumaya başlamıştır. Çünkü, bundan sonraki yazılarımız onun için olacak. Kendisine acil şifalar diliyorum tekrardan. Ve sevgilerimizi gönderiyorum....Aşılamayacak hiçbir şey yoktur, buna inanın...

Fil ve Farenin Hikayesi

Fil ve fare çok iyi arkadaşlarmış. Bir gün ormanda yürürlerken karşılarına kocaman bir çuval dolusu fıstık çıkmış. İki arkadaş da fıstığı çok severlermiş, çok heveslenmişler. Yuvalarına taşımaya karar vermişler. Fil çuvalı yerinden kaldırmaya çalışmış ama nafile. Çuval o kadar ağırmış ki yerinden kalkmıyormuş. Birkaç kere daha denemiş. Olmamış. En sonunda vazgeçmiş.

Üzgün bir şekilde yuvalarına dönmüşler. Fil o kadar yorulmuş ki hemen uyuyakalmış. Uyandığında ise şaşırmış. Çünkü fıstık çuvalı yanındaymış. "Nasıl oldu bu iş?" diye sormuş fareye, "Bunu kıpırdatmak bile imkansızdı".

Fare de demiş ki, "Haklısın, çuvalı taşıyamazdım ama ben sadece 1 fıstık taşıyabiliyordum. Öyle de yaptım. Her defasında 1 fıstık."

Kıssadan hisse, bugün kapasitenizin üstünde gibi görünen bir hedefi kapasiteniz dahilinde küçük küçük parçalara bölerseniz "imkansız" diye bir şey olmaz.

sevgiler :)

Doğru Zamanı Beklemek

Hani hep diyorum ya bugünden bir adım atın diye.

İşte size bir hikaye. Haluk Okutur, Simit Sarayı'nın kurucusu. Kendisi öncelikle marketlere karşı pazarda zayıflayan bakkalların yanında yer alan bir projeye başlamış. Ama bu projeyi hayata geçirmek için beklemiş, beklemiş. Doğru zamanı beklemiş. Elindeki işin mükemmelleşmesini beklemiş. O kadar uzun yıllar beklemiş ki, en sonunda bakkal felan kalmamış ortada :)

Bu ona iyi bir ders olmuş (bize de olması gerektiği gibi). Ve sonra, kendi deyişiyle insanların cebindeki küçük paralara gözünü dikmiş. Yani simit paralarına :) Bir arkadaşının üniversite yakınındaki kırtasiye dükkanı ile başlamış işe. Her gün un, susam taşırken oraya, iyi bir semtte kiralık dükkan ilanını görmüş. Sonra da o günün un ve susam parasıyla kaporasını verip kiralamış dükkanı. Ama elde avuçta yok sonuçta. Şans bu ya, bu arkadaşının arkadaşı o sırada kendi dükkandaylarındaymış. Dükkanın önünde de yeni aldığı arabası. Arkadaşı buna, "ne yaptın, nasıl yaparsın" felan derken, o arabasının anahtarını bunun önüne sermaye olarak koymuş.

Bu hikayenin sonu mu ne olmuş :) Ee, o arkadaşa daha güzel bir araba hediye etmiş.

Kıssadan hisse, beklersenin beklersiniz, mükemmel olsun derseniz beklersin, doğru zaman derseniz beklersiniz. Harika bir fikriniz bile olsa, çöpe gider. Halbuki, küçücük bir adım, mesela, bir plan bile yapsanız bugünden, geciktirmeden, ilerde kocaman dağları bile delersiniz.

sevgiler :)

16 Eylül 2012 Pazar

Negatif Duygularınız, Yine Yeni Yeniden :)

Benim burada en çok anlatmaya çalıştığım nokta, negatiflikten kurtulmaya çalışmayın, değil mi? Ama, görüyorum ki, malesef yanlış yönlendirmeler yapılıyor. Yapan kişiyi suçlamamak gerekir. Niyet iyi, ama ruhsal bilinç seviyesi henüz o noktada değil. Herkes deneyimleyecek işte, er ya da geç. Sonuçta ben de geçtim o noktalardan, sizler de geçeceksiniz. Mide ağrılarınızdan, stresinizden, öfkenizden, mağduriyetinizden kurtulduğunuzda olayın harikalığına hayran kalacaksınız.

O zaman şu negatif duygularımızı yeniden aklayalım :)

Onlar sizin duygularınız, hissettikleriniz, bilinçaltınızdan gelen sinyaller. Siz onlarla yüzleşmedikçe zaten olumluya çıkamazsınız. Aynı olaya şükreder hale gelmek için ruhunuzun olgunluk seviyesini yükseltmeniz gerekir. Bu da öncellikle, kendini kabulle gelir. Bardağınızı kinle, nefretle, endişe, korkuyla doldurmuşsanız, bunu boşaltmadan, yer açmadan, sevgiyle, hoşgörüyle dolduramazsınız. Negatifinizden kurtulmaya çalışmayın, onu kabul edin ve yüzleşin..


sevgiler :)

Öfkelenince Neden Bağırırız?

Hintli bir ermiş öğrencileri ile gezinirken Ganj nehri kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Öğrencilerine dönüp “insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye
sormuş. Öğrencilerden biri “çünkü sükûnetimizi kaybederiz” deyince ermiş “ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırırız? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de aktarabilecekken niye bağırırız? ” diye tekrar sormuş.
Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış: “İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir.”
“Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır. Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.”
Daha sonra ermiş öğrencilerine bakarak şöyle devam etmiş: “ Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz.”

Hikaye http://www.facebook.com/EvlilikveAileTerapisi
sayfasının paylaşımından alınmıştır.

15 Eylül 2012 Cumartesi

Zengin Olmak Nedir Peki?

Çok param olsun. Sınırsız harcayayım :) En güzel, kabul gören, hoşumuza giden tanımı budur heralde.

Sizin kafanızdaki tanım nedir? Ben, kendime göre şöyle düşünüyorum. Bugün işi bıraksam, öyle bir sabit gelirim olsun ki yaşam standartlarımı aynen sürdürebileyim, ama aynı zamanda yatırım da yapabileyim. Kimine göreyse zenginlik, torunlarının torunlarını, 7.kuşağı bile rahat ettirmektir, bilemeyiz.

Kazandıkça harcatan sistem demiştik ya. İşte, paranızın artışına göre sistemde de aynı ürünün daha pahalısı size hep sunulur. 2+1 evden, para arttıkça 3+1, 4+1, daha da arttıkça villa, yalı, daha da arttıkça şato(yok mu örneği, var tabi), ada bile alınmakta....

O yüzden buna sınır koyabilmek, bu sistemin içinde bilinçsizce yaşamak istemiyorsak içimize, özümüze döneceğiz. Biz özümüze yatırım yaparsak, zaten 2+1 bile bize şato gibi gelir. Tatminsizlikten tatminliğe ancak içimize yatırım yaparak geçebiliriz. Yoksa, sahip olduğumuz tapuların sayısıyla değil.

Bilmem anlatabiliyor muyum?

sevgiler :)

Zengin Olmanın Yolu Pintilikten Mi Geçer?

Şimdi, parayla ilgili 2. altın kuralımızı açıkladık. Ama, bu kuralı okuduğunuzda kafanızda "pintilik mi yapacağız yani?" gibi bir soru geçmiş olabilir.

O zaman biz önce, para harcamak, özellikle ihtiyaç dışı harcama, niye yapılır, bunu cevaplayalım. Bir düşünün! Lüks harcamalarımız olarak sınıflandırdığımız harcamalarımızı niye yapıyoruz? Tabi ki mutlu olmak, tatmin olmak, belki kendimizi değerli, yeterli, kabul gören olarak hissetmek için...

Peki, biz burda bu yazılarımızla ne yapmaya çalışıyoruz? Ruhsal bilinç seviyemizi yükseltmeye. Ruhsal olgunluk seviyemiz yükselince ne olacak? O zaman öz değerimiz, öz güvenimiz artmıyacak mı? E, o zaman ne olacak? İçsel mutluluğumuz, içsel tatminimiz artacak. Kendimizi yeterli hissetmek için etiketlere(mesela ünvanlara, başkalarının gözünde yarattığımız imajlara) ihtiyacımız kalmayacağı gibi para harcayarak gelen mutluluk, buna bağımlılık da yavaş yavaş ortadan kalkacak.

Kısacası, içsel tatmini arttırdıkça dışsal tatminlere ihtiyacınız kalmayacak. Paraya bağlayacak olursak da, ki bu iş hayatınızda, aşk hayatınızda, çevrenizle olan ilişkilerinizde de aynen geçerlidir, lüks harcamaya olan bağımlılığınız ortadan kalkacak.

Denemeye değmez mi?

sevgiler :)

14 Eylül 2012 Cuma

Zengin Olmanın Bir Diğer Altın Kuralı :)

Zengin olmanın birinci kuralı, para harcamak değil, parayı elinde tutmayı bilmektir, demiştik.

Ee, elimizde tutup tutup n'apıcaz? Ne zaman gönlümüzce harcayacağız diyorsanız da ikinci kural şu: Sahip olduğunuz parayı azaltmayacak duruma geldiğinizde lükse harcama yapabilirsiniz.

Gerçek ihtiyacınız dışında aldıklarınızın ya da harcadıklarınızın parayı fakirden ve orta direktten zengine akıtan özel tasarlanmış bir sistem olduğunu söylemiştik.

Eğer zengin olmak istiyorsanız, bu çarkın içinde dönmeyip, sürekli bir gelir yaratmalısınız. Öyle ki siz çalışmayı bıraktığınız gün o geliriniz hala olmalı.
Paranız, mal varlığınız sizin için çalışmalı.

Altın kurallara devam....

sevgiler :)

13 Eylül 2012 Perşembe

Para Para Para :)

Arkadaşlar, size bugün deneyimlediğim süper bir şeyi anlatayım. Olayı birebir değil de çıkardığım sonucu tabi ki :)

Hani derler ya, "para kim, ben kim", "ben parayı, bereketi çekemiyorum" falan filan. Külliyen yalan :) Siz aslında ortadaki bereket havuzuna sırtınızı çevirmişsiniz. Onu görmüyorsunuz.

Bereket yattığınız yerden size gelmeyecek, siz ona dönüp, ona adım atacaksınız. O zaten orada, hep ortada. Siz görmüyor, kendinizi layık bulmuyor, hak etmediğinizi düşünüyorsunuz.

İnanın ki, bir bakış açısı ve bir adım kadar uzağınızda olan bereketi kendi kendinize engelliyorsunuz. Yeni bir iş fikriniz mi var? Hadi artık kalkın yerinizden lütfen ve harekete geçin. Hiçbir şey imkansız felan değil. Diyorsunuz ki:

- "Ama kabul edilmez ki!"
- Nerden biliyorsunuz?

- "Rezil olurum, salak durumuna düşerim" diyorsunuz.
- Denediniz mi ki?

O yüzden sormuyor, kıpırdamıyorsunuz bile. Kendi kendinize zaten kurmuşsunuz kafanızda, karşı taraf yerine de düşünüp cevabınızı veriyorsunuz. Önyargılarınıza, size öğretilen yargılara, inançlara esir olmuşsunuz. Hareket edemiyorsunuz. Oturduğunuz yerden "OLMAZ" cevabını yapıştırıyorsunuz. Sonra da dış çevreyi, kaderinizi suçluyorsunuz. Bırakın, kurtulun bunlardan.

Diyorum ya bereket önünüzde, siz ona doğru dönüp de adım atmıyorsunuz. Biraz kımıldayın lütfen :)

sevgiler :)

"Hayatımızdaki gölgelerin çoğu kendi güneşimizin önünde durmamızdan oluşur."
Ralph Waldo Emerson

11 Eylül 2012 Salı

Sabretmek Mi, Katlanmak Mı?

Ne deriz? "Sabır erdemdir.", "Sabrın sonu selamettir.", "Sabreden derviş muradına ermiş."

Şimdi, bir şeylerin olması, gerçekleşmesi için beklemek gerekli olabilir. Ama ikili ilişkilerimizde de bazen bu yanılgıya düşüyoruz. Güya sabrediyoruz. Bakın, sabrın sonunda bir ödül vardır. Burada, ödül ya vardır ya yoktur. Karşı tarafın paşa gönlüne kalmıştır.

Sizin sabretmek dediğiniz şey de esasen tahammül etmek, katlanmaktır. Neden? Çünkü bir ödül bekleriz. Bu dünyada değilse bile öteki tarafta. Ama, şunu kimse düşünmez ki o ödül bize baştan verilmiştir: Akıl ve mantık. Korkularınızla hareket ediyorsanız, aklı, mantığı bir tarafa bırakmışsanız, öbür tarafta bile mükafat beklemeyin. Kimse size "aferin" demiycektir. Siz, "ama öyleydi, ama şöyle olurdu." diye açıklamalar yapacaksınız, hani her zaman kendinizi kandırmak için yaptığınız açıklamalar. Cevap da muhtemelen şu şekilde olacaktır: "Sen öyle sanmışsın! Keşke bir adım atsaydın kendin için. O kapasiteyi sana verdik. Ömrünü heba etmeseydin."

Kimseye katlanmak zorunda değilsiniz. Buna izin de vermeyin lütfen, alışkanlık haline getirmesin karşı taraf. Her zaman şunu hatırlayın. Hep bir sınav içindeyiz. Kendimiz için en iyiyi yapmak zorundayız. Kendi yarattığımız korkuları ve sınırları yine biz aşabiliriz.

Eğer siz hayatınızı kontrol etmezseniz, o sizi kontrol eder.
Eğer siz hayatınızı programlamazsanız, hayat sizi programlar.

Cesaret ve güç içimizde. Yeter ki ulaşmak isteyin!

sevgiler :)

Mevlüt Terapisi :)

Hafta sonu mevlüdümüz vardı. Hoca gidince meydan bana kaldı :)

Genel olarak, herkesi çok takdir ettim doğrusu. Çünkü, hayatlarında ters giden bir şeyler olduğunun farkındalar ve ne yapmaları gerektiğini danışıyorlar. "Ben böyle olmak istemiyorum." demek, "Hayatımın şu yönünden memnun değilim, bunu nasıl düzeltebilirim?" demek, sadece bunların bile sorulması, hayatının kontrolünü ele almak için bir adımdır.

Genelde de gözlemlediğim hep ikilem içinde oluşumuz. Bir tarafımız baskı yaparken, bir tarafımızın rahat olmamızı istemesi. Bunun da bizi tüketmesi. Bunu daha önce de yazmıştık ama tekrar yazmakta fayda var. Ama öncelikle farklı bir konuya değineceğim. "Sabır" konusuna....

sevgiler

8 Eylül 2012 Cumartesi

Bayanlara Özel Yazı: Ortada Kalan Erkekler, Peh ;)

Geçenlerde yürürken, birisi cep telefonunda bağıra bağıra "Abla, ben size demiyor muyum, başka gelinlerle karşılaştırmayın diye!!!" diyordu. Sesi hafif kızgın, ama daha kırıcı olmamak için kendini de kontrol ediyordu.

Şimdi, bu söz ilk bakışta bir savunma sözü gibi algılanıp, helal olsun, dedirttirebilecek olsa da arka planına baktığımızda (ki bizim işimiz bu) işin aslının öyle olmadığını görürüz.

Haydi gelin arka plandaki gizli protokole bir bakalım. "Abla, anne, siz eşimi her zaman eleştirebilirsiniz, bunu bana söyleyebilirsiniz, ben de sizi teselli ederim, alttan alırım. Rahatsız olmuş gibi görünebilirim, ama siz aldırmayın buna. Her zaman şikayet edebilirsiniz, çünkü buna izin veriyorum." Budur demek istenilen aslında. Baksanıza daha önce de kıyaslama yapılmış, bu beyfendi de yine "kıyaslamayın" demiş. Pes doğrusu diyoruz.

Sonra da derler ki: "erkekler ortada kalıyor!" :)

Kalmasınlar canım! Kendileri tercih ediyor bunu. Kimseyi kırmadan da "ben eşim hakkında bu şekilde konuşulmasından rahatsız oluyorum, lütfen bir daha konuşmayalım." diyebilir. Ve bunu çok da güzel hissettirebilir. Yeter ki böyle biri olmayı seçsin. Ama, en kolayı olan eşini suçlamayı, onun değişmesini istemeyi seçiyor malesef çoğu.

Çok kızmışım valla :) Bu adamın sözleriyle, içimdeki kızgınlık duygusu tetiklenmiş. Hani bir de görseniz, boylu poslu delikanlı bir görüntü, ama seçim yapamıyor yazık.

Siz, siz olun bayanlar, ortada kalıyor diye acımayın sakın, anlaştık mı :)

sevgiler :)

6 Eylül 2012 Perşembe

Kontrol Edemediğimiz Şeyler Var Mıdır Acaba?

Geçmiş olmuş bitmiştir, değiştirme şansımız yoktur. Geçmişimizde çok acı çekmişsek bunu hala bugünmüş gibi hissetmeli miyiz? Acılarımızı hep taze mi tutmalıyız? Olanları sürekli hatırlayarak mutsuz mu etmeliyiz kendimizi?

Peki tek değiştiremediğimiz şey geçmiş midir? Ya çevremizdeki diğer insanlar? Onlar bizden ne kadar farklı, değil mi? Özellikle de bazıları bize hayatı zehir etmekte. Ve biz onlarla yaşamak zorundayız. O zaman onları değiştirsek ya da onlarla yaşamak zorunda olmasak, yanyana bile gelmesek, ne güzel olur, di mi?

Ya yaşam koşullarımız? Başkaları çok güzel hayatlar yaşarken bize bu hayat reva mıdır? Herşey bu kadar kötü olmak zorunda mıdır?

Hal böyleyken biz ne yapabiliriz? Bu hayata bir kez geliyoruz. Bir şans verilmiş bize. Bu şansı nasıl kullanıcaz? Elimiz kolumuz bağlı sanki. Biz neyi değiştirebiliriz? Hayatımızı nasıl kontrol edebiliriz?

Bunların cevaplarını örneklerle vericem:

Victor E.Frankl, eşi ve çocukları öldürülen, 4 nazi kampından sağ kurtulabilen bir nöroloji uzmanı ve aynı zamanda psikiyatrist. "İnsanın Anlam Arayışı" adlı kitabında anlatıyor bu süreci. Tamamen özgür iradesini kaybetmiş, fiziksel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan, onurları kırılan, hayvan muamelesi gören insanların yaşamları. Ve kendi ifadesi ile: "İnsanlar dil, din, ırk vs'yle sınıflandırılamaz. İnsanlar 2 sınıfa ayrılır. Bunlar gaz odalarına bile giderken insanlığını koruyanlar: azizler, en iyi koşullarda bile insanlığını kaybedenler: domuzlar." Ve aralarındaki tek fark, birilerinin bir ruhları olduğunu, bu dünyanın zaten geçici olduğunu, bedenlerimizde misafir olduğumu hatırlarken, diğerlerinin bunu unutmuş veya hatırlamaya korkuyor olmaları, maddi dünyaya bağımlı hale gelmeleri....

Louise Hay, küçük bir kız çocukken üvey babasının tacizlerine maruz kalması. Yıllar sonra, bir yetişkin olduğunda olayların üzerini örttüğünü sanırken, rahim kanserine yakalanması. Bilinci herşeyi unutmuşken, bilinçaltının bu utançtan, suçluluktan kurtulmaya çalışması. Kemoterapiyi reddetmesi. Üvey  babasını, ona izin veren annesini affedebilmek için mücadelesi ve ancak bunu başardıktan sonra, kanseri yenmesi. Bu hikayesinin detaylarını "Pozitif Gücün Büyüsünde" adlı kitabında okuyabilirsiniz. Geçmişi değiştiremedikten sonra, o yükü taşımak, sadece kendimize zarar, kendimize saygısızlık, haksızlık.

İşte diyorum ya her insanın bir sınavı var diye. Bazı insanların sınavı daha ağır olmakta. Ama bu sınavın tek doğru cevabı var: Kendimizi, özümüzü hatırlamak....

Aslında ruhumuz, bu dünyanın geçici, sanal baskılarından çok uzak. Bizse ona bir nefes kadar yakınız. Bugün kendinize bir iyilik yapın. Ve sadece 5 nefes alışverişinizde ruhunuzu düşünün, sadece anda kalın.

Bu insanlar bunu yapabilmişse ki en uç örnekler bunlar, bizler de yapabiliriz....

sevgiler :)

Hayallerinizi Paylaşın

Hayallerinizi kendinize saklamayın. Ya olmazsa, rezil olmayayım, kendimi aptal durumuna düşürmeyeyim demeyin. Sonra, nasılsa kimse bilmiyor diye vazgeçersiniz. Vardır böyle vazgeçtiğiniz şeyler mutlaka(sizi gidi sizi :)).

Halbuki paylaşırsanız, daha hırslanır, azimlenirsiniz, yapmak zorunda hissedersiniz. Hem o zaman, aşmanız gereken engeller de size çok büyük görünmez. Paylaştıkça zirve daha yakınlaşır.

Hayallerinizi paylaşın, paylaşın ki onlara daha sıkı sıkıya sarılabilesiniz, gerçekleştirmeye mecbur kalasınız. Şu dünyadan gitmeden önce mutlaka bir hayalinizi gerçekleştirin. En azından, ben burdan size desteğim, bunu unutmayın :)

sevgiler hepinize :)

5 Eylül 2012 Çarşamba

Bir Hint Öğretisi

Bir Hint öğretisi der ki, dağın zirvesine giden yüzlerce yol vardır. Hangi yolu tercih ederseniz edin zirveye ulaşırsınız. Ama, bazıları vardır ki, yukarıya bakmazlar, baksalar korkarlar, dağın eteğinde, dağın etrafında döner dururlar ve zirveye çıkmak isteyenleri de vazgeçirmeye çalışırlar, yollarının yanlış olduğu konusunda onları ikna etmeye çalışırlar....

Biz vazgeçmiyoruz, zirveye tırmanışa devam!

sevgiler :)

Siz Nerde Takılı Kaldınız :)


"Aklınızın takıldığı yer hayatınızın takıldığı yer olabilir."

Mümin Sekman

3 Eylül 2012 Pazartesi

Kitap Okuyarak Kişisel Gelişebilir Miyiz?

Elbette, her bilgi bakış açınızı değiştirir.

Sizi okuduğunuz anda değiştirmez ama farkına varmanızı sağlar. Katı olduğunuz konularda biraz daha esnek olmanızı sağlar. Her bilgiye güvenmemenizi sağlar, kuşku duymanızı sağlar.

Ve "tekrarlar"la, beyninizde eski sinir ağları zayıflarken, yavaş yavaş yeni sinir ağları da oluşur. (Bunun için 21 günlük bir süre verilmekte hatta.) Bu yeni sinir ağları da sizin yeni gerçekliğiniz demektir. Dolayısıyla, sizin gelişiminiz, değişiminiz demektir.

Biliyorum çoğunuza kişisel gelişim kitapları sıkıcı gelmekte. Ancak, okuyabiliyorsanız, bir kitapla değişim olacağını düşünmeyin. Ama size bir ışık yakar. Sonra dediğim gibi o, yavaş yavaş sizin gerçekliğiniz olmaya başlar.

Mesela, kendimden örnek vereyim. "4 Anlaşma" kitabını okuduğumda "sözlere dikkat etmek" ve "kişisel algılamamak" tam ihtiyacım olan şeylerdi ve eksikliğini hissettiğim, değiştirmek için artık hazır olduğum bir parçamdı. Dolayısıyla, tamamen kabullendim bunu. Uygulama kısmını tökezleye tökezleye başarmaya çalışsam da. Kitapta bahsedilen "varsayımda bulunmamak"sa o anda doğru, çok doğru geldi. Ama ben hazır olmadığım için bundan etkilenmedim bile. Taa ki kaç sene sonra. Sanırım, o zamanlar bilinçaltımda çok güçlü inançlar, düşünceler vardı ki bunu görmezden gelmem için çabaladılar ve tabi ki başarılı oldular(bilinçaltı her zaman kazanır, kaybetmek zorunda olduğu zamanlarda da size kendinizi rahatsız eden birşeyler hissettirir ya da vücutta bir yara olarak ortaya çıkar, yani kısacası kaybetmemeye programlıdır :)).

İşte, sizi engelleyen bilinçaltı inançlarınızı sarsmak, onların aslında kesin doğrular olmadıkları konusunda şüphe uyandırıp savunmasını zayıflatmak için ve böylelikle de oluşan boşlukta YENİ bir siz yaratmak için ne bulursanız okuyun, ne bulursanız dinleyin, izleyin. İçinizde böyle bir boşluk yaratmak için gerekli olan desteği, her yerden alın. Ama tek şartla, yine şüpheci olarak :)

sevgiler :)

Etiketler