31 Mayıs 2013 Cuma

Duygularımız Bizi Nasıl Yönetir?

Beynimizde küçük, badem büyüklüğünde bir bölgeye denk gelen bir yer var, adına da amigdala demişler. Bu parça dışardan aldığımız sinyalleri o kadar hızlı işler ki beynin mantık bölgesi malesef onun hızına yaklaşamaz.

Hani bazen, sinirlenirsiniz, korkarsınız, kızarsınız, öfkelenirsiniz de sonra düşününce pişman olursunuz, saçmaladığınızı farkedersiniz. İşte bütün bunlar mantık ve duygu arasındaki hızdan kaynaklanır. Ve yapacak bir şeyiniz yoktur.

Dış dünyadan aldığımız sinyaller (ses, görüntü, dokunma, koku, tad gibi) mantıklı zihin devreye gitmeden önce amigdalaya gider ve amigdala da o sinyalleri yorumlar:tehlikedesin, hayatına kasıt var, her şey yolunda gibi... Ve o kadar hızlı hormonu basar ki kendinizi stres içinde, öfke içinde, korku içinde bulursunuz bile.

Ama amigdala duruma tek bir anlam vermez, birden fazla anlam da yükleyebilir.

Diyelim ki, patron size bağırıyor. Aslında, gerçek dünyada olan şey şu: Patronun sesinin desibeli yüksek, patron size bakıyor, kaşları çatık şekilde... Bu dışarda bir kameranın gözlemleyeceği bir şey.

İşte biz bunu hemen alıp işliyoruz. Anında kısa devre. Ve bir anlam veriyoruz. Öyle ya bizim hayatta kalmamız gerekiyor. Bu bedeni hayatta tutmak, bunun için de bir tepki vermek: Savaş ya da Kaç.
Evet harika. Anlam verildi: Patron bana kızıyor, patron beni küçümsüyor...
Tehlike çanları çalıyor. Varlığınıza yapılan bir tehdit söz konusu. Halbuki ortada hayati bir tehlike yok, karşınızda sizi yiyecek aç bir aslan felan yok. Ama amigdala bu durur mu? Basıyor hormonu. Öfke! İliklerinize kadar yayılıyor bu duygu.
Fekat patronun boğazına yapışamıyorsunuz. Niye???

Çünkü orda bitmiyor iş. Amigdala bir anlam daha çıkarıyor: Bu adam patron, senin hayatta kalman için paraya, ve dolayısıyla işe ihtiyacın var. Tamam, senin saygınlığını koruman değerli ama bu iş daha önemli. Aç kalırsın alim Allah. Saygınlık karın doyurmuyor.

Ve bunun için de bir hormon daha basıyor ama bu diğerini bastırmak için daha fazla: Korku. Bunu da iliklerinize kadar hissediyorsunuz, hatta daha şiddetli. Sizi durdurmak için gerekli bu.

Sonra, ne yapacağınıza karar veriyor beyniniz. Küçükken bu tip bir durumda modellediğiniz bir davranış var. Ya anneden, ya babadan, ya öğretmen, ya komşu vs. İşe yaramış mı zamanında? Yaramış. Beyniniz de bunu kaydetmiş. İşte, örneğin Susmak. Ya da küçükken babanız size kızdığında, siz de rahat durmamış ve ondan daha aşırı bir tepki gördüyseniz, tepki göstermemeyi öğreniyorsunuz. Çünkü onun karşısında hem acizsiniz, hem de ihtiyaçlarınızın karşılanması için ona ihtiyacınız var.

Neyse, biz patrondan azar işiten çalışanımıza dönelim. O da "sus"mayı modellediyse, patronun karşısında susuyor, gıkını çıkarmıyor. Kendini değersiz hissettiğini örtmesi, bunu kendinden saklaması için de "saygımdan sustum" diye bir kılıf uyduruyor.

Ama o öfke hormonu da salgılanmış, bir yere gitmiyor. Tepki de veremiyor. İçine atmak dediğimiz durum ortaya çıkıyor. Sonradan hastalık olarak bu bize geri dönüyor.

İşte malesef bu anlamlandırmaları yapan aslında biziz. Amigdalaya bunları kaydeden yani. Sonra da bu hayatı yaşıyoruz. Çoğu karar işe yararken, alınan bazı kararlar, bir süre sonra biz yetişkin olunca işe yaramıyor, hatta kendi kendimizi sabote etmemize neden oluyor. Ve duygular(amigdala), bizi yönlenlendiriyor. Hayatımız genelde bizi rahatsız edecek, bize acı verecek durumlardan uzak durmakla, kaçmakla geçiyor. O yüzden çoğu kişi hayallerini gerçekleştirmek için harekete geçmek yerine neden gerçekleştiremeyeceği yönünde bahanelere sarılıyor.

Şimdi. Bunu böyle kabul edecek miyiz? Değiştiremez miyiz? Tabi ki, bal gibi de değiştirebiliriz. Hatta beynimizin fiziksel yapısına göre bazılarımız stres hormonunu daha fazla algılıyor. Bu da onu daha olumsuz yapıyor. Ama değişebilir mi bu mizac? Elbette ki! Sakın ha sakın bir zerre bile kuşkunuz olmasın. Bunu bizzat yapabiliyorsam, hepimiz aynıyız, hepimiz bunu yapabiliriz. İşte sırrı:

Bu durumdan sıyrılmanın 1. yolu anlamı değiştirmek. Anlamı değiştirmek de şimdiye kadar hayatınızı dayandırdığınız prensiplerin, kuralların, bakış açılarının değişebileceğini kabul etmeniz. Hani küçükken fillerin ayaklarına zincir vuruyorlar da o hayvancağız devasa bir boyuta geldiğinde bile artık o zayıf zinciri kıramayacağına inanıyor. İşte bunun gibi, öğrenilmiş çaresizlik içinde olmayacağız.
İkinci yol da duygularınızla yüzleşmeniz. Eğer ki öfkenizin kaynağının patron değil de kendinizi değersiz hissetme olduğunuzla yüzleşebilirseniz zinciri kırmaya başlarsınız. Ben size ilk olarak bu yolu tavsiye ediyorum. Çünkü dediğim gibi amigdala o kadar hızlı hareket ediyor ki, onun önünü hemen kesmeniz zor. O duyguyla yüzleşmek zorundasınız. O duygunun ne kadar sahte bir anlama dayandığını bilirseniz, yüzleşmeniz kolay olur. Onun için hep "sıkıntıda nimet vardır, sıkıntı öğretinizdir" diyoruz.

Duygunun kaynağı anlam, anlamın kaynağı düşüncelerinizdir. İşte bunlara hakim olursanız, hayatınızın kontrolü sizdedir. Ve ben duyguların dünyevi dünyaya ait olduğunu düşünüyorum. Eğer ki olaylar, insanlar karşısında artık nötrseniz, hiç bir dış kaynak, bir insanın dış görünüşü, söylediği sözler, davranışları, ırkı, cinsi artık sizin duygularınızı etkileyemiyorsa işte o zaman siz ruhunuza, sonsuz huzura ulaşmışsınızdır. Amma velakin erme noktasına gelmek demektir bu benim için. Etraftaki her şeyin tek anlamı sevgi olur. Bunu umarım hepimiz bu dünyadaki vaktimiz dolmadan 1 sn bile olsa yaşarız.

sevgiler :)


30 Mayıs 2013 Perşembe

Duygularımız ve Hayatımız


Bizi yöneten nedir? Anneniz, babanız,eşiniz, sevgiliniz, yoksa sizi kimse yönetemez mi, sizde süper bir özgür irade mi var?

Malesef, öyle süper bir irade yoktur insanoğlunda tabi eğer hiç duygusu yoksa.

Evet, bizi duygularımız yönetir, yönlendirir, hatta yönlenmemizi engeller. Bazen irade gösterip onların dediğinin aksini yaparız ve kendimizi takdir ederiz, ama kısa bir süre sonra özümüze döneriz. İçimiz rahat etmez çünkü.

Bu insanoğlunun doğasında olan bir şeydir, her şeye, herkese duygusal bir anlam yüklemek ve bu yüklediğimiz anlamlara göre de yaşamak...

Niye biliyor musunuz? Doğduğunda insanoğlu acizdir, yaşamak için muhtaçtır başkalarına. Bunu dile getiremez, zaten böyle bir muhtaciyeti anlayamaz da. Ama bunu bilen ve bu amaçla görevlendirilmiş bir bilinçaltımız vardır. Biz farkında bile olmadan kurar kendi dünyasını: bu iyi, bu kötü, bundan uzak dur, buna yaklaş, sakın böyle yapma(annen-baban kızar, mazallah bi dışlanırsın, aç kalır, ölürsün), sakın böyle söyleme, böyle bir durumda şunu yap diye... Ve sizi de bu dünyaya göre yönetir, tıpkı bir kumanda gibi. İplerimizi elinde tutar, hormonlarımız ve duygularımız aracılığıyla bizi yönlendirir.

Ama merak etmeyin, bu değişmez değildir. Bunlar değişebilir, kontrol edilebilir. Farkına varmanız gerekir sadece. Çünkü, siz mizacıhınız kurbanı olamayacak kadar mükemmel bir kapasiteye sahipsiniz, böyle yaratıldınız. Sadece bunun farkında varın. Kendinizi takdir edin, değer verin, sevin. O zaman duygularınızın efendisi olursunuz.

Çünkü;

Duygular hayatımızı kontrol eder. Duygularını kontrol eden hayatını kontrol eder.

sevgiler

23 Mayıs 2013 Perşembe

Zihnimizi Hayallerimize Göre Programlayalım :)

Haydi, bugün harekete geçelim biraz!

Diyete başlarlarız, zayıflarız, sonra yeniden kilo alırız. Spora başlarız, bir süre hevesle devam ederiz, sonra zor gelir, bırakırız. Bir türlü yapmak istediğimiz bir şeyi alışkanlık haline getiremeyiz.

Niye biliyor musunuz? Çünkü, istiyoruzdur, karar da vermişizdir, tamam, ama zihinsel olarak kendimizi hazırlamamışızdır buna. Bilinçaltıyla desteklenmeyen bir süreç, hatta kösteklenen bir süreç alışkanlık haline gelemez. Malesef böyle.

Bu yüzden bugün, yapmak istediğiniz bir şeyi hayatınızın nasıl bir parçası haline getireceğinizi konuşalım. Örnek, spor yapmak.

Spor yapmayı istemek hafif kalır. Eğer ki gerçekten bunu yapmak istiyorsak, kendimizi buna zorunlu hissetmemiz gerekir.

Öncelikle şu soruya cevap verelim: Spor yapmak sizin için ne ifade ediyor?
Spor yapmak eziyettir, spor yapmak gereksizdir, spor yapmak zordur.
Farzedelim, cevabımız:
-Spor sağlıktır.
-Peki sağlıklı mısınız?
-Evet, çok şükür, bir sorunum yok.
-E, o zaman spor yapmaya gerek var mı?
-Acelesi yok.

Bakın, bir ifade, nasıl da istediğiniz bir şeyi yapmanızı ertelemenizi sağlıyor.

O zaman, 1.kural, ifadelerimize dikkat ediyoruz. Hemen eski ifadelerimizi yenileriyle değiştiyoruz:
Spor keyiflidir, spor gençliktir, spor eğlencelidir, spor aktifliktir....

Spora verdiğimiz anlamı değiştirdiğimiz zaman, spora karşı yaklaşımımızda bir değişiklik olmaya başlayacaktır.

Ama bu yeter mi? Yetmeeezzz. Biz bir tali yol yapmıyoruz. Haydi bakalım! Otoban yapıyoruz!!!

Şimdi bize iki duygu lazım. Eldeki malzemeleri kullanıyoruz:
1. Keyif aldığımız, yapmamıza kimsenin mani olamadığı, mutlaka zaman yaratabildiğimiz bir alışkanlık, bir hobimizi aklımıza getirelim: örn; TV izlemek
2. Düzenli yaptığımız, yapmadığımızda kendimizi rahatsız hissettiğimiz başka bir alışkanlığımızı daha aklımıza getirelim. örn; diş fıçalamak

Örneklerimiz, ne kadar basit, di mi :)
Şimdi TV izlediğinizi düşleyin, ne hissediyorsunuz? Hislerinizi tutun :) Kendinizi spor yaparken görün.
Sonra, diş fıçalamadan önceki anınız aklınıza gelsin. Nasıl da zorunlu hissediyorsunuz kendinizi? Mecbursunuz bunu yapmaya. Hissedin bunu da. Ve sporu da bu duyguya bağlayın. Spor yapmak zorundasınız.

Bunu 5-6-7 kere, hatta daha da fazla tekrarlayın zihninizde, kazıyın iyice. Otoban yapıyoruz burda :)

Duygusal olarak hazırız artık. Spor ne zaman aklınıza gelse kendinizi bu duygusal durumlara sokun.
Sporu bu şekilde eşleştirin zihninizde: Spor sizin keyif aldığınız, ama erteleyemeyeceğiniz bir aktivite artık.

Bir tutku da olsun bu işte, di mi :) Bu tutku çeksin bizi. Bir yola çıkıyoruz, bizi çeken bir güç olmalı. Cevaplayacağımız soru şu:
Neden spor yapmak istiyorum? Yaptığım zaman sonuç nasıl olur? (Güzel cevaplar) Kendime güvenim artar.

Bir de kaçtığımız bir şeyler olsun, öyle ki geri dönemeyelim bu işten artık. Yola çıktık ya, başladığımız yere geri dönmemek için, arkamıza bile bakmamanız için:
Yapmazsam ne olur? (Ee, cevaplar biraz acıtıcı olsun) Spor yapmak zorundayım, yoksa yerçekimi beni mahveder :)

Ve bir hedef koyun kendinize. Küçük, başa çıkabileceğiniz bir başlangıç: Haftada 3 kere, 10'ar dakika gibi...
Başardık mı? Bravo size!!! Harikasınız. Siz bu işi yaparsınız artık. Şimdiden tebrik ediyorum sizi!!!

sevgiler :)

Not: Yine de olmuyorsa, şu iki soruyu sorun kendinize:
1. Spor yapmamaktan çıkarım ne?
2. Spor yaparsam ne olur? Neden kaçıyorum?

Cevaplar, size yol gösterecektir.



20 Mayıs 2013 Pazartesi

Kızımın Oyuncak Köpeği

Bugün bonbon çıktı ortaya. Kızımın oyuncak köpeği. Hikayesi de çok ilginçtir.

Geçen senelerde altının birdenbire fırladığı bir zaman dilimi vardı ya işte o sıralarda ben de iş için İskenderun'a gitmiştim(işimin altınla alakası yok :) ). Bizimki de o zaman 3.5-4 yaşlarında. Ee, uzak yere yatılı gidiyorsun, çocuğa bir hediye götüreyim dedim, özledim de, o da beni özlemiştir, dönüşte sevinsin. Zorla, bir tane oyuncakçı buldum. Ne alayım, ne alayım? Kararsızım. Neyse, iki seçeneğe indirdim: iki tane oyuncak köpek. Birini yanında yürütüyorsun, diğeri de el şıplatınca hareket ediyor. İkincisi daha sevimli geldi. Oyuncakçı, içerdeki bir müşteri bayan el çırpıp duruyoruz. Her defasında farklı bir hareket yapıyor. Oturuyor, takla atıyor, falan, ama çok hoş, biz oynayıp duruyoruz. 7 fonksiyonlu. Ee, ben de güzel bir hediye aldım diye iyice eminim artık.

Neyse, döndüm eve. Hediyemi çıkardım, verdim. Bizimki ciddidir, pek duygularını belli etmez. Aldı, baktı. Memnun gibi...Sonra bana döndü ve gayet şaşkın(ben bu köpekle n'apıcam der gibi) ama bir o kadar da ciddi:
-Annesi, altın çok değerliymiş, niye altın almadın :)

Aynen, böyle... :) Ben köpekcikle bakışakaldım :)

Napıyım çocuğum senin annen de böyle, oyuncak alıyo sana :)

Devamı şöyle gelişti. Ben tabi, artık böyle şeylere aşina olduğum için bozuntuya vermedim. Dedim, "senin altınların bankada." Arada köpeğin fonksiyonlarını anlatmaya da çalışıyorum. O oynamasa ben oynıycam nerdeyse. Ama çocuk yemiyor.

Neyse, ertesi gün oldu, işteyim. Telefonda konuşuyoruz. "annesi bana altınlarımı getir" :)

Akşam daha kapıyı açar açmaz, "annesi altınımı getirdin mi?". Ben içimden "merhabaaaa, hoşbulduuuukkk, canım kızım" gibi sevgi sözcükleri.... :) Daha içeri adımımızı atmadan kapıda, bir çeyrek altını taktık yakasına, biz takarken bir baktı altına, biraz "bu buymuş altın" bakışı, ama bozuntuya da vermedi hiç.

Herhalde o zamanlar yanında "altın çok değerlendi" felan diye konuşulunca, çocuk da bişiy sandı altını. Artık nasıl bir şey canlandırmıştı gözünde bilmiyorum ama altının kendisiyle tanıştıktan sonra bir daha da adını anmadı zaten :)

Köpeği de sevdi, adını bonbon koydu. Bu sabah çıkarmış yeniden ortaya, babasına pil taktırıyordu yavru kuşum. Benim de aklıma geldi bu hikaye. Yazayım dedim...



12 Mayıs 2013 Pazar

Yaşam Koçluğu

Merhabalar,

Adına yaşam koçluğu, hayat tasarımcısı ya da ne derseniz diyin, ben artık kısmetse hayatımı bu yöne doğru kaydırmaya karar verdim. Esasen bilgisayar mühendisiyim ve seviyorum mesleğimi. Ama bir yaştan sonra tekrarlar insanı memnun etmemeye başlıyor. Hayatta takılıyorsun. İnsan, hep diyorum ya, doğru soruyu sorunca cevap kendiliğinden gelir. Sabah aklıma ilk gelecek şeyin de sorumun cevabı olacağını biliyordum. Kalbimin sesini dinliyorum arkadaşlar, inşallah hayırlısı olur.

Daha önce de düşündüm bireysel seansları, ama çok çekindim, altından kalkamam gibi geldi. Şimdiyse, itiraf edeyim gene bir korkum var, içimdeki ses vıdı vıdı etmeye başladı bile, ama benim yolum buysa en azından küçük bir adım atmam gerekir diye düşünüyorum. Yıllardır bu işin içindeyim zaten, hem de çok keyif alıyorum. Faydalı olduğuma, olacağıma da inanıyorum. Ee, neden başlamayayım, di mi :)

Aslında bu işi ticarete dökme yanıydı beni rahatsız eden. Çünkü, bunu bir gönül işi olarak görüyorum. Ama bireysel desteklerde hem zaman ayıracağım hem seans öncesi-sonrası ek çalışma yapmak zorunda olacağım, hem de hayatımı bu yöne kaydırabilmek için bu işin bir ciddiyetinin olması ve böyle de anlaşılması gerekiyor. Hani bu bir arkadaşla sohbet, dertleşme olmayacak, bunun bilincini yerleştirmek için bir karşılık olması lazım geliyor. Daha önce yaptığım ufak-tefek çalışmalardan biliyorum bunu. Bir de insan gerçekten değişime kendi içinde hazır olduğu zaman başvuruyor.

Şimdi, şöyle düşüyorum: İlk seansımız, yarım saatlik bir süre, tanışma-analiz şeklinde olacağı için ücretsiz. Sonrasında devam etmek isterseniz...Böylesi daha adaletli geldi bana. Ayrıca, eğer ki benim yardımcı olamayacağım bir konu olursa da bunu size açıkca söyleyeceğimden, ve size uzmanlığına inandığım başka birini tavsiye edeceğimden emin olabilirsiniz. Bunu belirtiyorum, çünkü bu sektör, rahatlıkla oyalama yapılabilecek bir sektör, kendi tecrübelerimden biliyorum :)

Bana şimdilik maille ulaşabilirsiniz: yasamtasarimcisi@gmail.com
Bu isim biraz iddialı oldu ama bütün isimler alınmış malesef, bize bir tek bu kalmış...

Eğer üstesinden gelemediğiniz bir sorununuz, terk edemediğiniz bir alışkanlığınız, hayatınızın değiştirmek istediğiniz bir yönü, yani kısaca kendinizle ilgili, sevdiğiniz, yardım etmek istediğiniz insanlarla ilgili her konuda başvurabilirsiniz.

sevgiler ve keyifli pazarlar :)


8 Mayıs 2013 Çarşamba

Kalbimizin ve Mantığımızın Sesi

Hani bazen bi boş bulunursunuz, bir cesaret gelir, normalde yapmayacağınız bir şeyi yapacak gücü bulursunuz. Sonra, birden vazgeçersiniz, "saçmalama" dersiniz, "ne gerek var şimdi" dersiniz....

İşte, o boş bulunduğunuz anda kalbinizin sesini duymuşsunuzdur, sonraysa mantığınız yani korkularınız devreye girmiştir.

Bu bir oyundur; oyunu kimin kazanacağına ise siz karar verirsiniz: korku mu, umut mu?

sevgiler

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Suçlamak

Hani tecrübe felan deriz ya! Tek kelimeyle hikaye! İnsanların yaş ilerledikçe ilişkilerdeki başarısızlıkları devam eder. Sadece sevgili olarak düşünmeyin, hayattaki tüm rolleri düşünün: anne, baba, anneanne, babaanne, hala, dayı, amca, teyze, kuzen, yiğen, arkadaş, iş arkadaşı vs gibi.

İlişkilerde yaşanılan her olumsuz durumda birinci öncelik suçlamaktır. Ya karşı taraf suçlanır ya da insan kendini suçlu hisseder. İkisi de zedeleyici duygulara, sonuçlara yol açar.

Demem o ki, yaşın ilerlemesi bir şeyi değiştirmez, sadece ruhun olgunlaşması hayatınızı değiştirebilir. O da yaşa bakmaz :)

sevgiler

Etiketler